Hürriyet gazetesi Washington Temsilcisi Tolga Tanış, “Suriye’deki kimyasal saldırının perde arkasında Türkiye var” iddiasıyla gündeme gelen Pulitzer ödüllü ABD’li gazeteci Seymour Hersh’ün bu iddiasına 10 soruda cevap aradı.
Beyaz Saray yetkilileriyle de görüşen Tolga Tanış, “İddia somut bilgilere dayanmıyor. Hersh, ABD’lilerin 21 Ağustos saldırısından sonra Suriye’yi vurmaya karar verdiklerini ama saldırıyı Türklerin yaptığını “telefon dinlemeler ve diğer verilerle” tespit ettiklerini savunuyor. Ama dinlemelere ilişkin bir bilgi yok ve diğer verilerin de ne olduğu net değil. Hersh’e bu konuda bilgi veren “eski yetkililer” de isimlerini açıklamıyor” görüşünü dile getirdi.
“Bunun dışında Türk basınında çıkmış, geçen Mayıs Adana’da sarin gazıyla yakalanan El Nusra bağlantılı kişilerle ilgili hazırlanan iddianameden bilgiler ve 27 Mart’ta internete sızan Türk Dışişleri’ndeki gizli Suriye toplantısına ilişkin bilgiler var. Yani somut kısımlar, açık kaynak bilgileri ki, orada da örneğin sızan kasette Hakan Fidan’ın Başbakan’la konuştuğu yazılmış. Maddi hatalar var” diyen Tanış, bununla birlikte Hersh’ün ‘Vietnam’da yaptıkları My Lai (1969) katliamını ve Irak’taki Ebu Garip Cezaevi’nde (2004) işledikleri işkence suçlarını ortaya çıkaran gazeteci olduğunu hatırlattı.
Tolga Tanış’ın Hersh’ün makalesiyle ilgili 10 soruya verdiği yanıtlar şöyle:
1) Bu iddia ilk ne zaman gündeme geldi?
Seymour Hersh, Suriye’deki 21 Ağustos saldırısını rejimin değil muhaliflerin yaptığını ilk kez 19 Aralık 2013’te yazdı. “Kimin sarini” başlıklı makale, yine London Review of Books’ta çıktı. Hersh, o yazısında aslında saldırıyı Türklerin organize ettiğini söylemiyordu. Ama saldırıdan aylar önce hazırlanan Amerikan istihbarat raporlarına göre ABD’nin Aralık 2012’de terör örgütü olarak kabul ettiği rejim muhalifi El Nusra Cephesi’nin kimyasal silah üretme kapasitesine sahip olduğunun anlaşıldığını ama Amerikan Yönetimi’nin 21 Ağustos saldırısını incelerken bunu göz ardı ettiğini öne sürüyordu. İşi Türklere uzandırması ise 6 Nisan 2014 tarihli son makalesinde oldu. “Kırmız Hat ve Gizli Hat (kaçakçılık hattı)” başlıklı yazısında, ABD’yi Suriye’de savaşa çekmek, böylece Esad’ın devrilmesini hızlandırmak isteyen Türkiye’nin bir “false flag” (başkası yapmış süsü verilen eylem) operasyonu tasarladığını iddia etti. Buna göre Türk istihbaratı önce kendisine yakın El Nusra mensuplarına kimyasal silah sağladı. Sonra da El Nusra’nın düzenlediği saldırıya, bunu rejim yapmış süsü verdi. Böylece Obama’nın Suriye’de belirlediği kırmızı çizginin aşılmasını sağlayıp ABD’lileri savaşa çekmeye çalıştı.
2) İddianın temeli ne?
İddia somut bilgilere dayanmıyor. Hersh, ABD’lilerin 21 Ağustos saldırısından sonra Suriye’yi vurmaya karar verdiklerini ama saldırıyı Türklerin yaptığını “telefon dinlemeler ve diğer verilerle” tespit ettiklerini savunuyor. Ama dinlemelere ilişkin bir bilgi yok ve diğer verilerin de ne olduğu net değil. Hersh’e bu konuda bilgi veren “eski yetkililer” de isimlerini açıklamıyor. Bunun dışında Türk basınında çıkmış, geçen Mayıs Adana’da sarin gazıyla yakalanan El Nusra bağlantılı kişilerle ilgili hazırlanan iddianameden bilgiler ve 27 Mart’ta internete sızan Türk Dışişleri’ndeki gizli Suriye toplantısına ilişkin bilgiler var. Yani somut kısımlar, açık kaynak bilgileri ki, orada da örneğin sızan kasette Hakan Fidan’ın Başbakan’la konuştuğu yazılmış. Maddi hatalar var. Ancak yine de yazıyı yazanın ABD’lilerin Vietnam’da yaptıkları My Lai (1969) katliamını ve Irak’taki Ebu Garip Cezaevi’nde (2004) işledikleri işkence suçlarını ortaya çıkaran gazeteci olduğunu unutmayın. Yarın doğum günüymüş. 77 olacak. Ama halen kaynakları Washington’da en sağlam gazetecilerden.
3) Amerikan Yönetimi’nin yazıya ilk tepkisi ne oldu?
Yalanladılar. Yazı çıkar çıkmaz, Beyaz Saray Sözcüsü Caitlin Hayden soru üzerine Hürriyet’e bir açıklama yolladı. Şöyle diyor: “Sayın Hersh’ün, sadece adı açıklanmayan kaynaklara dayanan ve Suriye’deki 21 Ağustos kimyasal silah saldırısıyla ilgili tamamen asılsız sonuçlara varan son hikâyesini gördük. Bu konuda Sayın Hersh’ün veri doğrulayıcısına da (“fact checker” denilen, önemli ve tartışmalı hikâyelerde yayından önce verileri kontrol etmekle görevli yayın temsilcisi) Ulusal İstihbarat Direktörü Sözcüsü Shawn Turner ve Ulusal Güvenlik Konseyi Sözcüsü Caitlin Hayden tarafından on-the-record olarak verileri çürüten açıklamalar gönderilmişti.”
4) Peki ABD’li yetkililer, somut olarak Hersh’ün hangi verilerini çürüttüklerini söylüyorlar?
Shawn Turner, Libya’dan gönderilen silahlar ve 21 Ağustos kimyasal silah saldırısından başkalarının sorumlu olabileceği iddialarıyla ilgili şunları söyledi: “Bu olayda ortaya atılan yanlış anlatımların hepsi için bir yorumda bulunmayacağız. Ama açık olmak için: 21 Ağustos’ta meydana gelen kimyasal silah saldırısından sadece ve sadece Esad Rejimi sorumlu olabilirdi. Biz, hem ABD’nin hem de ortaklarımız ve müttefiklerimizin topladıkları istihbarat sonucu bu yargıya vardık. Bu, uluslararası toplum tarafından ezici bir şekilde kabul gören görüştür ve Esad’ın kimyasal silah stokunun lağvedilmesinde de benzeri görülmemiş bir işbirliğine öncülük etmiştir. İstihbaratın saklanması ya da değiştirilmesi çabaları olduğu yönündeki iddia tek kelimeyle yanlıştır. ABD’nin Libya üzerinden başkalarına silah sağladığı fikri de aynı şekilde.” Hersh’ün Suriyeli muhaliflerin kimyasal silah kapasiteleriyle ilgili gizli bir istihbarat belgesi olduğuna ilişkin sorusuna Shawn Turner’ın verdiği yanıt ise şöyle: “Böyle bir belge hiçbir zaman istenmedi. Ya da böyle bir belge bir istihbarat analisti tarafından hiçbir zaman hazırlanmadı.”
5) ABD’nin, Suriye’yi vurmaya karar vermişken olayda Türklerin parmağı olduğunu görüp son anda vazgeçtiği iddiası?
Ona da Beyaz Saray adına Caitlin Hayden cevap verdi: “Suriye’de büyün seçeneklerin masada olduğunu ve sizin de tahmin edeceğiniz gibi ordumuzun buna uygun acil eylem planları yaptığını uzun süredir söylüyoruz. Başkan Obama, Esad Rejimi’nin kimyasal silah kullanımına hedefli bir askeri saldırıyla cevap vermenin ABD’nin ulusal güvenlik menfaatleri yönünde olacağına karar verdiğini, 31 Ağustos 2013’te kamuoyu önünde söyledi. Bu saldırının amacının da, Esad’ı kimyasal silah kullanmaktan caydırmak, rejimin bu silahları kullanma kapasitesini azaltmak ve dünyaya kimyasal silah kullanımına tolerans göstermeyeceğimizi net biçimde sunmak olacağını söyledi. Ama Başkan’ın Suriye’de bir harekâta girişmek için 2 Eylül 2013’ü ordumuza son tarih olarak emrettiği tamamen uydurmadır. Başkan’ın 31 Ağustos 2013’te halka seslenişinde söylediği gibi askeri saldırı emri verme yetkisine sahip olsa bile ulusal güvenliğimize doğrudan ve acil bir tehdit bulunmadığından tartışmayı Kongre’ye taşımak, doğru olduğuna inandığı şeydi. Yaptığı da bu oldu ve 10 Eylül’de Kongre liderlerinden güç kullanma yetkisine ilişkin oylamayı ertelemelerini istedi. Böylece Suriye’nin kimyasal silahlarının ortadan kaldırılmasıyla sonuçlanacak diplomatik yolu takip edebilecektik.”
6) Bu kadar açık yalanlanan bir haberin doğru olma ihtimali var mı?
Elbette var. ABD’liler Hersh’ün ortaya çıkardığı Ebu Garib Skandalı’nı da ilk günlerde reddetmişlerdi. Ancak sorun, Hersh’ün bu iddiasını ilk ortaya attığı Aralık ayından beri halen somut bir kanıta ulaşamamış olması. Hersh’ün Ebu Garib hikâyesini yayınlanan, saygın New Yorker dergisi de, Aralık’ta öykünün ilk ayağını basmayı reddetmişti. En önemlisi, Hersh, Suriye’deki olayları günü gününe takip eden uzmanların olayla ilgili sordukları sorulara, saldırıda Esad Rejimi’nin parmağı olduğunu gösteren kanıtlara cevap verebilmiş değil. Onlardan en önemlisi, Brown Moses blogunun yazarı Eliot Higgins dün FP dergisine “Efsanevi muhabirin Suriye’deki sarin saldırılarıyla ilgili neyi yanlış” başlıklı bir makale yazdı ve 21 Ağustos saldırısında kullanılan, sadece rejimin elinde bulunan askeri malzemelerin olaydan sonra çekilmiş videolarını yayınladı. Dört ay oldu. Ama Hersh’ten kendi iddiasına dayanak oluşturacak bu türden tek bir kanıt göremedik.
7) Hersh’ün iddiasını siyasi ve uluslararası ilişkiler boyutunda destekleyen işaretler var mı?
Sorun biraz da bununla ilgili. Hersh’ün yazısı az somut kanıt, fazla akıl yürütme içeriyor. Örneğin Aralık’taki ilk yazısı, Türkiye’de Nusra’nın adamlarının sarinle yakalanmaları sonrası ortaya atılan iddiaları hatırlatıyordu. Kaynakların çoğu Amerikan askeri istihbaratıydı. Bu yazı ise yine tam da Türk Dışişleri’nde yapılan toplantının sızması sonrasına denk geldi. Elbette o toplantıda ortaya atılan “false flag” fikri de makalenin en güçlü argümanlarından biri oldu. “Süleyman Şah için false flag düşünen, kimyasal silah saldırısı için niye bunu yapmamış olsun” varsayımı. Ve kaynakların çoğu yine Amerikan askeri istihbaratı. Ancak Hersh’ün atladığı ve Türkçe bilmediği için sızan kaseti de yanlış yorumlamasına neden olan durum, bir hafta önce yazdığım “Suriye ABD’ye tehdit oluyor” yazısında anlatmaya çalıştığım mesele. Aslında Fidan o toplantıda harekât fikrini desteklemiyor. Davutoğlu da desteklemiyor. Hatta birbirine zıt fikirlere bile çok üzüntü verici bir biçimde “Haklısınız” demeyi başaran asker de desteklemiyor. Harekâtı destekleyen ve diğerlerini de diplomasi becerisiyle buna ikna etmeye çalışan tek kişi, 19 Şubat’taki Obama-Erdoğan telefon konuşmasını ABD’li muadiliyle organize eden bürokrat. Yani Hersh’ün akıl yürütmesi aslında bu açıdan da oturmuyor.
8) Ya Türkiye ve ABD arasında Suriye konusunda uzun süredir var olan farklılıklar?
İşte orası doğru. Ve Hersh’ün yazıda bahsettiği, 16 Mayıs 2013’te Obama ve Erdoğan’ın Beyaz Saray’daki Kırmızı Oda’da yedikleri yemekte Suriye’deki kimyasal silah saldırılarını konuştukları da biliniyor. Ancak bilinmeyen… O yemeğe Obama’nın yanında katılan o dönemki Ulusal Güvenlik Danışmanı Tom Donilon’un, Obama ve Erdoğan arasında geçen bir gerginlikte Erdoğan’ın Obama’ya parmağını salladığını etrafta anlatıyor oluşu. Hersh’ün aktardığına göre Erdoğan, ABD’nin kırmızı çizgisinin aşıldığını anlatması için o gün odaya Suriye’deki kimyasal silah dosyasıyla gelen Hakan Fidan’a söz veriyor. Obama “Biliyoruz” deyip Fidan’ın sözünü kesiyor. Erdoğan Fidan’a bir kez daha söz veriyor. Obama bir kez daha “Biliyoruz” deyip kesiyor. Erdoğan bunun üzerine Donilon’un bahsettiği parmak sallama hareketini yapıp “Ama kırmızı çizginiz aşıldı” deyince de, ortam bir anda geriliyor. Ve Obama Fidan’ı gösterip “Suriye’de radikallerle neler yaptığınızı biliyoruz” diyor. Hersh’ün bahsettiği farklılıklardan en önemlisi de özellikle dünyanın her yerinden Türkiye’yi kullanarak Suriye’ye giden cihatçılar meselesiydi. Ve Türkiye ile ABD arasında, El Nusra’nın Aralık 2012’de ABD tarafından terörist ilan edilmesinden itibaren bu konu uzun süre tartışma konusu oldu.
9) Hersh’in yazısı doğruysa iki taraf arasındaki Suriye gerginliğinin halen devam ediyor olması gerekmez mi?
Evet elbette. Yazının ikili ilişkiler açısından oturmayan tarafı da o. Çünkü Türkiye ve ABD, tam tersine şimdi Suriye’deki cihatçılara karşı ortak hareket etme çabası başlattı. Ve bu işi uluslararası çapta yürütmeye hazırlanıyorlar. Öyle ki, bu işbirliği öncesi El Nusra konusunda Türkiye’yi sıkıştırmaktan da özellikle kaçınıyorlar. Örneğin 21 Mart’ta başlayan, El Nusra’nın rejime karşı İslami Cephe ile ortak yürüttüğü Lazkiye operasyonunda El Nusra’nın Türk topraklarını kullandığı yönünde ciddi iddialar var. El Nusra Türkiye sınırında Ermenilerin yaşadığı Keseb’i rejimin elinden aldığında, Türkiye’den Keseb’e geçişi gösteren bir video bile çıktı. Ama ABD Dışişleri Bakanlığı bu konuda asla yorum yapmıyor. Hatta El Nusra’nın adını anmayıp Keseb’deki Ermeni rahatsızlığından IŞİD sorumluymuş gibi konuşuyorlar.
10) O zaman Hersh’ün kimyasal silah saldırısının sorumlusu dediği El Nusra’ya bakış Washington’da yumuşuyor mu?
Yumuşamıyor ama değişiyor. Bir ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilisine bunu sorduğumda, geçen hafta bana aynen şunu söyledi: “Bizim için şu anda en kötüsü IŞİD. İkinci El Nusra. Üçüncü Ahrar eş-Şam.” Niye? Çünkü hem El Nusra hem IŞİD, El Kaide bağlantılı olsalar da, yabancı savaşçılar IŞİD’de toplanıyor. El Nusra’nın savaşçıları Suriyeli, yabancılar tepe kadrosunda. Ayrıca öldürdükleri insanların organlarını yiyip bunu filme alan, kontrol ettikleri bölgelerde kadınlara, kızlara vahşet uygulayan IŞID’in yöntemleri çok daha canice. Hepsinden öte El Nusra, şimdi ABD’lilerin birinci tehdit saydığı IŞİD ile çarpışıyor. Ve sonuçta Hersh’ün makalesi, ABD ile Türkiye’nin IŞİD tehdidine karşı birleştiği bir dönemde somut veriler içermemesi bir yana, bu açıdan da havada kalıyor.
Hürriyet'te yayımlanan yazının tamamını okumak için tıklayın