İNGİLİZ BASINI Geçtiğimiz hafta sonu Kuzey İrlanda'da bir İngiliz askeri üssüne yapılan saldırıya ilişkin haber ve yorumlar, gazetelerin ilk sayfalarına hakim olmaya devam ediyor.
Times gazetesi konuyla ilgili haberinde, askeri üsteki güvenliğin zayıf olmasına odaklanıyor ve Gerçek IRA'nın üç tetikçisi otomatik silahlarla 60 el ateş açmaya başladıklarında, en yakın sivil korumanın üzerinde yalnızca bir tabancanın olduğunu yazıyor. Dün açıklanan bilgiler, savunma bakanlığının Kuzey İrlanda Güvenlik Güçleri'nin kapasitelerine ilişkin kaygılara sahip olduğu ve neredeyse bir yıldır denetleme çalışmaları yürüttüğünü ortaya koyuyor.
'Güvenliği en zayıf üsler Kuzey İrlanda'da' Cumartesi günü iki askerin öldürüldüğü saldırı ancak ordunun Kuzey İrlanda'daki güvenliği konusunda kayıtsız kalması sayesinde mümkün olabildi. Gazete ayrıca, ilginç diye nitelediği bir noktayı da vurguluyor: "İngiltere'nin başka yerlerindeki askeri üslerinde güvenlik, İslami terörizm tehdidi nedeniyle, Kuzey İrlanda'daki üslerden daha sıkı."
'Sinn Fein polisi destekliyor, orduyu işgalci görüyor' Independent gazetesi ise aynı konuyla ilgili bir analiz yazısında, eski IRA'nın siyasi kanadı Sinn Fein'in saldırı karşısındaki tutumunu incelemiş. David McKittrick imzalı makaleden öne çıkan tespitler şöyle: "Sinn Fein lideri Gerry Adams, Kuzey İrlanda'da polise destek veriyor; ama orduya değil. Sinn Fein liderinin askerlerin öldürülmesine verdiği tepki ve buna karşı gelen eleştiriler Kuzey İrlanda cumhuriyetçilerinin ordu ve polise karşı nasıl farklı tutumlar içinde olduklarını ortaya serdi. Kuzey İrlanda barış süreci, öyle bir evreye geldi ki, artık Sinn Fein, resmi olarak polis gücünü destekliyor ve taraftarlarına polise katılmaları çağrısında bulunabiliyor. Ancak, İngiltere ordusunun durumu farklı. Cumhuriyetçiler için, İngiltere ordusu hâlâ bir "işgal ordusu" olarak kalmaya devam ediyor."
Independent gazetesinin Kuzey İrlanda muhabiri, cumhuriyetçilerin, İngiltere ordusuna karşı olan tavırlarının yalnızca bir ideoloji meselesi olmadığını da savunuyor. "Ordu çatışmalı yıllarda 105 IRA militanını öldürdü. Buna karşılık IRA'nın öldürdüğü toplam 447 asker var. Cumhuriyetçilerin Antrim'deki öldürme olaylarını kınamak için 14 saat beklemelerinin açıklaması, bu polisi destekleyen ama orduya karşı çıkan tavırda aranabilir. Askerlere karşı bu son saldırı, cumhuriyetçiler arasında yeni bir tartışma başlatabilir. Sorun, cumhuriyetçilerin desteklemedikleri ordunun askerlerini öldürenleri bulmak için, destekledikleri polise yardım edip etmeyeceklerinde düğümleniyor.
'BM: İngiltere hak ihlali yapıyor ve gizliyor Guardian gazetesi, Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan bir raporda, İngiltere'ye insan haklarını ihlal etme eleştirisi getirildiğini yazıyor. Gazete, Birleşmiş Milletler'in terörle mücadele ve insan hakları konularındaki özel temsilcisi tarafından hazırlanan raporun özellikle İngiltere ile ilgili kısımlarına odaklanmış. Rapora göre, İngiltere terörle mücadele adı altında yürüttüğü operasyonlarda temel insan haklarını ihlal ediyor ve bu ihlalleri gizlemeye çalışıyor. Raporda özellikle sert eleştirilen noktalardan biri de İngiltere'nin tutukluların işkence görmesi mümkün olan yer ve ülkelere transfer edilmesinde oynadığı rol. Raporda, İngiltere'nin Amerika Birleşik Devletleri tarafından yürütülen olağanüstü nakil programına kısmen dahil olduğu da vurgulanıyor. Raporun ortaya koyduğu önemli iddialardan biri de, İngiltere istihbarat servisi mensuplarının, Pakistan'da tutukluların işkence gördüğü evlerde sorgulara katıldıkları. Guardian, Birleşmiş Milletler raporunun İngiltere ile birlikte Amerika Birleşik Devletleri, Almanya, İtalya, Polonya ve Romanya'yı da insan hakları ihlallerini gizlemekle suçladığını belirtiyor. Gazete, rapora ilişkin İngiltere'den tepkilere de yer vermiş: İngiltere'de Liberal Demokrat Parti'nin dış ilişkiler sözcüsü Edward Davey, "ülkemizde hukukun üstünlüğünü korumak için dışarıdaki kurumlara güvenmek durumunda kalmamız utanç verici" diyor. Binyam Muhammed ve başka Guantanamo tutuklularını temsil eden Reprieve adlı insan hakları kuruluşundan Clive Stafford Smith ise, hükümetin, dışarıdan gelen bu eleştiriyi ciddiye alması ve harekete geçmesi gerektiğini söylüyor.
'Kapitalizmin geleceği değil insanların geleceği önemli' Financial Times gazetesinin, kapitalizmin geleceği konulu tartışmasına katılan Brezilya Cumhurbaşkanı Luiz Inacio Lula da Silva, makalesinde "Önemli olan insanlığın geleceğidir" diyor. "Kapitalizm benim için hiçbir zaman soyut bir kavram olmadı. Ailem Brezilya'nın kuzey doğusunda taşradaki sefil hayatını ben gençken terkedip Sao Paolo'ya göç etmişti. Çocukluğum, öteki fakir ailelerin çocuklarının hayatından pek de farklı değildi." Lula da Silva, işçi liderliğinden cumhurbaşkanlığına giden kariyerinde, ülkede istikrarın sağlanamayacağını söyleyenleri haksız çıkardıklarını da yazıyordu. Brezilya ekonomisini, kriz karşısında güçlü bir konuma getirdiklerini söyleyen Silva şöyle devam ediyor: "Bugün kimse, kapitalizmin geleceğini tahmin etmeye cesaret edemiyor. Bense krizin ardından nasıl bir toplumun ortaya çıkmasını istediğime dair umutlarımı aktarabilirim. "Geleceğin toplumu bana göre, spekülasyonu değil üretimi ödüllendirecek. Finans sektörünün rolü, üretim sektörünü canlandırmak, geliştirmek olacak. Bu sektör hem ulusal hem de uluslararası denetim mekanizmalarına tabi olacak. Uluslararası ticarette, şimdilerde gelişmeye başladığı görülen korumacılığa rastlanmayacak. "Tüm bu değişimlerin ötesinde, geleceğin toplumu ekonomik dogmalardan uzak yaşayan bir toplum olacak. Krizden sonraki ekonomik ve sosyal düzene ne isim konacağıyla ilgilenmiyorum. Yeni sistemin temel kaygısı insanlar olduğu sürece, benim için bir sorun yok."
'Yaratılış fen bilimleri derslerinde tartışılacak' Yaratılış düşüncesinin İngiltere'de fen bilimleri derslerinde tartışılacağını aktaran
Daily Telegraph gazetesi, bu adımla, öğrencilerin yaşamın kökeni üzerine düşünmeye teşvik edilmek istendiklerini yazıyor. Yaratılış hikayesinin 11-14 yaş grubundaki öğrencilere okutulacak fen bilimi ve din dersleri için nasıl kullanılabileceğini ortaya koyan rehber kitaplar okullara gönderilmeye başladı. Yeni modüllerle Charles Darwin'in evrim teorisinin, karşıtı olan yaratılış düşüncesi veya onun son hali olan akıllı tasarım teorisiyle birlikte verilmesi planlanıyor. Okullara gönderilen rehber kitaplar, yaratılış düşüncesinin dini eğitimde öğretilmesini, ancak bilim derslerinin müfredatına girmemesi gerektiğini vurguluyor. Ancak, bu konunun fen bilim derslerinde tartışılmasına izin verildiği belirtiliyor.
'Araba değiştirmeye yardım da çevrecilik oyunu' Çevreci yazar ve politik eylemci George Monbiot, Guardian gazetesindeki makalesinde hükümetin çevreci olarak yansıttığı son hamlesini eleştiriyor. Makaleden öne çıkan tespitler şöyle: Hastaneler ve okullar için hiçbir zaman bulunmayan ve hiçbir zaman da bulunamayacak olan kamu parasının, bankacılar için nasıl bir anda akmaya başladığını gördük. Şimdiyse oyunların en kötülerinden biriyle karşı karşıyayız. Hükümet bu kez eski arabasını değiştirmek isteyen sürücülere 2000 Sterlin, yani yaklaşık 2800 dolar yardım etmeyi planlıyor. Medyaya göre bu, benzini daha verimli harcayan küçük arabalara bir geçişi sağlayacak bir adım. Ancak, İngiltere hükümetinin yeni hamle için örnek aldığı ülke Almanya ve orada eski arabayla değiştirilecek yeni model arabaların karbon salımlarının düşük olması gibi bir gereklilik bulunmuyor. Dolayısıyla bu hamle, araba endüstrisini korumaktan başka bir amaca hizmet etmiyor. Oto endüstrisi talep gören trendleri izlemeyi başaramayarak fazla benzin yakan araçlar üretmeye devam etti ve bugün sektör kriz içinde. Ama onlar da bankacılar gibi, kendi hatalarının bedelini hepimizin ödemesini istiyorlar.
(BBC Türkçe)ALMAN BASINI Bugünkü Alman gazetelerinin yorum sütunlarında, küresel ekonomik krizin etkileri, ABD Başkanı Barack Obama’nın Afganistan açılımı ve Kuzey İrlanda’da yaşanan terör korkusuna ilişkin değerlendirmeler dikkat çekiyor.
Tagesspiegel gazetesi, küresel krize ilişkin uluslararası kuruluşların açıkladığı son raporları değerlendiriyor: “50 trilyon dolar… Bu, açıklanan son rakam. Asya Kalkınma Bankası’nın tahminine göre, şu ana kadar dünya genelinde yok alan servetin değeri böyle. Ancak bu miktarın büyük bir bölümünün kâğıt üzerinde ve sadece geçici olarak kaybedildiği bir gerçek. Kimileri kısa vadede korkunç görünen bu durumun, uzun vadede de tekrarlanabileceğini tahmin ediyor. Söz konusu olan ise sadece para, daha çok para… Ancak bu, küresel durgunluğun dramatik şekilde etkilediği dünyanın en yoksul ülkelerindeki sefaletle karşılaştırılamaz. Zira bu ülkelerdeki kriz sanal değil, aksine bir ölüm-kalım meselesi. Bankalar battığı için insanlar ölüyor. Avrupa, Afrika’nın sadece çok da uzakta olmadığını hatırlamalı.” Dünya Bankası dün açıkladığı raporda, küresel ekonominin bu yıl İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana ilk kez küçüleceği tahmininde bulunmuştu. Raporda, gelişmekte olan ülkelerin küresel krizden ağır şekilde etkilendiği belirtiliyordu. Handelsblatt gazetesi de Asya Kalkınma Bankası ve Dünya Bankası’nın raporlarının krize iyimser bakanları uyandırdığı değerlendirmesini yaparak birlikte hareket etmenin önemine değiniyor: “Küresel kriz ortamında, resmi ve özel kuruluşların çabaları birbirleri ile şu anda olduğundan çok daha sıkı birleştirilmeli. Eğer bu başarılabilirse, tüketim teşvikleri, vergi kolaylıkları ve hedeflenen yatırımların birbirine bağlı hareket etmesi ile ulusal sınırları aşan bir etki yaratabilir. Dünya ekonomisi de böylece 2010 yılında yeniden büyüme sürecine girebilir.” Gazetelerde dikkat çeken bir başka konu da Afganistan. Almanya Savunma Bakanı’nın Afganistan ziyaretine ve Obama’nın bölgeyle ilgili planlarına dikkat çeken
Maerkische Allgemeine gazetesi, Taliban’la masaya oturma seçeneğine işaret ediyor: “Sosyal Demokrat Parti’nin eski Genel Başkanı Kurt Beck, Afganistan’ın özgürleştirilmesi için Taliban’la müzakere edilmesi fikrini geçen yıl ortaya attığında hayli eleştiri ve gürültüye yol açmıştı. Ancak şimdi aynı fikir, biraz daha etkin bir oyuncu olarak dayanılmaz “Obama karizması” tarafından gündeme getirildiğinde, iyi niyetle kafalar sallanıyor… Ancak Molla Ömer’in şekillendirdiği Taliban’ın fanatik beyinleri ile kimse müzakereye girmek istemez. Masaya oturulabilecek ılımlı bir Taliban, olsa olsa aralarında bölünmeye neden olur, terör saldırılarına bir çözüm olmaz.” Kuzey İrlanda’da hafta sonu düzenlenen saldırı da Alman basınında yankılanmaya devam ediyor.
Rhein Zeitung’da yer alan değerlendirmede şu ifadeler dikkat çekiyor: “Savaş daha unutulmadı. Eski düşman ülkede yumuşayan iklimi yeniden zehirledi. Ancak teröristler, kan akıtarak Kuzey İrlanda'daki kötü şöhretli isyanlarını yeniden canlandıramayacak. Ancak diğer yandan barış sürecinin yavaşlama tehlikesine girmesi söz konusu ve ayrıca hükümetin saygınlığının zarar görmesi de olası. Hiç kimse siyasete şiddetin geri dönmesini istemiyor: Bu iyi haber. Ancak bir de kötüsü var: Barış sürecinin kaybedeni olarak görülen iki askerin katili “Gerçek IRA” örgütü, pes etmeyecek."
(Deutsche Welle Türkçe) ABD BASINI (9 Mart)
Washington Post başkan Obama’nın Türkiye’ye gitme kararının yeni yönetimin İslam dünyasına yaklaşımı açısından önemli bir mesaj olduğunu yazıyor. Scott Wilson imzalı değerlendirmede Türkiye’nin ılımlı İslamcı bir parti tarafından yönetilen laik bir ülke olduğu vurgulanıyor "Obama, Avrupa gezisine Türkiye’yi de ekleyerek, bu ülkenin gelişen bir pazar, askeri müttefik ve Hazar bölgesi doğal kaynaklarının güvenliğinde önemli bir aktör olarak önemini vurgulamak istiyor. Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki seçilmiş hükümet, radikal İslamcı partilerin siyasi nüfuzlarını arttırdığı Arap ülkelerine bir model olarak sunuluyor. Hamas’la da ilişki içinde olan Türkiye, birçok Avrupalı ve Amerikalı diplomat tarafından İsrail’le Arap komşuları arasında önemli bir köprü olarak görülüyor. Türkiye ayrıca Hazar bölgesindeki petrol ve doğal gaz kaynaklarının sevkıyatı açısından da önemli bir konumda bulunuyor."
Christian Science Monitor Hillary Clinton’ın Türkiye ziyareti sırasında Hadi Gel Bizimle Ol adlı televizyon programına da katıldığı belirtiliyor. Haberde, Clinton’ın Amerika’nın Türkiye’deki imajını düzeltme konusunda önemli adımlar attığını yazıyor. "Son birkaç yılda Amerika’nın Türkiye’deki imajı çok kötüydü. Irak savaşına karşı çıkan Türk halkı aynı zamanda Amerika’nın PKK ile mücadelede ciddi bir adım atmadığına inanıyordu. Amerikalı üst düzey yetkililer de halkın arasına karışmıyordu. Bush’un İstanbul ziyareti sırasında alınan güvenlik önlemleri nedeniyle bazı bölgeler hayalet kente dönüşmüştü. Clinton’ın ziyareti sırasında da güvenlik üst düzeydeydi ancak Clinton’ın sokaktaki vatandaşa ulaşma çabası dikkat çekiciydi. Televizyon programına katılması da bu çabanın bir yansımasıydı. Programda belki bölgenin jeostratejik sorunları konuşulmadı ama Clinton’ın samimiyeti dikkat çekti. Ancak, bazı gözlemciler bu çabaların Türk kamuoyunun görüşünü değiştirmesine yetmeyeceğini düşünüyor."
New York Times, tarihçi Murat Bardakçı’nın Osmanlı arşivlerine dayanarak 1915-1916 yılları arasında 972 bin Ermeni’nin yok olduğunu belgelediği belirtiliyor. Haberde, kitabın Türkiye’de büyük bir sessizlikle karşılandığı vurgulanıyor. "Türk halkının büyük bir kısmı nesiller boyunca Ermeni soykırımının detaylarını bilmeden yaşadı. Bir milyondan fazla Ermeni’nin öldürülmesi okul kitaplarında yer almadı, resmi tarihçiler geçmişi unutturma çabasına girdi ve Türkiye tarihinin bu çirkin yüzünü Sovyet tarzı bir biçimde gözden uzak tuttu. Ancak son 10 yıldır, sivil toplumun gelişmesine paralel olarak, Türk halkının bir kısmı yaşananlara ilişkin devletin anlattıklarını sorgulamaya başladı. Türk yorumcular Murat Bardakçı’nın kitabının sessizlikle karşılanmasını, konunun hala bir tabu olarak görülmesine bağlıyor. Ancak kitabın yayınlanmış olması bile Türk demokrasisinin geldiği nokta açısından önemli."
USA Today Amerika’nın bazı Taliban üyeleriyle temasa geçme düşüncesinin fırsatlar olduğu kadar tehlikeler içerdiği de görüşünde. Gazete, Obama yönetimini bu konuda dikkatli olmaya çağırıyor. "Afganistan’daki savaşın bitmesi için sadece askeri güç kullanımının yetmeyeceği ve siyasi istikrarın sağlanması gerektiği konusunda genel bir mutabakat var. Bu bağlamda fazla aşırı olmayan alt düzey Taliban üyeleriyle anlaşmaya varmak anlamlı görünüyor. Ancak Amerika ve NATO bir yandan da askeri baskıyı sürdürmeli ve görüşmelere güçlü bir noktadan başlamalıdır. Şimdilik Taliban’la görüşmeler, belki Suudi Arabistan’ın da arabuluculuğuyla Afgan yetkililere bırakılmalıdır."
(Amerika'nın Sesi) (Not: Saat farkından ötürü ABD basını gecikmeli olarak verilebilmektedir)