100 Kadın: Nazmiye Muratlı'nın Meram'dan Rio'ya uzanan hikâyesi

100 Kadın: Nazmiye Muratlı'nın Meram'dan Rio'ya uzanan hikâyesi

Konya'nın Meram ilçesinden, Paralimpik oyunlarında ilk altın madalyasını kazandığı Londra'ya ve son olarak Rio'ya uzanan bir yolculuk onunkisi.

Doğuştan bedensel engelli Nazmiye Muratlı, 25 yaşında başladığı halterde, 12 yıllık profesyonel spor yaşamını bir sporcunun hayal edebileceği en yüksek başarıları elde ederek geçirdi.

Haltere başlamasından sadece üç ay sonra Avrupa Şampiyonası'nda bronz madalyayı kazandı.

Türk Milli Takımı kamplarında sadece ve sadece antrenmanlarına odaklandı ancak elde edebileceği başarılarının ayrımına ilk kez belki de Pekin Paralimpik oyunlarında dördüncü olduğu zaman vardı.

Hatay'ın Dörtyol ilçesindeki evinde konuştuğum Nazmiye Muratlı o farkına varma anını tarif ediyor:

"Dördüncü olunca orada, dedim ki, ölümüne idman yapacağım. Çok basite almıştım çünkü. Dedim, artık bu maçları hafife almayacağım dedim ve spor hayatımda bambaşka bir sayfa açtım."

O sayfa dediği gibi gerçekten bambaşkaydı; hem kişisel olarak onun için hem de Türkiye için altın madalyalarla dolu bir sayfaydı.

İkişer yıl arayla gelen madalyalar ve rekorlar onun ismini her geçen gün daha da büyüttü.

2010 yılında Malezya'nın başkenti Kuala Lumpur'da Dünya Şampiyonu oldu; 2012'de Londra Paralimpik oyunlarında dünya rekoru kırdı ve altın madalya kazandı.

2014 yılı geldiğinde bu kez Dubai Dünya Şampiyonası'nda altın madalyayı boynuna taktı.

Son olarak bu yıl Brezilya'nın Rio kentinde hem altın madalya kazandı, hem de bir dünya rekoru daha kırdı.

Londra'da 40 kiloda 109 kilo; Rio'da ise 41 kiloda 104 kilo kaldırarak kırılması gereken yeni dünya rekorlarını belirleyen isim oldu.

Capcanlı, neşeli, güler yüzlü ve inanılmaz dinamik birisi.

İlla kazanmak için değil ama elinden gelenin en iyisini yapma hırsını görüyorsunuz yüzünde.

Muratlı için doğuştan engelli yerine doğuştan sporcu demek belki de daha doğru. Sık tekrarlanan bir kalıbın da ötesinde gerçekten 'engel tanımayan' biri Muratlı:

"Çocukluğumda kaslarım ve vücut yapım vardı zaten. Ellerimin üstünde çok yürürdüm. Koltukları kaldırır, evde iş yapardım[...] Toplara çok vururdum. Basketbol oynardım arabamın üzerinde. Babam ev almıştı. Ev kerpiçti. Ona yardım ederdim. Eve harç çekerdim. Harç da beni çekerdi. Annem de bana asılırdı. Güç varmış ve demek ki bu sporda çıktı."

O gücün bir kısmı neşesinden, hırsından ve bitmez enerjisinden geliyor. Bir kısmı ise birlikte büyüdüğü arkadaşları ve ailesinden. Tekerlekli sandalyesinden "aracım" diye bahsediyor ve halter öncesi günlerini anlatıyor:

"Aracım olunca sokaklarda oynamaya başladım. Hiç engelli olduğumu aklıma getirmiyordum. Ben engelli değilim. Çünkü normal insanlarla oyun oynuyordum. Beni aralarına almazlık yapmıyorlardı. Ben onların aralarındaydım."

Pek çok diğerleri gibi o da kendini engelli olarak görmese de, pek de engelli dostu olmayan şehirler bunu ona da hatırlatmış elbette. Hatta Spor ve Gençlik Bakanı Akif Çağatay Kılıç diğer bazı sporcularla birlikte onu da kahvaltıya çağırdığı zaman.

Evinden çıkıp, antrenman yaptığı salona gittiğimizde anlatıyor. "Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç yeni görevine başladığında bizi kahvaltıya davet etmişti. Fakat tek başıma olduğum için gidemiyordum. Evde tek kaldığım için, götürecek bir aracım yok. [...] Evli değilim. Haliyle taksi veya otobüse binip gitmem gerekiyor. Otobüs çok zor olacağı için spor ilçe müdürü Selçuk Bey devreye girdi."

Selçuk Kayhan, Nazmiye Muratlı'nın hem o kahvaltıya gitmesini sağlıyor hem de il spor müdürlüğü binasında bir odayı artık onun antrenmanları için ayırıyor.

Konya'da Meram Belediyesi sporcusu olarak, kulübün ona aldığı tekerlekli sandalye ile antrenman yaptığı salona gidip gelirken, bir elinde ısıtıcı taşıdığını, Konya'nın ayazlı günlerinde bazen ellerini bile hissetmez halde evine döndüğünü söylüyor.

"O zamanlar" diyor "otobüse binilmiyordu tabii. Engelli otobüsü mümkünü yok."

O günlerden sonra, evinden 5 dakika uzaklıktaki, yüksek kaldırım engeli olmayan bu salona gelmek onun için bulunmaz bir nimet.

Burasının da sıcak olduğunu tekrar vurguladığında soruyorum ve kısaca yanıtlıyor: "Evet, ben çok üşüyorum. Odanın normal sıcaklıkları benim için yeterli değil."

Konya'da her gün elinde taşıdığı ısıtıcının sırrı böyle çözülüyor.

Muratlı'ya özellikle Türkiye'de daha çok erkeklerle özdeşleşmiş, nam salmış bu halter sporuna başlarken önyargılarla karşılaşıp karşılaşmadığını soruyorum.

"Nazmiye, erkeklerle antrenman mı olur, onların yaptığını sen yapabilir misin' diyenler oldu" diye yanıtlıyor sorumu.

"'Erkeklerle kendini kıyaslayamazsın' dediler" diyerek ekliyor.

Ancak belki de etrafındakilerin tepkileri, yargıları ve sorulardan daha önemlisi onun verdiği yanıt: "Ben de diyordum ki, o-ho, bir abi var o basıyor 80 kilo, ben basıyorum 85 kilo. Ben geçiyorum onu diyordum. Gerçekten de öyle oluyordu. Ben birçok erkeğe fark attım zaten. Kendileri de bunu biliyor. Erkeğin yapamadığı dereceleri ben yapıyorum."

Tam bunu söylerken yüzüne muzaffer bir gülüş yerleşiyor. Kaldırdığı ağırlıkların sadece bara yüklenenler değil, bu önyargıların da olduğunu söylemek ister ve bunların geride kalmasının rahatlığını anlatır gibi.

O henüz farkında olmasa da, onun için profesyonel kariyerin başlangıcı olan gün ile ilgili hissiyatını anlatırken, "Federasyon bayan istemiyormuş" diyor:

"[Meram'da] sabahleyin hocam 'Bir gelir misin? Ankara'dan bir hoca geldi, seni görmek istiyor' dedi. Gittim, 'Kızım bir senin antrenmanını görelim' dedi. 2004'te, Atina'daydı olimpiyatlar. Atina'da madalya gelmiyor. Bayan sporcu istemiyorlar kesinlikle bu sporda. Bayan olmasın demiş federasyon halterde. Yapamayacağımızı mı düşündü, ne düşündü bilemem. Hiç bayan yokken, ben başladım spora."

Üstelik bu "erkek ağırlıklı dünyada" kadın olmanın hiçbir güzelliğinden vazgeçmiyor. Rio oyunlarını izleyen sadece Türkiye'den seyirciler için belki diğerleri için de onun sahneye çıkışı, minderine oturuşu, bacaklarını sabitleyen mindere hırsla vuruşu ve saçlarını savurarak kendini barın altına yerleştirişi, kısacık ama etkileyici anlar olarak kaydedildi hafızalara.

O anı soruyorum ona. Ne hissediyordu? Saçlarını savurması bilinçli yaptığı bir şey mi?

"Saçımı bilerek yapmıyorum ama kemere vurmamın nedenlerinden biri, hırslanıyorum, bağırıyorum. Bağırdığım zaman da kemere vurup hırslanıp masaya yatıyorum. Saçımı da sallıyormuşum. Evet. Ben de videolara bakıyorum ama o bilerek ve isteyerek olmuyor."

Bir de belki kameraların yeterince yansıtmadığı bir özenle yapılmış makyajı var. Bir gün öncesinin akşamından saçının nasıl yapmak istediğine karar veriyor, bunun provasını yapıyor. Aynı şekilde makyajına da karar verip uyguluyor. Sonra hepsini bozup, yarışma günü her şeyi en baştan yapıyor ve bunun nedenini yanıtının son cümlesinde veriyor:

"Akşamından aynanın karşısına otururum. Önce provasını yaparım. Saçımı şöyle yaparım, makyajımı böyle yapacağım diye. Sonra giderim saçımı yıkarım, saçı bozarım. Sonra makyajı bozarım. Sonra sabah olduğunda, hemen yanıma kahvemi alırım. Maç saatine kadar saçımı ve makyajımı yaparım. Oyalanırım öyle. Bazen maşa yaparım, bazen düz fön çekerim. O bana her şeyi unutturuyor..."

Bundan sonraki amacı ise Dörtyol'daki evinin kah duvarlarını kah masasını süsleyen madalyalara bir yenisini eklemek ve bu kez 45 kilodaki dünya rekoru olan 107'yi kaldırarak yeni bir rekora imza atmak.

Bunun için Nazmiye Muratlı'nın önünde durabilecek pek az engel var. Yeter ki sağlığı elversin. Kaldıramayacağı yük yok.