İstanbul Büyükada'da stres, travma ve digital güvenlik konuları üzerine gerçekleştirdikleri toplantı sırasında gözaltına alınıp tutuklanan ve 133 gün sonra tahliye edilen İnsan Hakları Gündemi Derneği üyesi Veli Acu, kendilerine yöneltilen suçlamalarıyla ilgili olarak, “Suçlamaları duyunca duygu karmaşasına girdim. Tişört, şort ve parmak arası terlikle darbe yapacak kadar yetenekli miyim?" diye sordu.
Cumhuriyet'ten Zehra Özdilek'e konuşan Veli Acu'nun açıklamaları şöyle:
Büyükada’daki toplantıya yapılan baskınla gözaltına alınan ve 3 ayı aşkın süre tutuklu kalan insan hakları savunucusu, İnsan Hakları Gündemi Derneği Yönetim Kurulu üyesi Veli Acu, “Suçlamaları duyunca çok yoğun bir duygu karmaşası içine girdim. ‘Vay be, bu ben miyim?’ dedim. Tişört, şort ve parmak arası terlikle darbe yapacak kadar yetenekli miyim? Sonra da ‘bu kadar örgüte birden yardım edecek ya da üye olacak kadar siyasal rasyonaliteden yoksun muyum?’ diye düşündüm” diyor. Heyecanla doğacak bebeğini bekleyen Acu, cezaevi günlerini gazetemize anlattı. 310 gündür tutuklu muhabirimiz Ahmet Şık’a da mesaj gönderdi: “İyiyim Ahmet çok iyiyim.”
- Büyükada’da toplantıya giderken böyle bir operasyon yapılacağı aklınıza geldi mi?
Hayır gelmedi. Rutin olarak insan hakları savunucularının yaptığı kapasite geliştirme toplantılarından birisiydi. Daha önce yapılanlardan bir farkı yoktu. Güvenlik, gizlilik açısından söylüyorum; bu toplantı, mahalle kültürünün hâlâ yaşandığı mahallelerde sosyalleşmek ve son havadisleri paylaşmak amacıyla bir araya gelen mahalle sakinlerinin kısır partisi kadar alelade bir toplantıydı.
- Suçlamaları duyunca ve hakkınızda yapılan haberleri okuyunca neler hissettiniz?
Aslında çok yoğun bir duygu karması içine girdim ama en baskın olanı birbirine iki zıt duygu belirdi. İlk önce ‘vay be bu ben miyim, dedim ‘tişört, şort ve parmak arası terlikle darbe yapacak kadar yetenekli miyim?’ dedim. Sonra, ‘bu kadar örgüte birden yardım edecek ya da üye olacak kadar siyasal rasyonaliteden yoksun muyum?’ dedim. İdeolojik olarak birbiriyle taban tabana zıt iki örgüte birden destek verecek kadar muhakeme yetisine sahip değilsem hukuken tam ehliyetsiz sayılırım. Öncelikle yargılanmamam lazım. İkincisi mahkeme bana bir vasi atamalı. Zaman zaman da güldüm. Bu kadar toptan çıldırmışlık hali nasıl olur diye uzun uzun düşündüm. Şiddetle hiç bir zaman ittifak yapmamış ve ilkesel olarak şiddeti reddeden birisi olarak şiddete başvuran bu kadar örgütle ilişkilendirilmem gerçekten kelime bulamadığım, anlamlandıramadığım bir süreçti.
- 3 ayı aşkın süre cezaevinde kaldınız. Nasıl geçti?
Tam 113 gün kaldım. Bunun 28 günü tecritte geçti. Ben ilk defa cezaevi gördüm. Tecriti çok eskide kalmış, ilkel, sadece disiplin cezası olarak verilen çok kısa süreli yalnızlaştırma, dolayısıyla gayri medenileştirme süreci sanıyordum. Hâlâ uygulanıyormuş. Üstelik öyle kısa bir süre de değil. Daha çok düşünerek geçirdim. Kendimi edebiyatın şefkatli kollarına bıraktım. Daha önce hiç bu kadar edebi okumalar yapmamıştım. Edebiyat beynimin firar etmesine, dört duvarın, tel örgünün ötesine geçmesine imkân sağlıyordu. Meşhur yasakların sahiplerinin engel olmadığı şey zihnimizin firar etmesiydi. Bunu edebiyata borçluyum. Bazen İnce Memed’le Toroslar’daydım, bazen Gabriel Garcia Marquez’le Güney Amerika’daydım. Sadece bedenim içerdeydi onunla da spor yaptım. Her gün en az iki saat yürüdüm. Yarım saat vücut hareketleri yaptım. Son bir ay kala televizyon aldım. Sadece akşamları bir iki komedi programı takip ediyordum.
- Cezaevi anılarınızdan söz eder misiniz?
Silivri’ye arkadaşım Günal Kurşun ile birlikte götürüldüm. Sonra onunla birlikte kalamayacağımı öğrendim. Kabullenmek zor oldu, ısrarla dilekçe yazdım ama hep olumsuz cevap aldım. En iyi anlarım avukatım, ablam, değerli dostum Hülya Gülbahar’la olan bir saatlik görüşmelerimdi. Bir başka mutlu olduğum anım hocam Kerem Altıparmak’ın bana yazdığı mektubu Cumhuriyet gazetesinde gördüğüm zaman oldu. Beni en çok üzen şey bir insan hakları savunucusu olarak içerde öğrendiğim insan hikâyeleriydi. İddianame olmadan tutuklulukları bir yılı aşan insanlar vardı. Bir gün avukat görüşüne giderken, gardiyana, ‘Siz de mi bizimle aynı yemeği yiyorsunuz’ diye sordum ‘maalesef’ cevabını verdi. Çok üzüldüm. Bizi alt insan olarak mı görüyordu? Ben hayatım boyunca insanı insan olarak gördüm.
- Savcı, sadece sizin için tahliye talep etmedi. O an ne hissettiniz?
Ayrımcılığın çok kaba bir halini gördüm. Kendimi her şeyden önce dışlanmış hissettim. Benimle ilgili iddialar diğer arkadaşlarla hemen hemen aynı... İlk etapta çok üzüldüm ama kendimi tekrar cezaevine hazırladım. Arkadaşlarım bana çıkacağımı söylediler ama çok inanmadım. Serbest bırakılmam sürpriz oldu. Bence mahkeme heyeti doğru ve yerinde bir karar verdi. Baştan sona hukuksuz olan bir sürece kısmen dur diyebildiler, beraat edince bu hukuksuzluk tamamen ortadan kalkmış olacak.
- Dışarıda en çok neyi yapmayı özlediniz?
En çok eşimi özledim. Duvarlara çarpmadan uzun uzun yürümeyi özledim. Avluda yürürken her 6-7 adımdan sonra duvara çarpıp geri dönmek zorundasınız. Bir otoyola çıkıp saatlerce dümdüz yürümek istedim. Hâlâ uzun yürüyemedim. En kısa sürede şehrin en uzun en düz caddesini bulup yürüyeceğim. Toprağı çok özledim. Hapiste her yer beton demir ve kahverengiydi. Renkleri ve müzik dinlemeyi çok özledim. Arkadaşlarımı özledim. Aslında günlük hayatta yaptığım çoğu şeyi özledim.
- Çocuğunuzun doğumunda içerde olma ihtimaliniz vardı...
Benim en büyük umut kaynağım eşim ve çocuğum oldu. Bir de en büyük meşruluk kaynağım suçsuzluğumdu. Suçsuz olduğumu isnatların temelsiz ve absürd olduğunu iddianameyi hazırlayanlar da çok iyi biliyordu. Yakın çevremdeki bütün dostlarım iş yerindeki arkadaşlarım ve çalıştığım kurum ziyadesiyle destek verdi. Bu dayanışma ruhu benim umutlu olmamı sağladı.
- Bu satırları okuyanlara bir mesajınız var mı?
Ülkemizin yaşanan bu süreci hak etmediğini düşünüyorum. İçeri girmeden önce binlerce değerli akademisyen işinden atıldı. Birçoğu bana yön veren, bilimi ve bilim ahlakını öğreten hocalarımdı, onlara zaten çok üzülüyordum. İçerideyken bir çok gazeteci, insan hakları savunucusu, milletvekilinin ve hukukçunun durumunu daha yakından gördüm. Bu adaletsizliğin bir an önce son bulmasını diliyorum. Hukukun egemen olduğu masum insanların özgürlüğüne kavuştuğu günlerin yakın olduğuna inanmak istiyorum. Son söz olarak ben çıkarken Ahmet Şık bana seslendi, hemen yanımdaki odada kalıyordu. Yanımda iki gardiyan vardı ona cevap veremedim. Bir keresinde de bana ‘Nasılsın’ demişti yine cevap verememiştim. İyiyim Ahmet, çok iyiyim. En yakın zamanda çıkacağına inanıyorum. Özgür günlerde buluşmak dileğiyle.