Hürriyet'ten Mehmet Yılmaz; Radikal'den Orhan Kemal Cengiz, Uğur Vardan; Taraf'tan Taner Akçam, Semih İdiz; Milliyet'ten Belma Akçura; Vatan'dan Sanem Altan; Akşam'dan Ufuk Ulutaş; Zaman'dan Ekrem Dumanlı, Fikret Ertan; Cumhuriyet'ten Utku Çakırözer; Yeni Şafak'tan İbrahim Karagül; Sabah'tan Ömer Taşpınar ve Star'dan Mustafa Karaalioğlu gündem konuları hakkında yazdılar.
İşte gazetelerde yer alan yazılardan bazı bölümler şöyle:
Mehmet Y. Yılmaz - Hürriyet
Azarlanmadan yaşamanın tadını çıkaralım
Aslına bakarsanız biz Türkler olarak bu vesileyle biraz rahatladık.
Sürekli azarlanan, kafasına kakılan çocuklar gibiydik, ama özellikle son bir aydır biraz kafamızı dinleyebilmemiz mümkün oldu, “babamız” kafayı Sisi’ye, Birleşmiş Milletler’e, İslam İşbirliği Teşkilatı’na taktı, şimdi onları azarlıyor.
Bunun keyfini sürmemiz gerekir diye düşünüyorum, bugün-yarın yine bizleri azarlamaya karar verene kadar tadını çıkaralım!
Başbakan önceki gün bir kez daha şöyle seslendi:
Ey Birleşmiş Milletler, ne işe yararsın?
Adı Birleşmiş, soyadı Milletler olan bir gerçek kişiden söz etmiyor.
Hepimizin bildiği gibi bu uluslararası bir kuruluş, bir tüzel kişilik, gerçek kişilik değil. Dolayısıyla birisi kendisine “eyyy” diye seslenince yanıt verebilmesine olanak yok. Normal olarak üyeler, yolunda gitmediğini düşündükleri uluslararası meseleler için üyesi oldukları bu kuruluşları harekete geçirebilirler.
Mesela toplantıya çağırabilirler, bir karar metninin oylanmasını isteyebilirler vs.
Ama bunu yapmıyor.
Aynı durum İslam İşbirliği Teşkilatı için, İslam Konferansı için de geçerli.
Yel değirmenlerine karşı tam teçhizat saldırıya geçmiş bir Don Kişot edasında, yanında Sanço Panço’su da var, ama yel değirmenleri bunu anlayamıyorlar doğal olarak.
Bu durumdan şikâyet etmeyelim.
Hayat kısa, değmez bir kıza!
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Orhan Kemal Cengiz - Radikal
ABD Suriye'ye neden şimdi müdahale etmek istiyor?
Gelen bütün haberler ABD’nin tek taraflı olarak Suriye’ye bir askeri müdahale hazırlığı içinde olduğunu gösteriyor. Muhtemelen, daha önce Kosova’ya yapıldığı gibi, ABD’nin tek taraflı olarak Suriye’de belli hedefleri vurduğu ‘sınırlı’ bir hava saldırısı gerçekleştirilecek. Peki, neden ABD iki yıl bekledikten sonra müdahale ediyor ve neden sadece sınırlı bir operasyonla yetiniyor?
Esad’ın bu bölgeyi bütünüyle kontrol altına alması, sadece Esad rejiminin belirsiz bir süre daha ayakta kalması değil, ama aynı zamanda Hizbullah ve İran Devrim Muhafızları’nın da Suriye’de kalıcı bir statü elde etmeleri anlamına geliyor.
ABD için en iyi şık, iki tarafın da kazanamadığı, iki tarafın da tam olarak kontrolü ele geçiremediği bir durumu devam ettirmek olarak görünüyor.
Eli kulağında olan ve sadece sınırlı hadefleri vurması beklenen hava saldırısını, ABD’nin, savaşı kazanmasını engelleyecek ‘nispette’ Esad güçlerine zarar vermesi olarak okuyabiliriz.
Ben ABD’nin Suriye müdahalesinin bütün bu yukarıda bahsettiklerimden daha fazla bir anlamının olacağını düşünüyorum. ABD’nin Ortadoğu stratejisinin temel parametrelerinde değişiklikler var ve biz bunların neler olduğunu parça parça görüyoruz. Tıpkı Mısır’da ‘askeri darbe’ye yeşil ışık yakılması gibi, Suriye müdahalesi de ABD’nin yeniden İsrail ve Suudi Arabistan’ın güvenlik ve ihtiyaçlarını politikasının merkezine oturttuğu anlamına geliyor. Ortadoğu’da kartlar yeniden karılıyor...
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Uğur Vardan – Radikal
Çay içecek adam bulamamak
Yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılırsa yalnızlık olmaz” demişti Özdemir Asaf o ünlü şiirinde. Biz ise bir Ortadoğu’nun lideri, Osmanlı’nın mirasçısı, vazgeçilmez bir kanaat önderi olma amacıyla çıktığımız ulvi bir hedeften saparak geldiğimiz nokta itibariyle, AKP kurmaylarının ürettiği ‘Değerli Yalnızlık’ tanımının psikolojisini yaşıyoruz. Bu tanım üzerine çokça yazı okumuş olabilir- siniz ki cuma günü Cengiz (Çandar) Abi’nin Radikal’de kaleme aldığı “‘İki Yahudi’ ve ‘anti-Semitizm’ algısı” başlıklı metin, bu konudaki en iyi toparlamalardan biriydi.
Metronun Taksim Meydanı’na çıkan tüneline çoğumuz vâkıfızdır. Merdivenlerden yüzeye ulaştığınız noktada sizi çoğu kez ‘Sol tandanslı’ muhalif gazete satıcıları karşılar. Bu kişilerden biri de Aydınlık satar; son derece güleçtir ve yumuşak ama etkileyici, akılda kalıcı bir üslubu vardır. Birkaç ay önceydi, Beyoğlu’ndaki sinemalardan birindeki basın öngösterimine gidiyordum. Tam çıkışta yine bu arkadaşın gazete sattığını gördüm. Elinde bir Aydınlık, şöyle sesleniyordu metrodan çıkanlara: “Sıfır sorun diyorlardı, çay içecek arkadaş bulamıyorlar...”
Evet, entelektüel yorumlar önemli, dış politikadaki hal-i pürmelalimizi gayet güzel anlatıyor ve açıklıyor bu metinler ama sanırım herkesi kapsayan bir bakış açısı, o gazete satıcısı güzel abimizin ifadesi kadar net olamaz... ‘Değerli Yalnızlık’ın bana düşündürdüğü şeyse Red Kit’in (bu çizgi romanın en büyük müptelalarından ‘Rahmetli’ Özal’ı da analım) o ünlü son karesidir: “Evinden uzakta yalnız bir kovboyum.” Bu repliğin AKP’yle birlikte “Evinden çıkamayan yalnız bir kovboyum” olarak değiştiğini de görmek mümkün.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Semih İdiz - Taraf
Ortadoğu’yu İslamcılar şekillendiremeyecek
Rusya ve Çin yüzünden BM’den Esad’a karşı bir müdahale karar çıkmayacağı da artık kesinleşti.
Washington ile Moskova’yı aynı “formatta” buluşturacak diplomatik formül ise henüz ortada yok. Oysa bu kanlı savaşı bitirecek olan budur. Bir yandan Suudi Arabistan ile İran’ın mezhep eksenli mücadeleleri, diğer yandan ABD ile Rusya’nın soğuk savaşı aratmayan çekişmeleri derken bu işin epey süreceği anlaşılıyor.
Bu durumda bir şeyler yapması için ABD üzerindeki baskılar artıyor. Washington’un 2003’te Irak’ta olduğu gibi bir “istekliler koalisyonu” oluşturmasından ve 1998’de Kosova’daki Sırplara karşı düzenlenen türden bir operasyona önderlik etmesinden söz ediliyor.
Müdahale etmesi için Ankara’dan da Washington’a yoğun tekinler yapılıyor. Başbakan Erdoğan Batı’yı “bölgeye yerleşen kan emiciler” diye kınarken Ankara’nın bunu yapıyor olması elbette ki çelişkili, ama o başka konu. Fakat ABD’nin müdahale edeceği kesin değil.
Beyaz Saray, Dışişleri Bakanlığı ve Kongre’den yükselen müdahale seslerine rağmen askerî kanat hâlâ çekingen. Amerikan kamuoyu da Ortadoğu’da yeni macera istemiyor. Rusya, İran ve Hizbullah’ın Esad rejimine yeminli bir şekilde destek vermeleri ise, Batı önderliğinde yapılacak bir müdahalenin durumu daha da alevlendirmesi olasılığını gündemde tutuyor.
Kısacası, Suriye krizinin Ankara’nın istediği gibi bitmeyeceği artık aleni bir şekilde ortada. Ankara’nın Sünni ağırlıklı Suriyeli mülteciler için istediği “güvenli bölgelerin” kurulması da olası görünmüyor çünkü bu tür bölgelerin muharip güçlerce korunması gerekecek.
Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar gibi Esad karşıtı bölge ülkeleri bile bunu kendi aralarında sağlama konusunda hevesli değiller. “Bir uluslararası güç olsun” diyorlar, ki bu Batı ağırlıklı bir güç demek oluyor. Fakat hiçbir Batılı ülkede bu konuda heves yok.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Taner Akçam – Taraf
Ergenekon: Genel değerlendirme
Konuyu toplum- devlet ayırımı yaparak tartışmalıyız. Kimse kendini kandırmasın, Ergenekon- Balyoz gibi geçmişle yüzleşmeler, devletin belgelerini bavullar hâlinde hazırlayarak gazetelere sunduğu bir bağırsak temizliği operasyonudur. AKP ile gerçekleşen yönetici elit değişikliği ve globalleşen dünyanın Türkiye’ye dayattığı yeni yer ve buna uygun davranma zorunluluğu bu yüzleşmenin görünen iki nedeni. Başka nedenler de sayılabilirsiniz.
Toplum olarak bu “temizliği” fazla içimize sindirmediğimizi ve desteklemediğimizi iddia edeceğim. Ergenekon davalarına karşı, “mangalda kül bırakmıyor” havalarına girerek, sahtekârlık yapmamamızı ve aynayı kendimize tutmamızı önereceğim. Devletin bağırsak temizleme operasyonu, aynı haberler tüm gazetelere gitmesine rağmen Taraf dışında hiç bir gazete tarafından dikkate bile alınmadı. Yani medya, devlet kadar bile olamadı. Aynı şey, kendisini sol sayan geniş kesim için de geçerli.
Tuhaftır, birçok solcu ve BDP, bazı nedenlerle Kenan Evren ve cuntacıların yargılanmaması için oy verdi. Faili Meçhuller de öyle...
Tarihle yüzleşme için aşağıdan fazla bir baskı gelmediğini iddia ediyorum. Tüm sorun burada yatıyor. 28 Şubat’ın üstüne gidilmesi ve 1980’in gidilmemesinin bir nedeni de bu. Çünkü iktidardakiler 28 Şubat mağdurları, 12 Eylül değil... 12 Eylül mağdurları, kendilerince haklı nedenleri olabilir ama yüzleşmemeden yana oy kullandılar.
Aslında problem daha derin yerlerde. Toplumda sivil direnme kültürü yok. Sahip olduğu şey şikâyet etme kültürü.
Şikâyet kültürü iki yerde kırıldı. Hrant ve Gezi... Bu nedenle de bu iki konuda devletin ezberi bozuldu.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Belma Akçura - Milliyet
Medyada özellikle azınlık gruplarını hedef alan ırkçı, ayrımcı, önyargılı haber ve yazılar azalmakla birlikte, yeniden üretilmesi ve meşrulaştırılması konusunda hâlâ sorunlu bir alana işaret ediyor. Dolayısıyla uluslararası hak örgütleri sadece ırkçı eylemlere karşı değil, söylemine karşı da ortak bir refleks göstermekte. Hrant Dink Vakfı bunlardan biri. “Medyada Nefret Söylemi ve Ayrımcı Dil” konulu raporlarına bir yenisini daha ekledi. Rapora göre; yılın ilk dört ayında yine en çok nefret söylemi köşe yazılarında üretildi. Yine 2013’ün ilk aylarında nefret söylemi artmakla birlikte, hedef gösterilen grup sayısı azaldı. Nefret söylemi ise en çok ulusal basında köşe yazılarında üretildi.
53 sayfalık raporda yazılı basında nefret söylemi özellikle dini ve etnik grupları hedef alan içeriklerin yanı sıra kadın ve LGBT bireyleri ve Barış ve Demokrasi Partisi’nin (BDP) Karadenizturu üzerinden değerlendiriliyor.
Milli Gazete birinci
Nefret söylemi içerdiği tespit edilen yazıların çoğu ulusal basında yer aldı. Değerlendirilen 104 içerikten 94’ü 13 farklı ulusal yayında, on yazı ise, yedi yerel gazetede yer aldı. Daha önceki dönemlerde olduğu gibi bu dönem de nefret söyleminin özellikle köşe yazılarında üretildiği gözlemlendi. İncelenen içeriklerin 74’ünü köşe yazıları, 27’sini haberler, birini de kitap tanıtımı oluşturdu. “Basın Arşivi” başlığı altındaysa nefret söylemi içeren iki yazıyla karşılaşıldı.
Bu dönemde de en fazla Ermeniler ve ardından, sırasıyla Yahudiler ve Hıristiyanlar hakkında nefret söylemi üretildi. İçeriklerde asli ya da ikincil unsur olarak en sık hedef gösterilen diğer iki grup ise, Rumlar ve Kürtler oldu.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Sanem Altan - Vatan
Ağlayan kaptan iyiye işaret değildir
Başbakanı televizyonda ağlarken seyrettiniz değil mi?
Aslında başbakan samimiyetle ağlıyordu, ağlaması samimiydi ama ağlamasının gösterilmesi hesaplıydı.
Başbakan da, soruyu soran da o mektuba başbakanın ağlayacağını daha en baştan biliyordu.
Onların bunu bildiğini bilmek de izleyende o samimiyet algısını bozuyordu…
Bir başbakanı televizyonda dakikalarca ağlarken görmek insanı ürkütüyor doğrusu.
Ancak Ortadoğu’da olur böyle dakikalarca ağlamak herhalde.
Devlet gemisinin kaptanıdır başbakan. Bir gemide kaptanının birden salonun ortasına gelip hıçkıra hıçkıra ağladığını düşünsenize, nedeni ne olursa olsun bu sahne yolcularda bir ferahlık duygusu yaratmaz sanırım.
Benim televizyonda izlediğim başbakanın bundan sonra Türkiye’yle ilişkisi akılla değil duygularla olacak gibi…
Ağlayacak...Bağıracak...Kızacak...Küsecek...Sevecek...
Nevrotik bir ilişki olacak yani aramızdaki.
Zaten de öyle değil mi uzunca bir zamandır?
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Ufuk Ulutaş - Akşam
ABD Suriye’ye müdahale eder mi?
Geçilmedik kırmızı çizgi kalmamışken ABD’nin Suriye’de sessiz kalabilme konforu gittikçe daralıyor. Herşeye rağmen ABD’nin Suriye’de “rejimi düşürecek” bir askeri müdahale peşinde olmadığı da anlaşılıyor. Fakat, ABD’nin özellikle bu olaydan sonraki sessizliği ABD için iki ağır maliyet üretiyor.
Birincisi, kimyasal silah kullanımına sessiz kalınması veya hiç yaşanmamış gibi davranılması, kimyasal silah kullanımını yaygınlaştırma ve bir nevi meşrulaştırma vazifesini görebilir. Bu her şeyden öte ABD’nin bölgesel varlığı için ciddi bir tehdit oluşturacaktır. İkincisi ise Doğu Guta’dan yayılan resimler, ABD’nin “çıkarlarımıza hizmet etmez” derken kastettiği İslami muhalif cephelerin ülkedeki etkisini artıracak türden.
Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) Nusra Cephesi gibi gruplar bir yandan, diğer yandan ise Suriye İslami Kurtuluş Cephesi, Suriye İslami Cephesi ve benzeri İslami gruplara bağlı birlik ve tugaylar, rejimle çatışmalarda hem verimlilik hem de prestij açısından saha üstünlüğünü ele geçirdi veya geçiriyor. Özgür Suriye Ordusu çok flu sınırlara sahip bir çatı kuruluş ve o bayrak altında savaşanların da ezici çoğunluğu İslami hareketlere yakın Suriyeliler.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Ekrem Dumanlı - Zaman
Meydan savaşı mı?
Özellikle sosyal medyada bir Taksim-Tahrir tartışmasıdır sürüp gidiyor. Bu ağız dalaşı tansiyonun en dipten en tepeye sürekli gidip geldiği sanal ortamlardan taşıyor, gazete ve televizyonlara da yansıyor. Kimi Taksim’de eylem yapanları kutsuyor ve oradaki bir kısım yanlışları görmezden geliyor; kimi de onca devlet yetkilisinin hatta Başbakan’ın muhatap kabul ederek görüştüğü insanları da bir çuvala koyuyor ve onları sürekli kötülüyor.
Mısır’da yaşanan üzücü hadiseleri kes-yapıştır kolaycılığı içinde Türkiye’ye taşımak yanlış. Hele Taksim’i Tahrir saymak; hatta onun karşısına da Adeviyye meydanını koymak bu ülkeye bir şey kazandırmaz.
Türkiye, Mısır değil bir kere. 1960’tan bu yana çok partili hayatın bütün diyetleri ödendi en azından. Defalarca darbe yapıldı ve her defasında görüldü ki darbeler asla çözüm değil.
Türkiye’nin meydanları ne Tahrir’e benzesin ne Adeviyye’ye. Meydan savaşına da gerek yok, savaş söylemine de. Meydanlara kardeşlik yansısa fena mı olur? Bu ülkede insanlar darbe yanlısı–darbe karşıtı diye tam ortadan bölünmesin. Farklı fikirler kendilerini özgürce ifade etsin; ama demokratik çizgilerden bir milim bile sapılmasın. Çok mu zor? Hafıza kaybına uğramadıysak hiç de zor değil…
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Fikret Ertan - Zaman
Bosna ve Kosova’yı hatırlatmıştık
Suriye’deki zulüm ve katliamların durdurulması için BM’den umudunu kesenler artık başka yollar aramaya başlamış bulunuyorlar.
Haberlere göre, Obama yönetimi artık Kosova örneğini inceliyor. Türk yetkililer de Bosna örneğini dile getiriyorlar. Bunlar elbette çoktan düşünülmesi gereken yollardı; ama yerleşik düşünceler, korkular, evhamlar peşin hükümler ve anlamsız antipatiler yüzünden bunlardan bugünlere kadar söz dahi edilmedi. Bize gelince; biz aylardır bu konuyu çeşitli yazılarda bu köşede dile getirip uyarı görevimizi yapmaya çalışıyoruz.
Bakın en son geçen ay (18.7.13) yazdığımız ‘Esed’in en büyük korkusu’ başlıklı yazıda hem Bosna ve hem de Kosova şıkları üzerinde nasıl durmuştuk:
“Esasen, BMGK kararı olmadan da müdahale imkânları araştırılabilir, bu konuda bir mutabakat sağlanması için çaba da gösterilebilirdi; çünkü geçmişte bu tür karar olmadan yapılan müdahale örnekleri vardı. Bosna ve Kosova müdahaleleri mesela.
Kosova’da ise yine Bill Clinton’un kararıyla başlatılan ve iki ay kadar süren Amerika-NATO bombardımanı sonucu Kosova’daki Sırp zulmü sona ermişti.
Ne var ki, bugün ortada Bill Clinton’un duyarlılığına ve kararlılığına sahip bir başkan ve yönetim yok. Bugünkü Başkan Obama ve yönetimi Suriye’ye müdahale konusunda baştan bu yana mütereddit davranıyor. Bu bakımdan bu konuda bugün de pek umut yok.”
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Utku Çakırözer - Cumhuriyet
Yüzde 99 Esad'ın Ordusu
Başkent Şam yakınlarında yüzlerce masum sivilin geçen hafta kimyasal silah kulanılarak katledilmesi, iki yıldır süren Suriye krizini bir dönüm noktasına getirmiş durumda. Bu saldırının hem Suriye hem de bölge açısından çok önemli sonuçları olacak. Ya Suriye yönetiminin sorumlu olduğu yönünde güçlü bir kanaat belirecek ve Esad yönetimine karşı büyük olasılıkla ‘sınırlı’bir askeri operasyon gündeme gelecek.
Ya da saldırıda muhalefetin parmağı olduğu yönünde güçlü bulgular ortaya çıkacak ve uluslararası toplum bugüne kadar muhalefete verdiği desteği gözden geçirme durumunda kalacak.
Şam yönetimi dün BM gözlemcilerine izin verdi. Şimdi tüm dünya nefesini tutarak bu incelemenin sonucunu bekleyecek. Ancak bu arada başta ABD, Rusya, İngiltere, Türkiye ve İran olmak üzere, konuya ilgi duyan ülkeler kendi istihbarat kaynaklarını kullanarak sorumluyu önceden tespit için çabalıyor.
Türk güvenlik birimlerine ulaşan son bilgiler ışığında Genelkurmay karargâhında hâkim görüş şöyle:
“Katliamın sorumlusu yüzde 99 Suriye ordusu.”
Saldırıdan iki gün önce BM heyetini Suriye’ye davet eden Esad böyle bir saldırıyı neden yapsın? Bu noktada net bir kanaat ortada yok. Saldırıyı ordu birlikleri talimatla mı yaptı? Yoksa Esad’a bağlı askeri birimlerin içinde bir karşı komplo mu sözkonusu? Bilen yok.
Diplomatik temas trafiğinin yoğunlaştığı gündemde, uluslararası haber ajansları dün önemli bir haberi dünyaya duyurdu. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin, kimyasal saldırıdan bir gün sonra, perşembe günü, Suriye Dışişleri Bakanı Velid el Muallim ile bir telefon görüşmesi yaptığı bilgisi yer aldı bu haberlerde. Bu telefon görüşmesi çok büyük olasılıkla, ABD ile Suriye arasında, son iki yıl içinde yapılan ilk üst düzey doğrudan temas olarak tarihe geçecek.
Kerry’nin aylar sonra Muallim’e ettiği bu telefon, bir kez daha gösterdi ki, en büyük ülkeler dahi ulusal çıkarları söz konusu olduğunda arzu etmedikleri opsiyonlar dahil her tür adımı denemek zorundadır.
Acaba Kerry’nin krizin ortasında Şam’a açtığı bu telefondan Ankara’da ders çıkaranlar olacak mı?
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
İbrahim Karagül - Yeni Şafak
Mısır darbesini İsrail planladı, bu kesin!..
Mısır'da Müslüman Kardeşler'in, ilk kez iktidara gelmesi, hem Mısır'ın hem de bütün bölgenin değişmesi anlamına geliyordu. Kitleler sokaklara dökülerek darbe için kullanıldı. Mısır halkı istemiyor dendi ve askeri müdahale oldu. Ama gerçekte istemeyen Mısır halkı değil, 28 Şubat'ı yapan merkezlerdi. Planı yine onlar yaptı, Suud parasını kullanıp kanlı bir 28 Şubat tezgahladılar.
Aslında bu üç müdahale Ortadoğu'da, 20. Yüzyıl'ın başlarında şekillendirilen statükonun değişmesi için mücadele eden bölge insanına karşı uluslararası müdahaleydi. Teorik altyapısını İsrail aşırı sağı oluşturuyor, ABD ve Avrupalı müttefikleri siyasi eylem planını uyguluyor, masraflar da bölgedeki garnizon rejimlerden tahsil ediliyordu.
Mısır'daki gibi darbe yönetimlerinin bu yüzyılda çok kısa ömürlü olacağını bilmeleri gerekiyor. Kitleleri yönetmenin otuz yıl önceki kadar ya da İran'da Musaddık'ı devirdikleri dönemdeki kadar kolay olmayacağını bilmeleri gerekiyor. Bu yolla, bölgeyi ellerinde tutamayacaklarının hesabını yapmaları gerekiyor.
Aslında 28 Şubat, Cezayir'deki darbe, Mısır'daki askeri müdahale, formatları farklı gibi görünse de aynı elden çıkma, aynı adresten gelmedir. Çokuluslu müdahaledir, kitlesel eğilimleri engelleme çabasıdır, halkın direncini kırma planıdır, yüz yıllık sömürü düzenini koruyup kaynakları elde tutma hesabıdır.
Tabii, bölgenin uyanışının küresel iktidarda yol açacağı sarsıntıyı engelleme, Batı'nın küresel düzenini elde tutma çabasıdır. Bu yüzden, 'Mısır'daki darbenin arkasında İsrail var' sözü son derece doğru bir tespittir.
İsrail bu darbenin her aşamasında vardır. Kendi kaygıları, bölgesel hesapları, Arap-İsrail sorunu, Filistin meselesi, bölgede Batı denetiminden çıkacak iktidarların oluşturacağı tehlike İsrail'i panikletmektedir.
Bu 'şer ittifakı'nın 28 Şubat'ta yaptıklarının bir başka formatını Türkiye'de yeniden uygulamak istediklerini de gördük. Ne yapabileceklerine kafa yormak gerekiyor. Neler yapabileceklerini biliyoruz. Nasıl karşı durulacağının hazırlığını yapmak gerekiyor.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Ömer Taşpınar- Sabah
Suriye’de ABD’nin “prensipsiz yalnızlığı” bitmek üzere
Obama yönetimi Suriye konusunda bütün isteksizliğine rağmen artık iyice köşeye sıkışmış durumda. Esad'ın kimyasal silahlı saldırısı sonrasında Kosova tipi bir NATO müdahalesi kaçınılmaz hale geldi. Nedir Kosova modeli? Doksanlı yıllarda Çin ve Rusya, Sırbistan'dan yana çıkarak tıpkı bugünkü gibi BM Güvenlik Konseyi'ni paralize etmişlerdi. Bunun üzerine Clinton yönetimi "BM olmazsa, NATO ile yola devam" demiş ve Sırbistan'a karşı haftalar sürecek bir hava saldırısıyla, Kosova'yı Bosna tipi bir katliamdan kurtarmıştı. Önümüzdeki günlerde başını ABD, Fransa ve İngiltere'nin çektiği bu tür bir NATO hava saldırısı Türkiye'nin "değerli yalnızlığına" son verecek gibi görünüyor. Bu durum, aynı zamanda, ABD'nin Suriye'deki prensipsiz yalnızlığının bitmesi anlamına gelecek.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Mustafa Karaalioğlu - Star
Mısır’a, Suriye’ye kapalı göze tavsiyeler
Mısır’daki darbe ve müteakip katliamlarla, Suriye’deki tarifi imkansız öldürme seansları Türkiye’nin pek konuşulmayan bir gerçeğini su yüzüne çıkartıyor. Bazılarımız nedense İslam coğrafyasındaki ölümlerle ilgilenmiyor. Zamanı geldi artık konuşmalıyız... Kim ne kadar duyarlı ve kim neden yeterince duyarlı değil? Başka sorular da var ama tartışmak için şimdilik bu kadarı yeter...
Bazı ölümler, bazı insanlık dramları, bazı hakların mücadelesi Türkiye’de belli kesimleri ilgilendirmiyor. Siyasetten medyaya, akademiden topluma kadar bir blok için; mesele Suriye, Filistin, Afganistan, Mısır, Myanmar, Arakan, Bosna, Kosova sözkonusu olduğunda bariz bir ilgisizlik gözleniyor.
Adını koyalım... “İslam” temalı bütün siyasal ve toplumsal olayları sahiplenmemekte istikrarlı bir tavır sergiliyorlar. Dün Filistin’de, Gazze’de, Irak’ta insanlar ölürken kayıtsız kalanlar bugün Mısır ve Suriye’de olup bitenlere karşı da aynı kayıtsızlık içindeler.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız