10 büyükelçiliğin Osman Kavala açıklaması ve sonrasında yaşananlar, AKP ve MHP kulislerinde nasıl yorumlanıyor?

10 büyükelçiliğin Osman Kavala açıklaması ve sonrasında yaşananlar, AKP ve MHP kulislerinde nasıl yorumlanıyor?

Ayşe Sayın

Aralarında ABD'nin de bulunduğu 10 ülkenin büyükelçisinin iş insanı Osman Kavala'nın serbest bırakılmasına yönelik çağrısına, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın tepkisi sonrası artan gerilim, büyükelçilerin "Viyana Sözleşmesi'nin 41. Maddesine riayet ediyoruz" açıklaması ve Türkiye'nin bunu "olumlu" bulması ile aşılmış görünüyor.

İç siyasetin de gündemine oturan krizle ilgili AKP ve ittifak ortağı MHP kulislerinde, "Eğer kararlı duruş sergilenmeseydi, Türkiye diplomat vesayetine boyun eğmiş konumda olacaktı ve bundan sonra bu tür çıkışların önü alınamazdı, İçeride ise muhalefetin elinde kullanacağı önemli bir koz olacaktı ve bu da Cumhur İttifakı açısından sıkıntı yaratırdı" değerlendirmesi yapılıyor.

Kriz nasıl başladı?

Almanya ve Fransa dahil Avrupa Birliği üyesi 7 ülkenin yanı sıra ABD, Kanada ve Yeni Zelanda'nın da aralarında bulunduğu 10 ülkenin Ankara büyükelçisinin 18 Ekim'de ortak bir bildiriyle iş insanı Osman Kavala'nın "serbest bırakılmasına" yönelik çağrısı, Ankara ile 10 ülke arasında ipleri koparma noktasına getirdi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, önce Afrika ziyareti dönüşünde söz konusu ülkelerin büyükelçilerine "Bunları ülkemizde ağırlama lüksümüz olamaz" açıklamasıyla tepki gösterdi.

Erdoğan daha sonra da "Dışişleri Bakanlığı'na bu 10 büyükelçinin istenmeyen kişi" ilan edilmesi talimatı verdiğini açıklamıştı.

Bu süreçte "sessiz" kalan Dışişleri Bakanlığı ile 10 ülke arasında yoğun bir diplomasi trafiği yürütüldü. Kriz, 10 ülkenin büyükelçisinin "Viyana Anlaşması'nın 41. Maddesine riayet edecekleri" yönündeki açıklaması ile aşıldı.

'Büyükelçiler geri adım attı''

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD basınında "Erdoğan krizden kaçtı, geri adım" yorumları ile ilgili "Ben taarruzdayım. Benim kitabımda geri adım atmak yok" demişti.

Gerek AKP, gerekse ittifak ortağı MHP'de de Türkiye'nin "kararlı duruş" sergilediği vurgulanıyor, büyükelçilerin "ikinci açıklama yapmak zorunda kalmaları" bir geri adım olarak nitelendiriliyor.

Erdoğan'ın "istenmeyen insan" çıkışının aslında bir anlamda "karşı tarafın sinirlerini bozmaya" dönük bir açıklama olduğu ve bu ülkelere "geri adım attırılması" sonucunu doğurduğu savunuluyor.

'Roma'ya dönük bir hazırlık'

İktidar kanadında, büyükelçilerin bu çıkışının altında ABD Başkanı Joe Biden ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın önce Roma olarak açıklanan ve daha sonra İklim Zirvesi'nin yapılacağı Glasgow'a alınan görüşmeleri öncesine denk gelmesi de anlamlı bulunuyor.

Biden'in Erdoğan'la yapacağı görüşme öncesinde ABD ve diğer bildiriye destek veren ülkelerin Türkiye üzerinde baskısını artırmaya yönelik bir hamle olarak düşünülüyor.

Kavala için yapılan baskının, "ödün verilmiş olsaydı", eski HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş ve başka sorun alanlarına dönük olarak tekrar tekrar gündeme gelebilmesinin yolunun da açılmış olacağı ifade ediliyor ve "Erdoğan istenmeyen kişi çıkışı yapmasaydı, bu kez başka ülkelerin büyükelçileri benzer bir bildiriyle dayatma içinde bulunabilirdi" görüşü savunuluyor.

'Türkiye risk almak durumunda'

MHP kulislerinde de ABD'nin öncülüğünü yaptığı bu bildiri kriziyle bir anlamda Türkiye'nin "direncini test edildiği" savunularak, şu değerlendirmeler yapılıyor:

"Roma'da Biden ve Erdoğan'ın yaptığı görüşme önemliydi. Ve aslında bu bildiri ABD Büyükelçiliğinin koordinasyonuyla yapılmış görünüyor. Demek ki Roma görüşmesine dönük bir hazırlık içindeydi ABD. O görüşmeye hazırlık yapıyorsan, burası da başka türlü bir hazırlık yapar. O hazırlık yapıldığı için de Roma yerine Glasgow'a alındı görüşme. Birkaç konuşma daha yapılırsa iş Glasgow'dan nereye gider bilemeyiz. Evet riskli bir adımdı. Ama Türkiye risk almak zorunda. Eğer bu bölgede risk almazsak bize reva görülenin ne olacağını kestiremeyiz."

'Kas gücü göstermeden diplomaside sonuç alacak mecra kalmadı'

Peki büyükelçiler, ikinci açıklamayı yapmasaydı, Türkiye açısından sonuçları ne olabilirdi?

AKP kaynaklarına göre "kar zarar hesabıyla ticaret yapılamayacağı gibi dış ilişkilerde de hesabın buna göre yapılması ve risk alınması gerekiyor."

Diplomatik kanallardan önce Erdoğan'ın sert çıkış yapmasının nedeni olarak ise "Bölgemizde Türkiye'nin kas gücünü göstermeden sonuç alabileceği bir mecra kalmadığına" vurgu yapılıyor.

'Diplomat vesayetine boyun eğilmiş olacaktı'

Krizin aşılması için ise Türkiye'nin yazılı bir plan dahilinde olmasa da bir "taktik izlediği" ve sürecin doğru yönetildiğine dikkat çekilerek, şu değerlendirmeler yapılıyor:

"Cumhurbaşkanı ilk açıklamayı yaptı ve arkasından geçen 2 gün var. Bu süreçte Dışişleri Bakanı konuşmuyor, bekleniyor. Bu aslında devlet sütreci yönetiyor demektir. Cumhurbaşkanı 'Dışişlerine talimat verdim' dedi ama Dışişleri yine yorum yapmadı. Bundan sonra geçen bir süreç var. ABD belki daha üst perdeden bir tavır beklemiş olabilir ama bu 4-5 günlük süreçte Türkiye kontrollü davrandı. Bu süreçte Cumhurbaşkanı Bahçeli ile görüştü, arkasından kabine toplandı. Yani bir anlamda Türkiye'nin kararlılığı gösterildi. Daha sonra da diplomatlardan ikinci açıklama geldi ve Türkiye de bu açıklamayı olumlu buldu. Sonuçta muhalefet bunu Türkiye'nin geri adımı gibi yorumlasa da dünya bunu 10 ülkenin geri adımı olarak algıladı.

"Eğer kararlı duruş sergilenmeseydi, Türkiye diplomat vesayetine boyun eğmiş konumda olacaktı ve bundan sonra bu tür çıkışların önü alınamazdı, İçeride ise muhalefetin elinde kullanacağı önemli bir koz olacaktı ve bu da Cumhur İttifakı açısından ciddi sıkıntı yaratırdı."