10 Kasımlarda Atatürk ve Türk toplumu

10 Kasımlarda Atatürk ve Türk toplumu

İsmail Özcan*

10 Kasım 2017, Atatürk’ün ölümünün 79. yılı. Atatürk 79 yıldan bu yana her 10 Kasım’da, dünyada başka hiçbir kurtarıcıya, lidere, komutana nasip olmayan bir bağlılık ve sahiplenmeyle anılıyor. Ölümünden 79 yıl sonra bile içinden çıktığı toplum tarafından Atatürk kadar bağlılık ifade edilen, sevilen ve sayılan başka hiçbir ülke lideri yoktur. Atatürk’e karşı olan bu sevginin, saygının, bağlılığın en önemli niteliği tamamen gönülden ve kendiliğinden olmasıdır. Bu da başka hiçbir lider için geçerli değildir.

Atatürk’ü büyük yapan sadece zamanına göre iyi bir öğrenim görmüş olması, çağının bilgisiyle donanmış bulunması, ülkesinin ölüm-kalım savaşını zaferle sonuçlandırması, yeni bir devlet kurması, muhafazakâr bir toplumda köklü devrimler yapması değil; bunlara ek olarak kendisine her zaman, her durumda rehberlik eden kişisel yetenekleri ve dehasıdır. Söz konusu bu yetenekleri ve dehası ona birçok üstünlük ve ayrıcalık sağlamıştır. Bu üstünlük ve ayrıcalıklardan biri de derin bir “reel politik” bilincine sahip olmasıdır.

Son yılların politik kültürünün en gözde paradigması olan bu “reel politik” bilincinin ona sağladığı en büyük kazanç, elindeki imkânları ve o imkânlarla neyi ne kadar yapabileceğini çok iyi hesap edebilmektir. Atatürk işte bu sayede hiçbir zaman hayallere kapılmamış, macera peşinde koşmamış, hiçbir işi şansa bırakmamıştır. Önderlik ettiği toplumun ve ülkenin potansiyelinin bir zerresini ziyan etmeden yararlanmanın matematik hesaplarını yapmıştır. Büyüklüğünün bir sırrı da budur. O, hayata, olaylara daima gerçekçi yaklaşmış; sınırlarını bilmiş; eylemlerinin ölçüsünü ve dozunu çok iyi ayarlamıştır. Çağdaşı birçok lider hayalperestlikleri uğrunda batağa saplanıp trajik bir şekilde sahneyi terk ederken o dimdik ayakta kalmayı sürdürmüştür. Atatürk erken de olsa doğal bir ölümle bu dünyadan ayrılırken kurduğu devletin istikbalinden, bu milletin muasır medeniyete ulaşması için gerçekleştirdiği devrimlerin rolünü yerine getireceğinden hiç şüphe duymamıştır.

Günümüz Türkiye’si bütün Müslüman ülkeler içinde ekonomik, toplumsal, siyasal, hukuksal açılardan muasır medeniyete en yakın noktada duran bir ülke ise, bunu en başta Atatürk’e borçludur. Bütün gerekçeleri bir araya topladığımızda Atatürk için yapılacak en kısa ve en doğru değerlendirme ise şudur: İyi ki Türk tarihinin kritik bir döneminde, Türk milletinin hayatında bir Atatürk ortaya çıkmış ve rol üstlenmiştir. Çok daha açık ve öz bir ifadeyle, iyi ki bu topraklardan bir Atatürk geçmiştir.

Türk toplumu olarak en büyük eksiğimiz, onu doğru dürüst sevmenin ve yüceltmenin henüz bir ölçüsünü, bir ayarını bulamamış olmamızdır. Onu olduğu gibi kabullenemiyoruz. O elbette sıradan bir insan değil, olabildiğince sıra dışı bir insan, ama sonuçta yine de insan.  Biz ise ona her türlü eksikten, kusurdan, zaaftan arınmış; insanüstü, doğaüstü bir varlıkmış gibi yaklaşıyoruz. Bu yaklaşımda Doğulu bir toplum oluşumuzun da rolü olduğunu düşünmekten insan kendini alamıyor.

Bu dünyaya gelmiş ve geçmiş, çok önemli roller üstlenmiş bütün büyük insanların insan olmanın doğal sonucu olarak kusurları, zaafları olmuştur. Onların büyüklüğüne inanan insanlar nazarında bu kusur ve zaaflar onların büyüklüğüne hiç zarar vermemiştir. Ama bizler Atatürk’ün de bir insan olarak yanlışları, zaafları olabileceğini kabul edemiyoruz. Daha da önemlisi bir insan olduğunu kabul edemiyoruz.

İşte böyle bir yaklaşım ona, yanılmaz, hata etmez, gücü kudreti sınırsız, doğaüstü adeta tanrısal bir nitelik kazandırıyor. Böyle nitelenince de akılcı, en rafine şekilde laik/seküler bir dünya görüşünün sahibi olan insanı en koyusundan dinsel/mistik kavramlarla yüceltmeye çalışıyoruz.

İki küçük örnek:

Elimizi yüzümüze kapıyoruz, Biz sana tapıyoruz. Varsın, teksin, yaratansın, Sana bağlanmayanlar utansın. (Aka Gündüz) İşte geldim dizüstü, gözlerim dolu dolu Rab kulu olsun eller, bizler Gazi’nin kulu. (Behçet Kemal Çağlar)           

Bu anlayış, bu algı yayılınca hem gerçek, hem de sanal âlemde “Olmasaydın olmazdık” gibi alabildiğine mistik sloganlar tekrarlanıyor. 79 yıl önce bu fani âleme veda etmiş olan insanın Anıt Kabirden kalkıp ülkenin sorunlarını çözmesi beklentisine giriliyor.

79 yıldan beri her 10 Kasım, Atatürk’ün ölümüne, yokluğuna hayıflanarak, feryat ederek bir mateme dönüştürülüyor. 10 Kasımlar; onu daha iyi anlamanın; onun nihai hedefi olan Türk vatanının mamur, Türk milletinin mutlu ve müreffeh hale getirilmesi çabasının fırsatına dönüştürülmüyor. Bu istikamette beyin fırtınaları estirilmiyor.

Bu 10 Kasımda da halk her yıl olduğu gibi Atatürk’ü anmak ve ona bağlılığını ifade etmek için Anıtkabir’e, Dolmabahçe’ye ve meydanlara akın edecektir. Saat 09.05’te bir dakikalığına tüm Türkiye’de hayat duracaktır.

Acaba bu gösteriler, bu eylemler, bu toplumun Atatürk’ü doğru dürüst anladığının, onun bu halktan beklentilerinin karşılandığının kanıtı olabilir mi?

Türkiye’de Atatürk için yazılmış yüzlerce şiirden biri olan ve içinde,

Beni seviyorsanız eğer ve anlıyorsanız Laboratuvarlarda sabahlayın, kahvelerde değil Bilim ağartsın saclarınızı, kitaplar Ancak böyle aydınlanır o sonsuz karanlıklar

Mustafa Kemal'i anlamak ağlamak değil Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.

dizelerinin de geçtiği Halim Yağcığolu’nun “Atatürk’ten Son Mektup” adlı, Atatürk’ü çok iyi anlayan ve anlatan şiirini okuyup üzerinde düşünmek; Atatürkçülüğe, ağlayıp sızlayarak kendini avutmaktan daha fazla yakışmaz mı?