* Göksel Aymaz Ya ne yapmak lâzımmış? Sağlam bir dayı bulup çatmak sırnaşık gibi, Bir ağaç gövdesini, tıpkı sarmaşık gibi, Yerden etekleyerek velinimet sanmak mı? İstemem, eksik olsun! Herkes gibi, koşarak yabanın zenginine Methiyeler mi yazmak? Yoksa nâzırın yüzü gülecek diye bir an Karşısında takla mı atmak lâzım her zaman? İstemem, eksik olsun! Ricaya mı gitmeli? Kapı kapı dolaşıp pabuç mu eskitmeli? Yoksa nasır mı tutsun sürünmekten dizlerim? Yoksa eğilmekten mi ağrısın ötem berim? İstemem, eksik olsun! Tazıya tut, tavşana kaç mı demeli? Belki kaz gelir diye bana, tavuk mu göndermeli? Yoksa bir fino gibi Susta durmak mıdır ki, acep en münasibi? İstemem, eksik olsun! (…) Ve son nefesinde bile çekinmek, Korkmak, benzi sararmak, bitmek, Şiir yazacak yerde ziyaretlere gitmek, Karşısında zoraki sırıtmak her abusun… Eksik olsun istemem, istemem eksik olsun! Fakat, şarkı söylemek, gülmek, dalmak hülyaya, Yapayalnız, ama hür, seyahat etmek aya, Gören gözü, çınlayan sesi olmak Ve canı isteyince şapkayı ters giymek, Karışanı olmamak. Bir hiç için ya kılıcına veya kalemine sarılmak Ve ancak duya duya yazmak… (…) Velhasıl bir tufeyli sarmaşık zilletiyle tırmanma! Bulutlara çıkmazsa yaprakların ne zarar?Kavaklar sıra sıra dikilse de karşına Boy ver, dayanmaksızın, yalnız ve tek başına!
Bugün, 2 Aralık 2018, ikbalin alçaklığa dayalı bütün ihtimallerine “İstemem, eksik olsun” diyerek sırt çeviren bu usta silahşor ve yaman şair, Cyrano De Bergerac’ın yaratıcısı Edmond Rostand’ın yüzüncü ölüm yıl dönümü.
Fransız edebiyatının en önemli şair ve oyun yazarlarından biri olarak kabul edilir Edmond Rostand. Çoklarınca Fransız tiyatrosunun son romantik yazarı olduğu da söylenir. 1868’de Marsilya’da dünyaya gelen Rostand’ın ilk şiirleri ve ilk tiyatro oyunları çeşitli sebeplerle pek dikkati çekmese de ilk kez 28 Aralık 1897’de Paris’te sahnelenen Cyrano de Bergerac, hem Rostand’a asıl ününü kazandırır, hem de Fransız tiyatrosu ve edebiyatı için yepyeni bir devrin başlangıcı olur. Rostand’a Legion d’honneur nişanını ve Fransız Akademisi üyeliğini kazandıran bu oyunun dünyada sahnelenmediği yer herhalde kalmamıştır. Oyun, bizde ilk kez 1945’te İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda Sabri Esat Siyavuşgil’in harika çevirisiyle sahnelenmişti.
Rostand, Cyrano de Bergerac’ı 17’inci yüzyılda yaşamış Parisli şair, oyun yazarı ve silahşor Savinien Cyrano de Bergerac'ın (1619-1655) gerçek yaşam öyküsünden esinlenerek yazmıştı. Fakat Rostand’ın Cyrano’su gerçeği taklit etmiyor, gerçeği anlamlandırıyordu. Yarattığı Cyrano, kötü dünya karşısında gurur, cesaret, aşk, iyilik gibi insani erdemlere bir övgüydü. İnsaniyetin ifadesi, çizgilerini Rostand’ın belirginleştirdiği Cyrano’nun çehresinde çok zengin ve çok güçlü bir kaynak bulmuştu.
Bir “Gaskonya Beyi”dir Cyrano. Has bir şair, bilge bir derviş, romantik ve zarif bir erkek, korkusuz ve atak bir kılıç ustası, lafını esirgemez bir hicivci, zeki, nükteci, tam bir sözcük oyunbazıdır. Fakat sahip oldukları içinde en azametlisi burnudur:
Yarabbi! O ne muazzam burun! İnsan görünce onu mutlaka der ki: “Durun. Takmadır bu, çıkarır, hele sabredin biraz!” Herkesin canı çıkar, fakat o burun çıkmaz.
Kuzeni, güzeller güzeli Roxane’a âşıktır Cyrano. Ne var ki, uzun tüylü şapkası, beş kırmalı yeleği ve caydırıcı kılıcının eteğini horoz kuyruğu gibi havaya diktiği heybetli pelerininden daha fazla dikkat çeken upuzun burnu, aşkını dile getirmeye engeldir. Burnu yüzünden Roxane’ın kendisini beğenmeyeceğine o kadar emindir ki, kızcağıza fikrini sormaz bile. Kalbinin, kılıcının ve zekâsının bütün değerlerini Roxane’ın gönlünü kaptırdığı acemi âşık, fakat genç ve yakışıklı, Christian’ın hizmetine sunar. Roxane’a Christian’ın ağzından şiirler söyler, mektuplar yazar. Genç kızı büyüleyen şey de gerçekte o şiirlerin ve sözcüklerin yaratıcısı olan ruhtur, genç adamın güzelliği değil. Roxane, tüm gerçeği ancak trajik bir sonda öğrenir. Öğrendiği anda Cyrano ölmektedir. Son ana kadar gururu elvermemiştir aşkını söylemeye. Gururu, Cyrano’nun tüm servetidir. O yüzden “İstemem, eksik olsun” diyebilmiştir zaten. Roxane’ın yanında son nefesini verirken, “Yanımda, lekesiz ve buruşuksuz onu götürüyorum./ Bu benim…” deyip soluksuz kaldığı için gerisini getiremediği anda, “aşkım” demesini bekleyen Roxane’a rağmen, “gururum” der.
Gururuna verdiği öncelik, zamanın muktediri ve (mecburmuş gibi hep öyle olmaya) aynı zamanda zalimi Armand de Richelieu’nün himayesinde gösteriş saçıp zorbalık eden beş para etmez Comte de Guiche’den ve sadık yalakası Vıcomte’dan lafını da kılıcını da esirgemezliğiyle simgeleşir:
DE GUICHE -Bir köy asilzâdesi, eldiveni bile yok. CYRANO -Hayır, bir züppe gibi takıp takıştırmam, Elbisem gösterişsiz olunca süsüm tamam. Bilhassa itina ettiğim şey şudur: Yıkanmamış hakaret, paçavra olmuş gurur, Uykudan vicdanımın gözleri çapak çapak, Ve kirli endişeler ile sokağa çıkmak… Yürürken sırmadan çok parıldar her tarafım: Hürriyetim, gururum, şâhâne itikâfım. Çarpık, pörsük bir vücut değildir, bu her zaman Bir korse giymiş gibi ruhumdur dimdik duran! Her yerde bir erkekçe seyhadır her satırım, Hakikati bir mahmuz gibi şakırdatırım.
Ondaki bu asilik kabiliyeti, hain bir pusuda ölümüne yol açar. Yüz kişiyi birden yere sermiş bu serdengeçti, elbette ki ancak bu şekilde durdurulabilmiştir. Ağır yara almış ölmek üzereyken hayali düşmanlar görür, ayağa kalkıp pes etmeden boşluğa kılıcını savurur:
Nedir bu kalabalık? Bin kişi mi? Mükemmel! Sizi tanıdım şimdi, bizim eski düşmanlar! Yalancılık! Al sana! Zamaneye uyanlar! Bunlar da hurafeler, alçaklıklar!.. Ha, nasıl? Anlaşalım mı? Asla, asla!
Cyrano, bir şövalye idealidir. Şövalye idealinin kusursuz temsilcisidir. Ve bu ideal, (attığını vuran, vurduğunu deviren esas oğlanların hikâyelerini anlatan televizyon dizlerindeki gibi popüler, Hayber Kalesi fethindeki gibi masalsı ya da Golyat karşısındaki Davut gibi arkaik) bütün mitsel anlatı formlarının ana unsuru olan kahraman mitosundan farklı, bambaşka bir şeydir. Şövalye ideali, henüz insanların dünyası olmamış bir dünyada, yani henüz kendilerine yaraşan bir dünyaya sahip olmamış insanlar arasında yaşamanın vicdanlı bir zihne yüklemiş olduğu mukaddes bir külfettir. Bolivya’ya doğru yola çıkarken anne babasına son mektubunu yazan Che Guevara’nın, ailesine elveda demek için Marx’tan ya da Bolivar’dan bir alıntı yapmak yerine, dünya yollarındaki talihsiz serüveni üç buçuk asrı çoktan doldurmuş “mahzun yüzlü şövalye” ile duygusal bir bağ kurarak, “Topuklarımın altında bir kez daha Rozinante’nin kaburgalarını hissediyorum, kalkanımı koluma takıp tekrar yollara düşüyorum” demesi de bundandı!..
Rostand’ın eseri mitsel anlatı formlarına ait “kahraman” ideolojisi etrafında örülmüş bir hikâye ve bizzat Cyrano da mitik kahramanın ta kendisi olsa dahi bu, onun güzelliğinden hiçbir şeyi alıp götürmez.
Canı isteyince şapkayı ters giymek isteyen insanlarız biz, giyebilenlere gıpta ederiz.
Kendi asilik kabiliyetimize karşı ilgisiz, hayatın sunduğu kahraman rolüne kayıtsızız.
Kahraman anlatısına kızmaktayız ama yazık ki bize, kahramanlara ihtiyaç duymaktayız.
Bakın işte, zamanımızın bütün De Guiche’leri, Vicomte’ları, tüm yalancılar, hurafeler, alçaklıklar üzerimize üzerimize geliyor. Ne? Kimse yok mu?
O da ne! Susun, kahramanımız kendini düşmana takdim ediyor:
-Hımbıl, bayağı, serseri, çulpa, küstah, avanak! -Bendeniz de Savinien Cyrano de Bergerac!