Hukukçu, eski Ankara Barosu Başkanı, öğretim üyesi, eski Türk Hukuk Kurumu Başkanı, eski milletvekili, Atatürkçü Düşünce Derneği’nin kurucu genel başkanı Muammer Aksoy 32 yıl önce, 31 Ocak 1990’da evinin önünde uğradığı silahlı saldırı sonucunda hayatını kaybetti.
Aksoy’un ardından kısa aralıklarla Çetin Emeç, Bahriye Üçok ve Turan Dursun cinayetleri işlendi. Bu cinayetleri, 90’lı yıllar boyunca işlenen diğer faili meçhul cinayetler izledi.
Ancak bütün bu cinayetlerin faillerinin bulunamadığı yıllar boyunca, özellikle Muammer Aksoy, Bahriye Üçok ve Uğur Mumcu cinayetlerinin katiller tarafından “sac ayakları” olarak planlandığı konusunda genel bir kanı oluştu.
Zira bu cinayetler, hem 90’lı yılların iklimini belirledi hem de 28 Şubat sonrasındaki iklimin koşullarını oluşturdu.
Yüzbinlerce insan bu cinayetlerin ardından katillerin bulunması için yürüdü ancak günün sonunda aynı sepete atılan tüm cinayetleri Selam-Tevhid adlı örgütün işlediği belirtilerek dosyalar kapatıldı.
Yargıya ve polise göre cinayetler çözüldü ancak kimse tatmin olmadı. Aksoy öldürüldükten sonra evinin önüne güvenlik şeridi bile çekilmedi. Boş kovanlardan birini, mahalledeki çocuklardan biri buldu. İlerleyen yıllarda adli emanetteki kovanların değiştirildiği şüphesi ortaya çıktı. Tıpkı Uğur Mumcu cinayetinde olduğu gibi deliller, “devlet büyükleri” gelmeden önce çalı süpürgesi ile süpürüldü.
Türkiye’deki faili meçhul cinayetlerin simgelerinden biri de sayılabilir “çalı süpürgesi.” Zira 32 yılda yaşananlar, cinayetlerin kanıtlarının süpürüldüğünü, geriye kalan kırıntıların ise dosyaların kapatılmasının gerekçesi yapıldığını gösteriyor.
Aksoy, mütevaziliği ile tanınan, Ankara’daki sade yaşantısı bilinen bir isimdi. Atatürkçü Düşünce Derneği’nin kuruluşundan sonra aldığı tehditlere rağmen bu yaşantısını sürdürüyordu. Ofisinden evine yürüyerek gidip geliyor, Bahçelievler’deki evinden Kızılay’a gideceği zaman otobüse binmeyi tercih ediyordu. ADD’deki faaliyetleri, irtica konusundaki uyarıları, Türkiye’deki doğal kaynakların satışı, tarihe Emlakbank skandalı olarak geçen yolsuzlukla ilgili hukuki çabaları Aksoy’u hedef haline getirmişti. Buna rağmen herhangi bir koruma verilmeyen Aksoy, 31 Ocak 1990’da, Hürriyet gazetesini ziyaret edip ofisine uğradıktan sonra, 19.00 sıralarında evinin bulunduğu apartmanın girişinde öldürüldü. Saldırgan, 73 yaşındaki Aksoy’u ikisini kafasına, birini göğsüne doğru ateşlediği üç kurşunla öldürdü.
Aksoy cinayeti, Üçok, Turan Dursun, Çetin Emeç ve 1993’teki Uğur Mumcu cinayetlerinin de habercisiydi. Siyasi bir cinayetin işlendiği çok açık olmasına rağmen tıpkı diğer cinayetlerde olduğu gibi çok eleştirilen bir olay yeri inceleme yapıldı. “Devlet büyüklerinin” geleceği düşüncesiyle olay yeri çalı süpürgeleriyle süpürüldü. Üç kovandan bir tanesi mahalledeki çocuklar tarafından bulunarak polise verildi. Olay yerine güvenlik şeridi bile çekilmediği için onlarca kişi muhtemel kanıtların üzerinde yürüdü.
Suikastten yaklaşık 2 saat sonra jetonlu telefondan gazeteleri arayan bir kişi, “Tesettür konusunda İslam’a karşı takındığı tavır nedeniyle Müslümanlar tarafından cezalandırıldı” dedi. Bu kişi cinayeti “İslami Hareket” adına üstlendi. Ancak daha sonra gazeteler, yine tahminlere göre aynı kişi tarafından arandı ve bu kez cinayetin İslami İntikam Örgütü tarafından işlendiğini söyledi. Aynı saatlerde İzmir’deki bir gazeteyi arayan kişi ise cinayeti “Müslüman Kardeşler” adına üstlendi.
Hem ilk soruşturmada hem de sonraki 10 yıl boyunca dişe dokunur hiçbir bulgu elde edilemedi. Adını gizleyen bir tanık, bir süre sonra Tempo dergisine verdiği röportajda, seyyar satıcı olduğunu, Arap’a benzettiği bir kişinin Aksoy’un evinin çevresinde aylarca çöp toplayıcı gibi dolaştığını, cinayetten sonra da ortadan kaybolduğunu söyledi. Seyyar satıcı birkaç kez bu esrarengiz adamla karşılaştığını hatta bu kişinin kendisini ölümle tehdit ettiğini iddia etti. Bir başka tanık ise Aksoy’u “Arap Selim kod adlı Filistin kökenli ülkücü militanın öldürmüş olabileceği” iddiasında bulundu. Ancak herhangi bir fail bulunamadı.
İslami Hareket Örgütü ile ilgili operasyonlarda çok sayıda isim yakalandı. Ancak yakalananların Aksoy cinayeti hakkında bilgi sahibi olmadığı söylendi. Cinayetin ardından Ankara'da gözaltına alınan iki İranlı ise serbest bırakıldı. Cinayeti soruşturan ve “Muammer hoca yakın dostumdu, bu soruşturmada ona vicdan borcumu ödeyeceğim” diyen Ankara DGM Savcısı Nusret Demiral, herhangi bir bulguya ulaşamadı.
Aksoy’un eşi Ülke Aksoy, 1999’da Milliyet’e yaptığı açıklamada şunları söyledi:
"Öldürüldüğü gece bile, çevrede ciddi önlem alınmadı. Denetleme, polis kordonu, çevrede ayrıntılı parmak izi araması gibi şeyler yapılmadı. Kaç kurşun var, ona bakıldı. Nasıl takip edildi, apartmanın içine mi saklanıldı, bunlar açığa çıkmadı. Olay anında evdeydim. Muammer, evin önünde vuruldu ama hiç silah sesi duymadım. Cinayet susturucu ile mi işlendi? Oysa susturucu temin etmek öyle kolay değil. Bunlar açıklığa kavuşmadı. Üstelik öldürüldüğü cadde oldukça işlekti ve herkesin işten çıktığı bir saatte saldırıya uğradı. Katiller bulunamadı, hesap sorulamadı, kanı yerde kaldı... O zaman güç kimde? Katillerin bulunamamasında iki ihtimal var. Ya görevlilerin yeterince bilgi ve beceriye sahip olmaması, ya da bunların bu işi yapanlarla bir bağlantılarının olması. Cinayetin işlendiği dönemde Turgut Özal Cumhurbaşkanı, Yıldırım Akbulut Başbakan, Nusret Demiral DGM Başsavcısı, Mehmet Ağar da Ankara Emniyet Müdürü. Bu insanlarla cinayet nasıl çözülür? Bugüne kadar böyle bir cinayet ancak çözülmek istenmediği için çözülmemiştir. Yoksa çözülmemesi mümkün değil. Önce, emniyet kadrolarının değişmesi gerek. Bu işi amaç edinen yetenekli insanlar gelir, belki o zaman aydınlanır. Mehmet Ağar, gazeteciler cinayetle ilgili sorular sorunca 'Üstüme gelmeyin' cevabını verdi. Bu bir cevap değildi..."
Uğur Mumcu cinayetini aydınlattığı iddia edilen Umut operasyonu, adını “Uğur Mumcu Uzun Takip” operasyonundan aldı. Operasyon Ocak 2000’de Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu'nun Beykoz'daki villasına yapılan baskında bulunan hard disklerin incelenmesinden sonra başlatıldı. Buradaki bilgilerden İstanbul'da “Tevhit - Selam / Kudüs Ordusu” adlı örgütün İran bağlantısıyla eylemleri yaptığı şüphesi doğdu. Sadece Uğur Mumcu cinayeti değil, aynı örgütün Muammer Aksoy, Bahriye Üçok suikastleri gibi pek çok eyleme imza attığı söylendi.
Bu bilgilerin açığa çıkmasının ardından büyük bir operasyonla iki kişi yakalandı. Bu iki kişiye, Mumcu cinayeti başta olmak üzere Ankara’da işlenen benzer suçlarla ilgili tatbikat yaptırıldı. Her ikisi de cinayetleri kabul ediyor, ayrıntılarla basının önünde bilgi veriyordu. Ancak bu iki ismin, Yusuf Karakuş ve Abdülhamit Çelik’in asıl şüpheliler olmadığı kısa sürede ortaya çıktı. Her ikisi de işkence altında ifade verdiklerini söyledi. Birkaç gün içinde Karakuş ve Çelik’in bağlı olduğu aynı örgütün üst düzey isimlerine yönelik operasyon yapılması, işkence iddialarını güçlendirdi. Yapılan soruşturma Temmuz ayında tamamlandı. İlk gözaltına alınan gruptakilerin verdikleri isimler doğrultusunda çalışmalar yürütüldü. Ferhan Özmen liderliğinde olduğu ileri sürülen yeni bir grup gözaltına alındı ve tutuklandı. Özmen, yapılan tatbikatta Aksoy cinayetini işlediğini söyledi.
O dönem, basına silahın bulunduğu bilgisi verildi. Bununla ilgili tutanaklar da dava dosyasına girdi. Ancak başta ailesi olmak üzere kamuoyu bu bilgiyi kuşkuyla karşıladı. Özmen, tatbikatta silahı kanalizasyona attığını söylemişti. Ancak silahın daha sonra Sincan’da, örgüte ait cephanelikte ele geçirildiği söylendi. 17 sanıklı davada, Aksoy cinayetinin Özmen, Necdet Yüksel ve Rüştü Aytufan tarafından planlanıp gerçekleştirildiği iddia edildi.
İlk yargılama sonunda sanıklardan Necdet Yüksel, Rüştü Aytufan ve Ferhan Özmen'e "Anayasal düzeni cebren değiştirmeye teşebbüs etme" suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi. 2002'de Yargıtay, Necdet Yüksel'e ve Rüştü Aytufan'a verilen hapis cezaları onadı. Hakkındaki ilk karar bozulan Özmen’e 28 Temmuz 2005'te Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından ağırlaştırılmış müebbet, Ekrem Baytap da 15 yıl hapis cezası aldı.
Hâlâ bulunamayan firari sanık Oğuz Demir'in dosyası ayrıldı. 2006'da Yargıtay 9. Ceza Dairesi, Özmen hakkındaki kararı onadı.
Umut Operasyonu’nda yaşananlar, operasyona kuşkuyla yaklaşılmasına yol açtı. Cinayetlerin İran istihbaratının faaliyetleri sonucu işlendiğine yönelik mahkeme kararlarına rağmen Türkiye’nin İran’a yönelik herhangi bir girişimde bulunmaması bu kuşkuları besledi. Cinayetleri organize ettiği söylenen örgütün silahları ve patlayıcıları nereden edindiği, bu örgütün nasıl birden bire çözülebildiği, örgütün kimlerden talimat aldığının ve Türkiye’de kimlerle işbirliği yaptığının bulunamaması soruları yanıtsız kaldı.
Aksoy’un oğlu Arın Aksoy da 2013’te verdiği röportajda, bu kuşkuları şöyle dile getirdi:
“Olaydan sonra partiden, çevreden, mahalleden gelenlerle apartmanın içi doluyor. Polis bir bantla olay yerini çevirmiyor. Orası insanların akın ettiği bir yer haline geliyor. Kanlara basılıyor. Hatta orası süpürülüyor. Polis mermi kovanlarından bir tanesini unutuyor, çocuklardan biri bulup polise veriyor. Yani üstünkörü bir çalışma. Bunlar hepsi ispatlarıyla bildiğimiz şeyler. Suikastçının acele kaçtığı da kovanları toplayamamasından belli zaten. 1990'dan 2000'e kadar 10 sene boyunca hiçbir şey yapılmıyor. 1990'lı yıllarda işlenip faili meçhul kalan siyasî cinayetler, Umut Operasyonu adı verilen bir dosyada birleştirilip, bazı dini gruplara mal edildi. Tatbikatta oradaydım. Ferhan Özmen'in anlattıklarında beş çelişki buldum. Tabancada susturucu olduğu söylendi, oysa annem gök gürültüsü gibi bir ses duymuştu. Özmen apartmandan çıkıp sola doğru gittiğini söylüyor, oysa görgü tanıkları sağa dönüp çitten atladıklarını söylemişler. Bu görgü tanıklarının kim olduğunu anlamadık biz. Olaydan sonra silahı kanalizasyona attığını söylüyor. Kanalizasyona atılan silah daha sonra Umut Operasyonu'nda Sincan'daki cephanelikte ele geçiriliyor. Özmen, iki kurşun sıktım diyor. Halbuki babam üç kurşunla öldürüldü. Enseden sıktığını söylüyor. Oysa önden sıkıldı kurşunlar. Bir de mermi meselesi var. Bulunan kovanların olay tarihinde Geco marka olduğu tutanakta yazıyor. 1996’da emanetten alınırken üç adet HP marka deniyor. 6 sene içinde ne olmuş? Bu soruşturmayı ben nasıl ciddiye alayım? Bu adam nerden çıktı, Özmen’i nereden buldular? Söylediği hatalar çelişki bile değil, zaten hiçbiri birbirini tutmuyor. Bu kişi Rambo gibi demek ki! Bir kişi her şeyi yapmış."