10 Ekim katliamının 5. yılında dava sürecini anlatan dava avukatlarından Kazım Bayraktar, "10 Ekim ve diğer IŞİD katliamlarının soruşturmaları hep eksik yapıldı. Birçok olay ve ilişkiler, bunların yazılı ve görsel kanıtları iddianamelere yansıtılmadı. Öyle ki 5 Haziran Diyarbakır, 20 Temmuz Suruç katliamları yaşandıktan sonra, 10 Ekim katliamını hazırlayan faillere yönelik takibin devam ettiği, istenildiği an yakalanabilecekleri halde yakalanmadıkları kesin kanıtlarla ortaya çıktı" ifadelerini kullandı
Türkiye tarihinin en büyük saldırılarından biri 10 Ekim Ankara Katliamı’nın beşinci yılında hazırladığımız dosya haberde bugün dava avukatlarından Kazım Bayraktar Artı Gerçek'ten Nazlı Eda Piyade'ye, beş yılda gelinen mahkeme sürecini anlattı.
Bayraktar, IŞİD katliamlarının soruşturmalarının hep eksik yürütüldüğünü söyledi. “Soruşturma aşamasında bilerek eksik bırakılan hususların açığa çıkmasının engellenmesi için öncelikle gizlilik kararları alındı” diyen Avukat Bayraktar, davanın geldiği noktayı şöyle anlattı:
“10 Ekim ve diğer IŞİD katliamlarının soruşturmaları hep eksik yapıldı. Birçok olay ve ilişkiler, bunların yazılı ve görsel kanıtları iddianamelere yansıtılmadı. Öyle ki 5 Haziran Diyarbakır, 20 Temmuz Suruç katliamları yaşandıktan sonra, 10 Ekim katliamını hazırlayan faillere yönelik takibin devam ettiği, istenildiği an yakalanabilecekleri halde yakalanmadıkları kesin kanıtlarla ortaya çıktı.
Devlet bir eliyle takip ve kaydetmiş, diğer eliyle faillerin yollarını açık tutmuştu. Ancak devlet bürokrasisi ve onu yöneten siyasi iktidar tarafından atanmış, güvenlikten sorumlu kamu görevlileri bu tür faaliyetleri açık vermeden başaramazlar. Birinin gizlemeye çalıştığı şey bürokrasinin bir başka biriminde açığa çıkar.
10 Ekim soruşturma savcılarının iddianame ve dosyaları mahkemeye teslim ederken 9 klasörü ellerinde tuttukları, yargılama sırasında bürokratik bir hata sonucunda açığa çıktı.
Bu 9 klasörün içinde yer alan belgeler incelendiğinde, katillerin bomba malzemelerini alırken takip edildiklerini ortaya koyan bir soruşturma dosyası müdahil avukatları tarafından tespit edildi.
Katliam için Antep’ten Ankara’ya, iki araçla getirilirken, önden gidip katillere yol boyunca eskortluk yapan, bomba malzemelerini tedarik edip depolara yerleştiren, Suruç katliamını yapan katile yardım yataklık ederek Suruç’a gönderen ya da bizzat götüren sanık Yakup Şahin’in, yanında sanık Hüseyin Tunç ile birlikte, 10 Ekim katliamından 10 gün önce, bomba yapımında kullanılan amonyum nitratı Nizip’ten alma teşebbüsünün takip ve kaydedildiği bu soruşturma dosyası, savcıların Mahkemeye teslim etmedikleri, iddianamede de yer vermedikleri bu 9 klasörün içinde yer alıyordu.
Nizip Savcılığı’na ait bu dosyasının varlığı ortaya çıkmadan önce, yargılama sırasında elde ettiğimiz bilgi ve belgeler, sanıkların çelişkili ifadeleri, amonyum nitrat alırlarken takip edildiklerine dair şüphe uyandırmıştı. 10 Ekim savcıların mahkemeye teslim etmedikleri bu 9 klasörün içinden çıkan Nizip Başsavcılığı’nın soruşturma dosyasında, katliam hazırlıklarının önceden takip edildiğine dair yeni ve kesin kanıtlar yer alıyordu. Yakup Şahin ile Hüseyin Tunç’un, bombaların yapımında kullanılmak üzere, 30.09.2015 günü çok miktarda amonyum nitrat alma teşebbüsünde bulundukları; şüphelenen bir gübre bayii sahibinin ihbarı üzerine, araçların plakaları, sahipleri ve sürücüleri, kamera kayıtları toplanarak ve gerekli teşhis işlemleri yapılarak katliamdan 10 gün önce tespit edilmişlerdi. Nizip savcısının talimatı üzerine İlçe Emniyet Müdürlüğü tarafında yapılan 30.09.2015 tarihli bu işlemlere rağmen, bu katiller 2-5 Ekim tarihleri arasında aynı plakalı araçlarla, Nizip’ten alamadıkları amonyum Birecik’tenı almışlar ve birkaç sefer yaparak Nizip’teki depoya taşımışlar ve yakalanmamışlardı. Ve bu dosyaya 10 Ekim iddianamesinde de yer verilmedi, gizlendi, ama görev suistimali bir şekilde ayaklarına dolandı ve açığa çıktı.
10 Ekim iddianamesine konu edilmeyen bir başka örnek; Katliamlardan 3 yıl önce Gaziantep’te güvenlikten sorumlu devlet birimleri 9 Ağustos 2012'de harekete geçti ve bir tutanak düzenlendi. Gaziantep Valisinin, Emniyet Müdürünün, Başsavcının imzaları bulunan tutanakta yer alan El Kaide ile bağlantılı oldukları belirtilen isimler; Yunus Durmaz, Deniz Büyükçelebi, Yakup Karaoğlu, Ahmet Güneş, Nusret Yılmaz, Erman Ekici, Mustafa Delibaşlar, 10 Ekim katliamının önde gelen isimleri. Düzenlenen tutanaktaki ifadeler ise şöyle:
“İlimizde El Kaide terör örgütü ile irtibatlı bulunan grupların kadro ve faaliyetlerinin deşifresine yönelik olarak sürdürülen çalışmalarda: El Kaide Terör Örgütü ile irtibatlı olarak faaliyet gösteren şahısların dernek çatısı altında sempatizan toplatmaya çalıştıkları, ders/sohbet toplantıları adı altında örgütün propagandasının yapıldığı etkinlikler düzenledikleri görülmektedir. İsimi geçen şahısların ülkemizde ve ilimizde eylemsel faaliyetlerde bulunabileceği yönünde duyumlar alındığından, şahıslar hakkında delillerin toplanması ve suç unsurlarının tespit edilmesi amacıyla kullandıkları iletişim araçlarına yönelik adli teknik takip yapılması uygun olacaktır. İş bu tutanak yapılacak olan adli tahkikata esas olmak üzere tarafımızdan tanzim edilerek birlikte imza altına alınmıştır.”
Takip iki yıldan fazla sürdü, mahkemeden 85 kez teknik takip kararı alındı, çok sayıda kayıt tutuldu, kanıtlar toplandı ancak operasyon yapılmadı. Katliamların yapıldığı 2015 yılına gelindiğinde de yapılmadı. Katliamlar başlamadan 3 ay önce yani 17 Mart 2015 günü, görevli savcı tarafından TEM Şube Müdürlüğü’ne bir müzekkere yazıldı.
13 Mayıs’ta ise, TEM Şube Müdürü imzalı evrak ekinde, şüpheliler Ahmet Güneş, Erman Ekici, Nusret Yılmaz, Yunus Durmaz, Mustafa Diken, Abdülmuttalip Polat hakkında düzenlenen fezleke gönderildi ve gerekli talimatların verilmesi talep edildi.
Ne talimat verildi ne operasyon yapıldı. Bu soruşturma dosyasında ve diğer dosyalarda yer alan kanıtlar, örgütün Antep hücrelerinin üyelerinin kim olduklarını, hücre evleri, kullandıkları araçları, ikametgahlarını vs. gösteren, büyük çoğunluğunun kısa süre içinde yakalanıp tutuklanmalarına elverişli bilgi ve belgelerle doluydu. Bu bilgi ve takip kayıtların bir kısmı 10 Ekim katliamındaki görev ihmalleri nedeniyle Ankara Emniyetinin bazı yöneticileri hakkında soruşturma yürüten Mülkiye Müfettişlerinin soruşturma dosyasında da var. Bu dosya Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın mahkemeye göndermekten kaçındığı dosyalardan biridir."
Katliam için yola çıkan iki aracın ve canlı bombaların yolunun üç noktada açıldığının altını çizen Bayraktar, "Birincisi, her iki aracın yol güzergahında yapılan yol kontrol ve güvenlik noktalarını aşmalarının sağlanması; ikincisi, miting günü için her mitingde olduğu gibi Ankara girişlerinde rutin olarak kararlaştırılan ve uygulanan kontrol-arama noktalarının gece saat 02.00 de Ankara Valiliği tarafından kaldırılması; üçüncüsü de miting toplanma alanına girişlerde, rutin olarak yapılan arama ve kontrolün bu kez yapılmamış olmasıdır. Üstelik yakın zamanda Diyarbakır ve Suruç katliamları yapılmış ve MİT tarafından Ankara Valiliği ve Emniyet Müdürlüğüne, Ankara’da bombalı eylem yapılacağına dair yazılı bilgi verilmiş olmasına rağmen" dedi.
"Dosya kapsamında elde edilen bilgilerle, 2015 yılı Mayıs ayında İçişleri Bakanlığı, Antep Valisi, Emniyet Müdürü, İstihbarat Şube Müdürü, TEM Şube Müdürü, MİT bölge sorumluları, Cumhuriyet Başasavcısı ve ilgili savcılar IŞİD’in Antep yapılanmasında önde gelen isimleri, kaldıkları ve kullandıkları mekanları, muhtemel canlı bombaların kimler olabileceğini biliyorlardı, ellerinde çok sayıda veri birikti" ifadelerini kullanan Bayraktar şu değerlendirmede bulundu:
"Bu tarihler aynı zamanda 2015 yılı 7 Haziran'ında yapılacak genel seçimlere sayılı günlerin kaldığı tarihlerdir. IŞİD’in Antep yapılanmasına karşı eş zamanlı operasyon talimatının verilmediği bu zaman kesitinde iktidar sözcüleri, seçim sonrası kamuoyuna yaptıkları açıklamalarda sık sık kaostan bahsettiler, toplumsal korku yaratmaya çalıştılar ve bu propagandayı önde gelen seçim taktiği olarak kullandılar. Katliamlardan sonra da korku politikası etkili oldu. 1 Kasım 2015 seçim sonuçları iktidar partisi lehine dönüştürüldükten sonra, rafta bekletilen 2012/44540 sayılı soruşturma dosyası, 10 Ekim 2015 günü yeniden faaliyete geçirildi. Artık hedefe ulaşılmış, katliamların bir kısım tetikçileri de örgütsel görevlerini tamamladıktan sonra zaten yakalanmışlar, son kullanma tarihleri dolmuştu."
Soruşturma, iddianame ve yargılama kapsamı dışında tutulan çok sayıda olay ve ilişki olduğunu söyleyen Bayraktar, "Bazı dosyalar kaybedildi, bazı dosyalar saklandı. Davanın geldiği aşamada, baştan konulmuş sınırlar aşılamadı. Mahkumiyet kararı, yakalanan tetikçi faillerle ve örgütün belli bir kadro kesimiyle sınırlı kaldı" dedi.
Dava sürecindeki önemli noktalardan birinin de 'tüm unsurları mevcut olmasına rağmen katillerin insanlığa karşı suçtan makum edilmemiş olmaları' olduğunu söyleyen Bayraktar, "Katliam, mahkeme kararında 'insanlığa karşı suç olarak tanımlanmış' ve bu suçtan da mahkumiyet tesis edilmiş olsaydı, şu an yargılanmayan sorumlular ve firariler dahil, gelecekte zamanaşımından yararlanma olanakları ortadan kalkmış olacaktı" değerlendirmesi yaptı.
10 Ekim katliamı ile bağlantılı olarak yargılanan herhangi bir kamu görevlisi ve yöneticisinin olmadığını söyleyen Bayraktar, kamu görevlilerin ihmal ve sorumlulukları dahilinde yaşananları şöyle anlattı:
"İçişleri Bakanından vailelere, savcılara, emniyte müdürelerine, MİT yöneticilerine kadar, görev ihmali ve suistimali olan tüm kamu yöneticileri hakkında suç duyuruları ve şikayet başvuruları müdahil avukatlar tarafından yapıldı. Ancak hiçbiri yargı önüne çıkarılmadı. Katliamdan birkaç gün sonra görevden alınan Ankara İl Emniyet Müdürü, Güvenlik ve İstihbarat Şube Müdürleri ve yardımcıları hakkında düzenlenen müfettiş raporunda yargılanmaları yönünde kanaat bildirilmesine rağmen Ankara Valiliği tarafından izin verilmedi.
10 Ekim davasına bakan Ankara 4. ACM, ihmal ve suistimalleri belgelerle ortaya çıkan kamu yöneticileri hakkında suç duyurusundan bulunulması yönündeki taleplerimizi biri hariç tümüyle reddetti. Sadece Ankara İl Sağlık Müdürlüğü hakkında, ambulansların geç gelmesi, gereken sağlık hizmetinin verilmemesi nedeniyle suç duyurusu talebimizi kabul etti ise de aradan yaklaşık 2 yıl geçmiş olmasına rağmen, onlar hakkında da dava açılmadı. Şu an, 10 Ekim katliamı ile bağlantılı olarak yargılanan herhangi bir kamu görevlisi ve yöneticisi yok."
Avukatların çabalarına ve kamuoyundaki tüm tartışmalara rağmen kamu yöneticilerinin yargılanmamasını değerlendiren Bayraktar, nedenleri şöyle sıraladı:
"Birinci nedeni, katliamlarla siyasi iktidar arasındaki ilişkidir. Güvenlik ve istihbarattan sorumlu kamu yöneticilerinin bu kadar çok sayıda görev suistimali, birbirinden bağımsız ve tesadüfi bir durum olamaz. Ancak siyasi merkezi bir politikanın uygulanmasıyla gerçekleşebilir. Öte yandan, ağır suç teşkil eden ve organize nitelikte bu suistimaller, her kamu yöneticisinin ya da yargı mensubunun cesaret edebileceği işlerden değildir. Bu politikanın uygulanabilmesi için devletin güvenlik, istihbarat ve yargı kurumlarında, bu amaca uygun kadrolaşma sağlanması gerekir. Yönetici kadroların ideolojik olarak bu politikaya yakınlığı ve yatkınlığı da önemlidr. Katliamların yolunu açan görev suistimalleri, bu siyasi kadrolaşmanın sağlandığını gösteriyor. Ayrıca bu politikanın gereği olarak işlenecek suçlardan dolayı herhangi bir soruşturmaya maruz kalmamaları gerekiyordu. Öyle de oldu. Sorumlu kamu yöneticilerinin yargılanmalar engellendi. Devletin bir eli kayıt tutup istihbarat toplarken diğer eli görevini yaygın ve hedefli bir biçimde suistimal etti. Ancak iki el de aynı merkezden yönetiliyordu. Katliamlarla ilgili olarak hiçbir kamu yöneticisinin yargılanmamasının önde gelen nedeni budur."
Türkiye'deki selefi derneklerin örgütlenmesinin yeniden tartışmaya açılması üzerine 10 Ekim faillerinin bu derneklerle bağlantısını ve bu noktadan devletin tutumunu şöyle değerlendirdi:
"Siyasi iktidar bloğu, 15 Temmuz darbeleşmesinden bu yana, iktidarı normal bir seçim yoluyla bırakmak niyetinde olmadığını her fırsatta gösterdiği gibi bir takım hazırlıklar da yapıyor. Bu nedenle, devlet olanaklarını ve yetkisini kullanarak kendine özel resmi nitelikte yapılanmalar (bekçi ordusu, Takviye Kuvvetler Müdürlüğü gibi) oluştururken yasa dışı fiil ve saldırılarda kullanabileceği sivil çetelere de ihtiyaç duyuyor. 10 Ekim ve diğer IŞİD katliamları tam da bu politika çerçevesinde bu çetelerin kullanılmalarıyla gerçekleşmişti. AKP’nin tek başına hükümet kuramasına elverişli olmayan 7 Haziran seçim sonuçları darbelendi, seçim öncesi etkisiz kalan kaos korkusu yaratma politikası bu kez üç IŞİD katliamıyla takviye edildi ve 1 Kasımda toplum “tekrar seçim”e zorlanarak istenilen sonuç elde edildi.
10 Ekim failleri illegal yapılarının yanı sıra çok sayıda dernek aracılığıyla da örgütleniyordu. Bu tür yasal alan yapılanmalarına, diğer cemaat örgülerinde olduğu gibi hemen hemen hiç dokunulmadı. 10 Ekim faillerinin örgütlendikleri derneklerin önleri, biraz önce anlattığım siyasi hedefler doğrultusunda açılmıştı.
10 Ekim katliamının failleri bu tür derneklerde örgütlenmişlerdi ve para transferleri bu örgütler ve paravan ticaret şirkeleri tarafından yapılıyordu. Islah-Der, Genç Muvahhidler, Genç Ensar adı altında derneklerde faaliyet gösteriyorlardı. Dernekler şeklen yasal olmakla birlikte IŞİD’e yeni üyeler kazandırmak için araç olarak kullanılıyor, dinsel temelde ideolojik , siyasi ve pratik eğitimler organize ediliyordu. Bu dernekler katliamlardan sonra da faaliyetlerini bir süre daha devam ettirdiler. Bu tür yapılar, biri kapandığında başka bir isim altında yeni dernekler kurarak faaliyetlerini sürdürebiliryorlar. İsimleri değişse de birçok üye ve yöneticileri aynı kalabiliyor. El Kaide-IŞİD bağlantılı derneklerin benzerleri şimdi başka selefi cemaatler tarafından da kurulmuş durumda. Ancak, bu tür yapılardan bazılarının silahlanmalarına göz yumulduğunda ya da başka maddi araçlarla iktidar tarafından desteklendiğinde diğer benzer yapılar kendilerini tehlikede görürler. Hem uzlaşan hem de uzlaşmayan çıkar çelişkileri vardır. Televizyon programında sar fedilen sözler bu çıkar çatışmasından kaynaklanabilir. Gerek IŞİD katliamları gerekse Suriye ve Libya süreçlerinde ortaya çıkan gerçeklerle birlikte düşünüldüğünde cüppeli Ahmet Hoca’nın selefi derneklerin silahlandıklarından söz etmesi boşuna değil.
"Yargılamanın sonu başından belliydi" diyen Bayraktar, "Davayı bir kısım tetikçilerle ve yardımcılarıyla sınırlı tutmak, eylem ve ilişkileri tam olarak açığa çıkmış olanları cezalandırmak, kamuouyuna da bu “olayların takipçisiyiz” mesajı vermek. Bu yargılamadan “adil” bir karar çıkması olanaksız, çünkü asıl sorumlular sanık değil. Asıl failleri ortaya çıkaracak her türlü araştırma ve inceleme yolu kapalı. Diğer katliamlarda olduğu gibi, takip altında olan ve katliamı gerçekleştirdikten sonra, zaten bilindikleri için kolayca yakalanıveren tetikçilere yönelik ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları “adalet yerini buldu” duygusu yaşatmadı, yaşatmaz. Bu duygu yaşanmadan da bu dava bitmez" yorumunda bulundu.