1/19
Köşe yazarları, Türkiye'yi yasa boğan deprem felaketini yazdı: İktidar, bütün kamu kurumlarına yerleştirdiği adamlarıyla kurumları yemiş, tüketmiş, bitirmiş
2/19
6 Şubat'ta meydana gelen; Kahramanmaraş merkezli 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki depremler 10 ilde büyük yıkıma neden oldu. Arama kurtarma çalışmaları devam ederken, bölgeden ölü ve yaralı sayısı da gelmeye devam ediyor.
3/19
Köşe yazarları, felaketin onuncu gününde, depremi çeşitli boyutlarıyla köşelerine taşıdı.
4/19
Sözcü yazarı Emin Çölaşan: Kafalara takılan birkaç soruyu burada sormak istiyorum. Özellikle çok önemli olan, ilk iki gün boyunca Mehmetçik niçin devreye sokulmadı? Bir soru daha: Olup biteni ekranlarda izlerken siz herhangi bir ilimizin valisini, pek çoğunun belediye başkanlarını sahada gördünüz mü? Görmediniz... Zira valilere giden talimat doğrultusunda hepsi ortalıktan çekilmek zorunda kalmıştı. Bu nasıl iştir, anlayan beri gelsin. Dahası var... Yıkıma uğrayan il sayısı 10... Adana ve Hatay dışında geri kalan sekiz ilin AKP'li belediye başkanları olay sonrasında nerede idi? Onları gören oldu mu? Sevgili okurlarım, büyük yıkıma uğrayan 10 ilimizdeki belediyeler, özellikle de Adana ve Hatay bundan sonra ne yapacak? Böylesine büyük bir yıkımın üstesinden nasıl gelecekler? Sadece onlar değil, örneğin AKP'li Kahramanmaraş ve Adıyaman belediyeleri ne yapacak,hangi sıkıntılarla boğuşacak, şu anda hiç kimse bilmiyor.
5/19
Sözcü yazarı Necati Doğru: Şaşmaz yasadır: Sebepler sonuçları doğurur. Deprem dipten şiddetle vurdu. Arsız, bencil, köşe dönücü siyasetçi sınıfı ile ahlaksız, para göz, vicdansız müteahhit sınıfının yaptığı çürük, çarık, dayanıksız binalar yemlik, altlık, paylık oldu. Siyasetçi ile müteahhit İşbirliğine; "çalıyorlar ama çalışıyorlar" diyen halk da; "imar aflarını kaldıraç yapıp şehir ranti avantasından pay çıkartma kurnazlığını" kazanç saydı. Üçlü bir oldu. Yıkım hazırlandı. Deprem bağırarak geldi. Haber vererek vurdu. Haykırarak can aldı. Henüz 10'ncu gündeyiz. Ölüm 35 bini aştı.
6/19
Cumhuriyet yazarı Barış Pehlivan: Hangi raporu açarsanız açın, hayal kırıklığına uğruyorsunuz. Zira, aradan yıllar geçiyor ama 'eksiklerimiz' diye listelenen her şey sanki bir sonraki rapora kopyalanıyor. Bakan değişiyor, başkan değişiyor, ölenler değişiyor... Ama AFAD hiç değişmiyor.
7/19
Karar yazarı Taha Akyol: AK Parti döneminde 'bizden' kültürü iktidar eliyle nimet dağıtmayı körükledi, 'denetimsizlik' bunu kolaylaştırdı. İnşaat denetimleri TMMO’dan alınıp 'bizden' Şehircilik Bakanlığına verildi. 'Bizim' belediyeyi, 'bizim' bakanlık denetliyor! Varlık Fonu kanunla Sayıştay denetimi dışında tutuldu! Denetimi 'bizim'atayacağımız denetçiler yapıyor! AK Parti grubu tek soru önergesi vermedi, tek Meclis soruşturması açmadı! Bütün bunlar bu nitelikte ancak 'Parti Devleti' döneminde olmuştu, şimdi 21. Yüzyıldayız! Görüyor musunuz, modern demokrasideki 'denetim ve denge' kavramı ne kadar önemli, hem de canlar kurtarabilecek bir kavram! Açık toplum, hukuk devleti… Başka yol yok.
8/19
Karar yazarı Mehmet Ocaktan: Elbette kainatta olup biten her şey Allah’ın bilgisi dahilindedir ama bu, insanların yaptığı iyi ya da kötü fiillerin sorumlusu Allah demek değildir. Açıkçası, ‘kader planı’nı esas alan bir anlayışla hareket ettiğimizde Allah’ın insana yüklediği sorumluluğu da devre dışı bırakmış oluruz ki bu ‘ilahi hitabın tabiatı’na aykırıdır. Meseleye, bugün başımıza gelen büyük deprem felaketinde yaşananların penceresinden baktığımızda manzara şudur: İktidar, Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğunu biliyor, bilim insanlarının söyledikleri de bugüne kadar yaşadığımız depremler de bunun en önemli göstergesi. Bu yüzden de AFAD 2019 yılında Kahraman Maraş Pazarcık’ta İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun başkanlığında 26 ili içine alan bir deprem provası yapıyor. Hal böyleyken doğal olarak AFAD’ın olası bir depremin ilk günü için alternatif senaryoları olması gerekmez mi? Ama gördük ki yokmuş, çünkü ilk iki gün AFAD ortalarda gözükmedi. Peki kader bunun neresinde?
9/19
Karar yazarı İbrahim Kahveci: Vatanı sevmek, vatan çıkarlarını kendi kişisel koltuk çıkarlarının üstünde tutmak demektir. Belki de bu dönemde vatana yapılacak en büyük hizmet, beceremeyen liyakatsiz bütün kadroların tasfiyesini sağlayacak bir geçiş dönemi ardından derhal erken yenilenmedir. Depremin ilk 2 günü yapılan ihmallerden dolayı ölenlerin vebali hepimizin üzerindedir. Bu vebali kim nasıl ödeyecek?
10/19
Karar yazarı Akif Beki: Devlet, yardımda gerekli hıza ulaşamadıysa suç Ahbap'ta mı? Görüntüyü kurtarmak için millet de ağırdan mı alsın? Devlet acz içinde, yetersiz görünmesin diye millet; enkaz altındaki canların, aç ve açıkta kalan depremzedelerin imdadına yetişmesin mi? "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın" ilkesinde "önce insan" geliyordu, devlet değil. Devletin hazırlıksızlığını saklamak için, insanın feda edilmesi istenmiyor herhalde. Halkın kendi arasında yardımlaşması, depremzedelerle dayanışması da henüz suç değil sanırım. Toplaşıp yardıma koşmak; devlete karşı bir kalkışma, devleti aciz göstermeye dönük örgütlü bir suç eylemi sayılmasa gerek.
11/19
Karar yazarı Elif Çakır: Kurumları çökmüş bir devlet koordinasyonu nasıl sağlayabilirdi? Hiçbir şey olmayacağından, hiçbir sorunla karşılaşmayacağından tuhaf bir şekilde emin olan iktidar, kamu kurumlarına yaptığı atamalarda, liyakat, ehliyet, tecrübe, uzmanlık gibi objektif kıstasları değil, şahsi yakınlığı, sadakati, bağlılığı dikkate aldı. Bütün yetkileri tek elde toplayan 'cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde' iktidarın kamu kurumlarına istedikleri atamaları yapmaları daha kolay hale geldi. 20 yıl boyunca ülkeyi yöneten iktidar, bütün kamu kurumlarına yerleştirdiği adamlarıyla kurumları yemiş, tüketmiş, bitirmiş. Devlet kurumu diye bir şey bırakmadı geriye. Merkez Bankasının durumu ortada… TÜİK’in durumu ortada… YSK’nın durumu ortada… Yargının durumu ortada… İktidar kendisini denetleyecek tek bir kurum bırakmadı, Sayıştay’ın durumu ortada… İktidarın bitirdiği, tükettiği sadece devlet kurumları olmadı, sivil toplum kuruluşları da bitti, önemini yitirdi, işlevsiz hale geldi. Şimdi her yaşadığımız felakette, salgında çöken devlet kurumlarını görüyoruz, biliyoruz, tanıklık ediyoruz.
12/19
Hürriyet yazarı Deniz Sipahi: İzmir'de 903 bin 803 yapı var. İncelemeler devam ediyor. Binalar tek tek kayıt altına alınıyor. Ama depremin ne zaman olacağı belli değil. O yüzden kentsel dönüşümü hızlandırmalıyız. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin bu eylem planı elbette çok önemli... Ama devletin de yapması gerekenler var. Son depremden sonra yeni bir kentsel dönüşüm yasasına ihtiyaç var. Herkes çok iyi biliyor ki; bu dönüşümü gerçekleştirmek kolay değil. Hem zaman istiyor, hem de kaynak... Daha fazla gecikmeyelim. Bu dönüşümü gerçekleştirelim.
13/19
Hürriyet yazarı Sedat Ergin: Bazı belediyelerde proje sahibinden zemin ve temel etüdü istense de uygulamada başka bir sorun ortaya çıkıyor. Bu kez projenin denetimi aşamasında zorunluluk olduğu halde zemin etüdü açısından denetim yapılmıyor. e TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Başkanı Hüseyin Alan, 'İmar Kanunu’nun 28’inci maddesi ve diğer mevzuat hükümleri açık olmasına rağmen, zemin etüt raporları uygulama aşamasında sıkça yerinde denetlenmiyor. Çoğu ilde bu konuda hiç denetim yok. Yapılan illerde ise çoğunluk şekli bir denetim var' diye konuşuyor. Özetle, Türkiye’deki binaların azımsanmayacak bir bölümü doğru dürüst bir zemin etüdü yapılmadan ve bu yönden denetlenmeden yükseliyor.
14/19
Sabah yazarı Hilal Kaplan: Mevcut durumda toplam şüpheli sayısı 195, tutuklu sayısı 14, adli kontrole tabi olan sayısı 3, yakalama kararı verilen sayısı8, gözaltı talimatı verilen sayısı 48, gözaltı sayısı 58, şüphelilik vasfı değerlendirilenlerin sayısı 37, yurtdışında olduğu tespit edilen sayısı ise 5 görünüyor. Giden geri gelmeyecek ama bir daha böyle felaketleri yaşamamamız için sorumluların dört duvara kapatıldığını görmemiz şart. Merak etmesinler; o dört duvar depremedayanıklı olacaktır!
15/19
Sabah başyazarı Mehmet Barlas: Devletimizin tüm yaraları saracak güçte olduğunu biliyoruz. Ama 10 bin yıllık tarihi olan şehirlerin, içine sevdiklerimizi de alarak gözlerimizin önünde yıkılıp gitmesini unutmamız çok zor olacak. Kimbilir o enkaz yığınlarının altında ne hikâyeler, ne hatıralar kaldı. Milletçe çok üzgünüz ama ayağa kalkacağız. Şimdi yaşadıklarımızdan ders alma ve yaraları sarma zamanı. Allah bir daha böyle afetler yaşatmasın.
16/19
Korkusuz yazarı Can Ataklı: İktidar, giderek düşen oy oranını yükseltmek için sahte anketlerle algı oluşturmaya çalışırken korkunç deprem geldi. Depremle birlikte iktidarın 23 yıl önceki büyük depremden hiç ders almadığı gibi en küçük bir tedbire bile başvurmadığı, deprem anında ise ne yapacağını bilemez hale geldiği gözler önüne serildi. Şimdi bunun şokuyla “Seçimlerde ne yapacağız?” telaşına düştüler. Çare olarak da seçimi bir yıl ötelemek istiyorlar. Böylelikle bir yıl içinde deprem bölgesinde başarılı çalışmalar yapmış gibi görünüp “Belki durumu kurtarırız” hesabı yapıyorlar. Oysa anayasa gereği seçimler ancak savaş durumunda bir yıl ertelenebiliyor. Her ne kadar Anayasa mahkemesi 2012 yılında “deprem ve diğer mücbir sebepleri de savaş sebebi kapsamına sokmuş olsa bile” bunun Anayasa’ya aykırı olduğu bir gerçek. Eğer ille de seçim ertelenecekse o zaman Erdoğan’ın istifa etmesi ve mecliste bir “ulusal birlik hükümeti” kurulması doğru olacaktır.
17/19
Yeni Akit yazarı Ali Karahasanoğlu: Millet ile aynı dili konuşmadığınız müddetçe, milletin getirdiği “tekbir”e düşmanlık beslediğiniz müddetçe, bu milletle kaynaşmanız mümkün değil, fark ettiniz mi?
18/19
Yeni Şafak gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hüseyin Likoğlu: Asrın felaketinin oluşturduğu bu yaraları sarmak ancak yüreği merhamet dolu insanların gayretiyle mümkündür. Bölgede yüreği merhamet dolu on binlerce gönüllü var ve Allah’ın izniyle bu yıkımın altından ayağa kalkacağız.
19/19
Haber Vakti yazarı Abdurrahman Dilipak: Yardım getiren TIR’ı soymaya çalışan eşkıyanın hangi ırktan ya da dinden, mezhepten, partiden olduğunun bir anlamı yok. Yakalayıp cezalandırmak gerek. Hele TIR’la yardıma gelen polise silah sıkan eşkıya ile girilen müsademede, hayati tehlike oluşmuşsa, olay yerinde vurulabilir de. Ama yere düşmüş ya da hayatını kaybetmiş eşkıyaya tekme atılmaz. Şüpheli ile oradan geçen her Suriyeliyi toplayıp dayaktan geçirmek olmaz. Donmak üzere olan ayağına enkazdan bulduğu ayakkabıyı giyen, günah olur mu diyen çocuğa merhametle yanaşmak gerek. Göçmenlerin hepsini suçlu görmek kabul edilemez. Göçmen mahallelerine yeteri kadar yardım gönderiliyor mu acaba. Onların içinde her türlü sapık da olabilir, ama yardım almak için evinden çıkmaya korkan insanlar da var. Bu korkuyu salanlar da suçlu. Sosyal medyada şiddet videosu yayınlayanlar da bu konuda dikkatli olmaları gerekir. Cezanın hukuki olması gerekir. Bu konuda avukatların da bu tür olaylara müdahale ederek, haksız uygulamaların önüne geçilmesi gerekir.