Birbirlerini on yıllardır düşman kabul eden Washington ile Tahran’ın arasındaki gerilim son dönemdeki gelişmelerle tüm dünyada ‘sıcak savaş’ endişelerine neden oldu. Geçen bahar ABD Başkanı Donald Trump’ın “İran’ın Orta Doğu’da bir saldırı düzenlemesine’’ dair aldığı bir ‘istihbarat’ın ardından bölgeye savaş gemileri sokmasıyla başlayan yüksek gerilim, Orta Doğu’nun en nüfuzlu generallerinden Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin öldürülmesiyle tepe noktaya ulaştı. İran’ın misilleme olarak Irak’taki bir ABD üssünü vurması ve Tahran’da Ukrayna yolcu uçağının ‘resmi açıklamalara göre füze tehdidi gerekçesiyle ‘yanlışlıkla’ düşürülmesi ise iki ülke arasındaki gerilimin dünya kamuoyunu daha uzun süre meşgul edeceğinin işaretlerini verdi.
Tüm dünyanın odaklandığı krizin bu noktaya geliş hikâyesi, soru ve yanıtlarla şöyle…
Bu sorunun birçok uzmana göre çok sayıda farklı cevabı var. Bazı Batılı siyasal bilimciler ve uluslararası ilişkiler uzmanları bunu direkt “emperyalist kuvvetler aynı çıkarlar için mücadele ediyorsa düşman olurlar” diyerek kestirip atabilir, ancak İran-ABD ‘düşmanlığının’ arkasında derin bir tarih yatıyor.
1953’de, ABD artık bugün Orta Doğu’da uygulamasına alıştığımız bir ‘taktiği’ İran üzerinde uyguladı ve CIA ile Britanya istihbaratı ülkede bir darbe organize etti. Ülkenin demokratik olarak seçilmiş lideri Muhammed Musaddık bu darbeyle devrildi. Bu gelişme uzun yıllara yayılacak karşılıklı krizlerin ilk adımı oldu.
1979’da ABD’nin desteklediği taraf kaybetti ve Şah Rıza Pehlevi liderliğindeki laik/otoriter sistem Ayetullah Humeyni liderliğindeki “İslam Devrimi” ile sona erdi. 1979’daki bu radikal dönüşümün ardından İran bir “İslam devleti” olarak ilan edildi. Aynı yıl Tahran’da protestocular ABD Büyükelçiliği’ni bastı. Filmlere de konu olan bu baskının ardından 52 ABD’li çalışan 444 gün boyunca rehin tutuldu. 1988’de ABD savaş gemisi bir İran yolcu uçağını vurdu. 2000’ler yeni krizler getirdi. ABD Başkanı George W. Bush bir eli Irak’tayken İran’ı “kötülüğün mihveri” ilan etti. Süreç içinde İran’ın geliştirdiği nükleer program Batı’da endişe yarattı. İran’ın nükleer programını durdurmak üzere bir anlaşma yapıldı, ancak 2020 başında patlayan son krizle bu anlaşma krizle iptal edildi. Son olarak 2019’da Körfez krizi yaşandı. ABD bölgeye asker yığdı, karşılıklı tankerlere el konuldu. Yine savaş alarmları duyuldu, ancak sonunda kriz duruldu.
Bu krizlerin kökeninde yatan başka sorunlar da olduğu söylenebilir. İran uzun süredir ABD askerinin bölgeden çekilmesini istiyor. İki ülke İsrail’in bölgedeki durumu konusunda da çok farklı görüşlere sahip. İran, Devrim Muhafızları Kudüs Gücü sayesinde bölgede çok geniş bir istihbarat ağına sahip. Süleymani yönetiminde bu ağı çok rahat bir şekilde harekete geçirebiliyordu.
İran aynı zamanda son yıllarda ABD’nin üzerinde etki kurmakta en çok zorlandığı ülkelerden biri. İran’ın bölgedeki diğer ülkeler üzerindeki etkisiyle ABD’nin Lübnan, Suriye ve Irak gibi ülkelerin üzerinde tam denetim kuramamasına da sebep olduğu biliniyor. İran, bu ülkelerdeki Şii gruplara Devrim Muhafızları aracılığıyla destek de veriyor.
Yüksek tansiyonun arka planı geçen bahara dayansa da mevcut gerilimin fitili 27 Aralık 2019’da ateşlendi. Irak ve IŞİD Karşıtı Koalisyon güçlerinin kaldığı bir askeri üs roketlerle vuruldu. Saldırıda Nawres Hamid isimli bir ABD vatandaşı müteahhit hayatını kaybetti. ABD saldırıdan İran destekli Katain Hizbullah örgütünün sorumlu olduğunu iddia etti.
ABD Savunma Bakanı Mark Esper, 29 Aralık 2019 günü bir ABD’linin ölümüne sebep olan İran destekli Iraklı bir milis gruba saldırı düzenlediğini açıkladı. ABD Savunma Bakanlığı sözcüsü 5 noktanın hedef alındığını duyururken, Dışişleri Bakanı Mike Pompeo da operasyonun “ABD’nin İran’ın vatandaşlarının öldürülmesine sebep olan hareketlerine tolerans göstermeyeceğine dair bir mesaj” olduğunu söyledi. Bu operasyon sonucunda Irak’ta ve Suriye’de en az 25 kişinin hayatını kaybettiği belirtildi.
Washington’un bu hamlesine milis gruplardan karşılık gecikmedi. ABD’nin Bağdat’taki büyükelçiliği yılın son gününde protestocular tarafından saldırıya uğradı. Binlerce İran yanlısı Iraklı Şii milis, ABD’nin Bağdat Büyükelçiliği’ni kuşattı. Dışarıda, “ABD’ye ölüm” sloganları atılırken, diplomatlar binanın içinde mahsur kaldı. Bazı protestocular yerleşkenin içine girerek ateş yaktı. Kuşatma İran'a yakınlığıyla bilinen çoğunluğunu Iraklı Şii milis güçlerin oluşturduğu Haşdi Şabi (Gönüllü Halk Güçleri) çağrısıyla 1 Ocak’ta sona erdi.
Krizde bugüne kadar yapılan en radikal hamle, insanlar yeni yıl kutlamalarının rehavetini bile atamamışken, 3 Ocak’ta meydana geldi. ABD’ye ait bir SİHA (silahlı insansın hava aracı), Beyaz Saray’ın emriyle Orta Doğu’nun en etkili komutanı olarak bilinen, kimilerinin İran’ın bir sonraki Cumhurbaşkanı olmasına kesin gözüyle baktığı Süleymani’nin konvoyunu vurdu. Haşdi Şabi komutanı Abdülmehi el Mühendis’in de bulunduğu konvoydan kimse canlı kurtulamadı. Beyaz Saray’ın emrine, ABD’de muhalefet de dahil olmak üzere, birçok ülke tepki gösterdi. Tahran, suikaste karşılık “intikam” sözü verdi.
İran, 8 Ocak sabahı, ABD’nin Süleymani’yi vurduğu saatlerde karşı atağa geçti. Devrim Muhafızları, ABD’nin Irak’ın Ayn el-Esad ve Erbil kentlerindeki üslerini 13 füze ile vurdu. İran devlet televizyonu haberi “Süleymani’nin intikamı için ilk adım atıldı” ifadeleriyle geçerken, kısa süre sonra saldırıda 80 ABD’linin öldüğünü iddia etti. İran’ın dini lideri Ali Hamaney, yaptığı açıklamada bu saldırının son olmayacağının sinyallerini verdi. Kısa süre sonra birçok kaynak olayda kimsenin yaralanmadığını duyurdu. Pentagon, İran’ın, hedef aldığı ABD üssünü “bilinçli olarak ıskaladığını” açıkladı.
Saldırılardan sonra tüm gözler Washington’a, Trump’ın yapacağı konuşmaya çevrildi. ABD lideri, İran saldırısında hiçbir can kaybı olmadığını vurgularken gerilimi tırmandırmak yerine savaş riski almamayı seçti ve ılımlı bir konuşma yaptı. Daha sonra ABD, Birleşmiş Milletler’e gönderdiği mektupta İran’la ön koşulsuz görüşmeye hazır olduklarını bildirdi.
Tahran Trump’ın açıklamalarından sonra gerilimi daha da artıracak bir söylemde bulunmasa da Devrim Muhafızları “daha sert intikamın yakında alınacağını” ifade eden bir açıklamada bulundu. Yabancı ajanslara göre Irak’taki ABD Büyükelçiliği yakınlarına iki kez füze düştü. İlerleyen günlerde de saldırılar sürdü ancak hayatını kaybeden olmadı.
Washington, Süleymani’nin elinde, birçok ABD’li de dahil olmak üzere binlerce kişinin kanı olduğunu söyledi. İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı, İran’ın Orta Doğu’daki “proxy” güçlerinden de sorumluydu. Bu sebeple birçok kişi Bağdat’taki büyükelçiliğin kuşatılmasında da Süleymani’nin direkt olarak parmağı olduğu düşünüyordu.
Süleymani, Tahran’ın Orta Doğu’daki ‘sert güç politikası’nın baş mimarlarındandı. Birçok kişiye göre general İran’ın dış politikasını belirlemekte direkt rol oynuyordu.
Kudüs Gücü Komutanı’nın öldürülmesinde kişisel ilişkilerinin de önemli rol oynadığını düşünenler var. Birçok kaynağın, İran’ın dini lideri Hamaney’in “manevi oğlu” olarak nitelendirdiği Süleymani, Orta Doğu’da çok geniş bir iletişim ağına sahipti.
Devrim Muhafızları 1979’da İran İslam Devrimi’nden sonra kuruldu. Direkt olarak ülkenin en üst yöneticisi konumunda bulunan dini lidere bağlı olan Devrim Muhafızları “İran’ı içerideki ve dışarıdaki tehditlerden korumakla” görevlendirildi. Council of Foreign Relations, İran’ın geleneksel ordusu “çok güçlü olmadığı” için Devrim Muhafızları’nın bölgedeki “devlete bağlı olmayan örgütlerle” işbirliği yaptığını belirtti. Devrim Muhafızları’nın yaklaşık 190 bin kişilik personeli bulunuyor. Grup kendi hava, kara ve deniz kuvvetlerine sahip. Devrim Muhafızları’nın siyasi olarak da çok etkili olduğu biliniyor.
Süleymani, Devrim Muhafızları’nın İran dışında faaliyet gösteren özel kolu Kudüs Gücü’nün başında bulunuyordu. Kudüs Gücü’nün bölgedeki milis grupları örgütleyip İran’ın çıkarları için yönlendirdiği biliniyor. Devrim Muhafızları Kudüs Gücü’nün bu gruplara ekonomik destek, teknoloji ve eğitim sağladığı ifade ediliyor.
2019’un Nisan ayında ABD Başkanı Donald Trump, Devrim Muhafızları’nı “teröre destek sağladığı, finanse ve teşvik ettiği” gerekçesiyle “yabancı terör örgütü” ilan etti.
ABD de, İran da Orta Doğu’daki farklı ülkeler üzerinde gerek “yumuşak” gerek “sert” anlamda güce sahip olmak isteyen ülkeler. Dolayısıyla iki ülke de uzun süredir birbirlerinin diğer toplumlar üzerindeki etki ve baskısını kırmaya çalışıyor.
Krizin son perdesinde Tahran, “ABD’nin bölgeden tamamıyla” çıkması gerektiği vurgusunu öne çıkardı. İran, Orta Doğu’yu yozlaştırdığını savunduğu ABD’nin askeri güçlerini geri çağırmasını istiyor. Süleymani atağı sonrası İran’ı memnun edecek yönde Irak Washington’a “askerlerinizi çekin” çağrısı yapsa da, ABD Dışişleri Bakanlığı bu çağrıyı reddetti ve ülkede kalacaklarını ifade etti.
ABD ise uzun süredir İran’ın nükleer silah üretmesini engellemeye çalışıyor. ABD, 2015’te masa başında İran’ın üretimini durdurmayı başarsa da geçen yıl sonu başlayan ve 2020 başında patlak veren krizden sonra Tahran tekrar nükleer programa devam edeceğinin sinyallerini verdi.
ABD de tıpkı İran gibi rakibinin bölgede güçlenmesini ve daha etkili olmasını istemiyor. Rusya ile yakınlığı olan Tahran yönetiminin bölgede etkili hale gelmesi, ABD’de Moskova’nın bölgede daha güçlü hale geleceği endişesi de yaratıyor.
Krizin gelecekte ne kadar büyüyeceğini İran’ın atacağı adımlar belirleyebilir. Trump üslere yapılan saldırılardan önce İran’ın yapacağı bir hamleye karşılık verileceğini ve İran’daki tarihi/kültürel alanların hedef alınacağını ifade etmişti.
Diğer yandan ABD’nin yasama organı olan Kongre’de muhalefet Trump’ın “elini kolunu bağlamak” için girişimlerde bulunuyor. Kongre’nin alt kanadı Temsilciler Meclisi “Trump’ın Kongre onayı olmadan İran’a askeri harekât düzenlemesini engelleyen tasarıyı” geçirse de, yasa tasarısının Cumhuriyetçi Parti’nin kontrolündeki Senato’dan geçme ihtimali düşük bulunuyor.
İran’da Devrim Muhafızları içindeki bazı gruplar ise komutanlarından birinin öldürülmesinin karşılığında yapılan harekâtı yeterli bulmamış görünüyor.
T24’e konuşan güvenlik analisti Metin Gürcan, ABD’nin İran’ın saldırılarından sonra atacağı adımın krizin geleceğini belirleyeceğini ifade etti. Gürcan, “Eğer Amerika askeri karşılık verirse niyetlerinin gerilimi tırmandırmak ve konvansiyonel bir çatışmaya girmek olacağını anlayacağız. Şayet Amerika bir adım atmaz, biraz da zamana yayarsa gerilimi düşürmek istediği sonucunu çıkaracağız” dedi.
Trump yaptığı açıklamalarla şu anda, Gürcan’ın işaret ettiği ikinci opsiyonu seçmiş gibi gözüküyor.
Gürcan, ABD’nin İran’a karşılık verme kararı alması durumunda farklı ülkelerdeki hedefleri değil, direkt olarak İran’ı hedef alacağını düşündüğünü belirtti.
Devrim Muhafızları ABD üslerini vurduktan sonra "Her durumda İran'a karşı düşmanca ve saldırganca eylemlerin kaynağı hedef alınacaktır” diyerek bölgede ABD askeri bulunduran diğer ülkelere de gözdağı verdi. Türkiye’deki İncirlik ve Kürecik üslerinde ABD güçleri bulunuyor.
Güvenlik analisti Dr. Metin Gürcan, bu açıklamadan sonra ABD’nin olası bir İran karşıtı harekâtta Ankara’nın İncirlik ve Kürecik’in kullanılmasına izin vermeyeceği değerlendirmesinde bulundu. Ankara’nın şu anda bir denge siyaseti izlemeye çalıştığını ifade eden Gürcan, “Türkiye ne Amerika’ya, ne İran’a net bir taraf belli etmeden arada durmaya çalışıyor” dedi. Dr. Gürcan ilerleyen süreçte İran-Rusya bloğunun ve ABD’nin “tarafını seçmesi” için Türkiye’ye baskı yapacağını öngördüğünü ifade etti.
T24’ün bölgeye ilişkin gelişmeleri yakından izleyen uzman yazarı Akdoğan Özkan da benzer değerlendirmelerde bulunarak, “Ankara şu an için itidalli bir dil ve tutum içinde gözüküyor. Sanıyorum bunu olabildiğince sürdürecektir” dedi. Özkan “En kötü senaryonun (savaş) gerçekleşmesi durumunda, onu daha da kötüleştirecek ve katastrofiye dönüştürecek şey, Ankara'nın ABD'nin İran'ı İncirlik'ten de vurması için izin vermesi, Türkiye'den de cephe açmasına müsaade etmesi olur. Buna yanaşacağını da sanmıyorum” değerlendirmesinde bulundu.
“Ankara’nın son iki senedir aradaki gri alanlara oynadığı bir denge siyaseti vardı. Rusya ve İran’la arası bozulduğu zaman Amerika’ya, Amerika ile arası bozulduğu zaman Rusya ve İran’a gidiyordu” diyen Metin Gürcan da, artık bu durumun değiştiğini belirterek, “Şimdi artık net saflar belirginleşmeye başladı. Bu yeni dönemde denge siyasetini Ankara’nın takip edebilmesi çok güç” görüşünü dile getirdi.
Orta Doğu’daki mevcut gelişmelerin Türkiye-ABD ilişkilerini de etkileyeceği yorumunda bulunan Gürcan, ABD’nin Irak’taki güçlerinin büyük bölümünü Suriye’deki Deyrizor’a yönlendirdiğini dile getirerek, “ABD’nin İran milislerine karşı YPG ile işbirliği ve Washington’un Suriye ve Irak’ta kalma çabası daha da artacak” dedi.
Türkiye’nin sürecin içine aktif olarak çekilmesini belirleyebilecek bir başka etken de NATO. ABD’nin NATO çatısı altında da müttefiki olan Türkiye, NATO Anlaşması’nın 5. maddesi kapsamında, İran’ın saldırması durumunda ABD’ye destek sunmak zorunda kalabilir.
Türkiye, Suriye’deki iç savaşta İran ile ters kafalarda yer aldı. Ankara muhalif gruplara desteğini verirken, Tahran Erdoğan'ın yıkılmasını istediği ve "terörist" diye andığı Esad rejimini destekledi.
Bilindiği kadarıyla şu an İran’ın nükleer silahları bulunmuyor, ancak Süleymani’nin öldürülmesinin ardından Tahran 2015 Nükleer Anlaşması’na uymayı tamamen bırakacağını duyurdu.
Birçok uzman, İran’ın eninde sonunda nükleer silah üretecek bilgi ve uzmanlığa sahip olduğunu düşünüyor. Bazı yorumcular ise İran’ın aslında nükleer silaha bile gerek duymadığını, bunu bir müzakere aracı olarak kullandığını düşünüyor.
Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian, anlaşmaya uymayı bıraktığı takdirde İran’ın bir veya iki yıl içerisinde nükleer silah sahibi olabileceğini söyledi.
İran, ABD’nin ülkeye uyguladığı yaptırımlar sebebiyle geçen yıldan bu yana 2015 anlaşmasına uyumunu kademeli olarak azaltıyordu.
İran, Orta Doğu’nun en güçlü ülkelerinden biri. Devrim Muhafızları’nın bölgedeki birçok bağlantısı, Tahran’ın bölgedeki etkisini güçlü kılıyor.
ABD’ye karşı Orta Doğu’yu ilgilendiren birçok konuda Rusya’nın yanında yer alan İran, bölgedeki emperyalist güç çekişmesinin hangi yöne gideceğini belirlemede de önemli bir aktör konumunda.
Son yıllarda siyasi olarak çok yakın durmasalar da İran, Türkiye’ye en çok doğalgaz sağlayan ikinci ülke konumunda. İran sınırdaş olduğu Türkiye’ye petrol ve petrol ürünleri de ihraç ediyor.
İran’ın şu anda konvansiyonel petrol rezervleri yaklaşık olarak 155,60 milyar varil. İran bu verilere göre dünyanın en çok petrol rezervine sahip üçüncü ülkesi. İran’ın önünde ABD’nin Orta Doğu’daki müttefiki Suudi Arabistan ve hükümetini ayakta tutmaya çalıştığı Venezuela yer alıyor.
Körfez ülkesi İran’ın ayrıca bölgenin en önemli geçiş noktalarından olan Hürmüz Boğazı’na kıyısı var. Kriz sırasında Hürmüz Boğazı'nın kapatılması da gündeme geldi.
T24 yazarı Akdoğan Özkan, Hürmüz Boğazı’nın herhangi bir nedenle kapatılması durumunda küresel piyasaların çökme noktasına gelebileceğini ifade etti. Özkan, bu değerlendirmesinin gerekçesini şöyle açıkladı:
“Piyasa uzmanları Hürmüz Boğazı’nın kapanması durumunda zaten 60 dolarlardan başlayıp şu ara 70 dolar sınırına ulaşan ham petrolün varil fiyatının 250 dolar seviyesine bile tırmanmasının mümkün olduğunu düşünüyorlar. Dünyanın önemli bir bölümü için bundan daha büyük bir kâbus olamaz sanıyorum. Mesele sadece ham petrol ile de sınırlı değil. Türev piyasalar da bundan etkilenecektir. Bazı uzmanlar toplam türev piyasaların büyüklüğünün 1,2-2,5 katrilyon dolar arasında olduğunu tahmin ediyor. Dünyanın toplam GSMH’sı zaten 85 trilyon dolar… Demek ki, en mütevazı tahminle bile bunun 15 katı bir rakamdan söz ediyoruz.”
Özkan, “Beyaz Saray’ın geçen yıl bölgede tırmanan gerilimde İran ile çatışmaya girme hususunda geri vitese takmasının ardında bu sebep yatıyordu” değerlendirmesini yapıyor.
Dünyanın en istikrarsız bölgelerinden birinde çıkacak yeni bir savaşın bölgeye daha çok istikrarsızlık getireceği konusunda neredeyse herkes hem fikir.
Akdoğan Özkan, Süleymani’nin öldürülmesinin bölgedeki etkilerinden bahsederken, “ABD Başkanı Donald Trump yapılamayanı yaptı ve Kasım Süleymani suikastıyla hem ülkedeki, hem de ülke dışındaki tüm İranlıları ve Şiileri birleştirmeyi başardı(!) Bunu değil Trump, zamanında Ayetullah Humeyni bile başaramamıştı. Tarihin en yüksek katılımlı cenaze törenini gerçekleştirme unvanını da Tahran’a bahşetmiş oldu” değerlendirmesini yaptı.
Dr. Gürcan da artık bir “alacakaranlık” dönemi başladığını ifade etti ve “Bu dönemde artık bloklar, ittifaklar kurabilmek ve ikili ilişkilerden ziyade çoklu ilişkilerin ön plana çıkacağını” dile getirdi.
Kriz sırasında meydana gelen bir başka skandal da Ukrayna Havayolları’na ait bir yolcu uçağının düşürülmesi oldu. Tahran ilk başta 176 kişiyi öldüren olayın bir “teknik arıza” nedeniyle meydana geldiğini iddia etse de kısa süre sonra uçağın “yanlışlıkla” vurulup düşürüldüğüne dair itiraf geldi. İran’ın bu itirafının ardından bölgede tekrar protestolar yaşanmaya başladı. Tahran yönetimi dışarıdaki krize odaklanmışken bir kez daha protestoların başlamasıyla kendini baskı altında buldu.
İran, süreç boyunca ABD’yi hep Irak’ta hedef aldı. ABD de Süleymani’yi Şam’da veya Lübnan’dayken değil, Bağdat’ta öldürdü.
Irak’ta ABD’nin resmi olarak askeri güçleri, İran’ın da Devrim Muhafızları Kudüs Gücü aracılığıyla desteklediği Şii milisler bulunuyor. Ayrıca iki ülkenin de bu ülkede geniş bir istihbarat ağına sahip olduğu biliniyor.
Ayrıca Irak’ta 2019’un son aylarında İran’ın Bağdat üzerindeki etkileri üzerine protestolar düzenleniyordu. Reuters, Süleymani’nin ölümünden sonra yayımladığı ve 4 farklı kaynağa dayandırdığı haberinde Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı’nın Bağdat’ta bir villada İran yanlısı Şii milislerle bir araya geldiğini iddia etmişti. Kaynaklara göre Süleymani ABD'li hedeflere saldırarak Washington'ın karşılık vermesine sebep olmak, bu sayede de halkın öfkesini Tahran yerine ABD'ye yöneltmek istiyordu. Bu noktanın, İran’ın Irak’taki hedefleri seçmesinde rol oynamış olabileceğini düşünenler de var.
Diğer yandan; ABD’nin, nüfusunun çoğunluğu Şii olan Irak’ta Sünni diktatör Saddam Hüseyin’i devirmesinden sonra iç savaş/çatışma/fiili bölünme yaşayan Irak’ta, “düşmanı” olan İran’ın liderliğinde Şii egemenliğinin yolunu açtığı ise çok sayıda uzmanın üzerinde birleştiği bir tespit.