Akdeniz Üniversitesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Buket Cinemre, şizofreni hastalarının "etiketlenmekten" korktuklarını, ilaç kullanarak ve terapilere katılarak iyileşen hastalarının bile geçmişte şizofreni yaşadığını gizlemeyi tercih ettiğini bildirdi. Hem şizofren hem de deha olabilmek mümkün mü?İki elde şizofreni riski!Yrd. Doç.Dr. Cinemre yaptığı açıklamada, şizofreninin toplumda daha çok kişilik bölünmesi, çoklu kişilik gibi algılandığını, halbuki bu rahatsızlığın bir beyin hastalığı olduğunu söyledi. Çocuklukta kötü muamele görmenin de bu hastalık üzerinde etkisinin bulunmadığına dikkati çeken Yrd. Doç.Dr.Cinemre, hastalığın hipertansiyon veya diyabette olduğu gibi moleküler düzeydeki bozukluklardan kaynaklandığına işaret etti. Yrd. Doç.Dr.Cinemre, hastalığın ortaya çıktıktan sonra yaşam boyu görüldüğünü, şizofrenlerin önemli bir kısmının ömür boyu ilaç kullanmak zorunda kaldıklarını vurguladı. Bu hastaların aktif dönemde olmayan sesler duyma ve hayaller görme gibi gerçek dışı düşüncelerinin olduğunu anlatan Yrd. Doç.Dr.Cinemre, şöyle konuştu: "Hastalarımız arasında zarar göreceğini, birilerinin kendini takip ettiğini, beynine çip yerleştirildiğini düşünenler var. Bunları ilaçlarla düzeltebiliyoruz. Bu dönem geçtikten sonra ise içe kapanıklık, karar verme yetisini kısmen kaybetme, karar verse de hayata geçirememe, işi başlatıp sonlandıramama gibi sorunlar ortaya çıkıyor. Zaten esas sorun da burada. Çünkü hastalık bu süreçte ciddi işlev kaybına neden oluyor. Kişinin benlik saygısı azalıyor, hiç çalışamaz duruma geliyor." Hastalığın bu dönemini "kırık bir kolun alçıdan çıktıktan sonraki ilk günlerine" benzeten Yrd. Doç. Dr. Buket Cinemre, "Kırılmış bir kol alçıdan çıktıktan sonra anatomik olarak iyileşmiştir ama kol eski kol değildir. Kaslar zayıflamıştır, eklemlerde zayıflık başlamıştır. Şizofrenide de böyle bir durum söz konusu. Hastada akut dönem geçtikten sonra içe kapanıklık, işe yaramama duygusu gelişebiliyor" dedi.
Her 100 kişiden biri şizofren Yrd. Doç.Dr. Cinemre, şizofreninin daha çok ergenlik ve genç erişkinlik döneminde ortaya çıktığını ve toplumda görülme sıklığının yüzde 1 oranında olduğunu bildirdi. Bu dönemin, kişilerin en üretken oldukları, hayatlarıyla ilgili önemli kararları aldıkları dönem olduğuna işaret eden Cinemre, hastalığın bu dönemde ortaya çıkmasıyla hastaların büyük kayıplar yaşadıklarını, en başta geleceklerini kaybettiklerini söyledi. Şizofren kişilerin hastalıklarını fark etmediklerine de işaret eden Yrd. Doç. Dr. Cinemre, burada hastanın yakın çevresine büyük görev düştüğünü vurguladı. Hastaların bu dönemde yaşadıkları kurguyu gerçek sandıklarını belirten Yrd. Doç.Dr. Cinemre, şunları kaydetti: "Bu kurguyu gerçek sandıkları için de tedaviyi reddediyorlar. Hastalığı daha çok şizofreni olan kişinin yakın çevresi fark ediyor. Örneğin kişinin saçma konuşmalar yapması, kendi kendine konuşup gülmesi buna örnek. Ama şizofreninin sinsi şekilde ortaya çıktığı durumlar var. Hastalık bu şekilde gelişiyorsa içe kapanıklık veya depresyon sanılabiliyor. Kişide özbakımda azalma, öğrenciyse ders başarısında düşme oluyor. Buna da ancak uzman kontrolünde karar verilebiliyor."
Etiketlenme korkusu Yrd. Doç. Dr. Buket Cinemre, hastalığın ortaya çıkmasında gen-çevre ilişkisi bulunduğunu, kalıtsal etkinin yanı sıra çevresel koşulların hastalığı hızlandırabildiğini veya engelleyebildiğini bildirdi. Hastalığın toplumda da yeterince tanınmadığını, hastaların, kişilerin kendilerine ön yargıyla yaklaşmasından korktuğunu anlatan Yrd. Doç.Dr. Cinemre, şunları söyledi: "Hastalar etiketlenme korkusuyla, iyileştikten sonra bile kendilerini gizlemek istiyorlar çünkü ön yargılardan korkuyorlar. Bu ön yargılar nedeniyle toplumla hastalar arasındaki mesafe de artıyor. Bu hastalık kimsenin kendi tercihi olamaz. Bana göre şizofreni, hipertansiyondan daha farklı bir hastalık değil. Eğer doğru zamanda ve doğru şekilde müdahale edilirse, şizofrenlerin normale yakın ya da tamamen normal bir yaşam sürdürmeleri mümkün."
(AA)