Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmenliği’ne getirilen Can Dündar, “Dün, Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu’nun genel yayın yönetmenliğim için görev çağrısını alınca, Konur Sokak günlerine döndüm. Karşı balkondan gıptayla baktığım, zorlu günlerdeki cesaretine hayran kaldığım, yazarlarını örnek aldığım Cumhuriyet’i düşündüm” dedi.
Can Dündar, yazısında “Şimdi, 12 Eylül’dekine benzer bir baskı döneminde, yine suskunluğa bürünmüş, havuzlarda boğulmuş bir medya düzeninde, özgür, bağımsız basının son kalelerinden birinde, eskisi gibi tehditlerle, baskılarla, davalarla yıldırılmaya çalışılan o gazetede, üstelik tarihi öneme sahip bir seçimin hemen arifesinde sorumluluk üstleniyorum” ifadelerine yer verdi.
Can Dündar, “Arkamızda milli mücadeleyle başlayan bir tarih ve bir büyük gelenek var. Yanımızda, Gezi ruhuyla canlanmış, gençleşmiş, güçlenmiş mücadele azmi... Başucumuzda, bize ışığıyla yol gösteren, yitirdiğimiz ustaların fotoğrafları... Bize düşen, sâri bir hastalık gibi yayılan umutsuzluk, yılgınlık dalgasını kıracak bir cesaretle, gazetenin -istisnasız- bütün birikimini sahiplenip seferber etmek, onu yeniliklerle beslemek, dayanışma içinde, daha geniş kitlelere ulaştırmaya gayret etmek...” görüşünü dile getirdi.
Can Dündar’ın Cumhuriyet gazetesinin bugünkü (10 Şubat 2015) nüshasında yayımlanan, “Cumhuriyet” başlıklı yazısı şöyle:
'12 Eylül'e benzer bir baskı döneminde, yıldırılmaya çalışılan Cumhuriyet'te sorumluluk üstleniyorum'
1979 yazıydı; aylardan Temmuz...
Ankara Konur Sokak’taki üç katlı binanın merdivenlerini tırmandım. Üzerinde “Yankı Dergisi” yazan kapıyı çaldım.
Salonda, sırtı balkona dönük oturan Yazıişleri Müdürü Ömer Tarkan’ın karşısına kuruldum.
Kalktığımda artık gazeteciydim.
Üniversite 2’ye geçmiştim.
Harika bir büroya düşmüştüm.
Derginin sahibi ve yöneticisi Mehmet Ali Kışlalı gerçek bir okuldu. İlk ustam oldu. Üniversiteden hocam Prof. Ahmet Taner Kışlalı, derginin yazar kadrosundaydı. Girişin tam karşısındaki odadan Hıncal Uluç’un kahkahası yükseliyordu.
Kimler yazmıyordu ki:
Ertuğrul Özkök, Emre Kongar, Mehmet Yakup Yılmaz, Avni Özgürel, Yalçın Küçük, Kurthan Fişek, Hikmet Bila ve diğerleri...
4 yıl çalıştığım Yankı, benim gerçek gazetecilik okulum oldu.
***
Konur Sokak, Başkent’in Babıâli’siydi.
27/7’de Yankı Dergisi vardı.
24/4’te Cumhuriyet Gazetesi...
Balkona çıktığımda Cumhuriyet bürosunu görürdüm.
Ankara temsilcisi koltuğunda Hasan Cemal oturuyordu. Biz yeniyetmelerin efsanesi Uğur Mumcu orada çalışıyordu. Mustafa Ekmekçi’nin odası ziyaretçilerle dolup taşıyordu.
Ve o büro, geleceğin yayın yönetmenlerini yetiştiriyordu:
Sedat Ergin’i, Yalçın Doğan’ı, Ufuk Güldemir’i...
***
12 Eylül, Konur Sokak’a bir tankla çıkageldi.
Yankı’nın askerle arası iyiydi; Cumhuriyet, mesafeli...
11 Kasım günü gazete, yayıncı İlhan Erdost’un askerlerce dövülerek öldürülmesini 7 sütun manşetle verdi.
O gün İlhan Selçuk’un yazısının başlığı şöyleydi:
“Kemalizm ideolojisi muz mudur?”
Öğleyin Cumhuriyet’i “Atatürk’e dil uzatmak”tan kapattılar.
Basın susmuştu. En ufak itiraz yoktu; ses vermek yasaktı.
Gün, “komşu dayanışması” günüydü.
17 Kasım tarihli Yankı, kapağında Nadir Nadi’nin fotoğrafıyla çıktı. O röportajda Nadi, darbenin en sıcak günlerinde askerleri şöyle uyarıyordu:
“MGK’ye yardımcı olmayı görev biliyoruz, ama hoşa gitmeyen yayınlara kızmak, sinirlenmek, yöneticileri yanlış uygulamalara sürükleyebilir.”
***
Dün, Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu’nun genel yayın yönetmenliğim için görev çağrısını alınca, Konur Sokak günlerine döndüm.
Karşı balkondan gıptayla baktığım, zorlu günlerdeki cesaretine hayran kaldığım, yazarlarını örnek aldığım Cumhuriyet’i düşündüm.
Şimdi, 12 Eylül’dekine benzer bir baskı döneminde, yine suskunluğa bürünmüş, havuzlarda boğulmuş bir medya düzeninde, özgür, bağımsız basının son kalelerinden birinde, eskisi gibi tehditlerle, baskılarla, davalarla yıldırılmaya çalışılan o gazetede, üstelik tarihi öneme sahip bir seçimin hemen arifesinde sorumluluk üstleniyorum.
Arkamızda milli mücadeleyle başlayan bir tarih ve bir büyük gelenek var.
Yanımızda, Gezi ruhuyla canlanmış, gençleşmiş, güçlenmiş mücadele azmi...
Başucumuzda, bize ışığıyla yol gösteren, yitirdiğimiz ustaların fotoğrafları...
Bize düşen, sâri bir hastalık gibi yayılan umutsuzluk, yılgınlık dalgasını kıracak bir cesaretle, gazetenin -istisnasız- bütün birikimini sahiplenip seferber etmek, onu yeniliklerle beslemek, dayanışma içinde, daha geniş kitlelere ulaştırmaya gayret etmek...
35 yıl önce, Cumhuriyet manzaralı bir büroda mesleğe ilk adımlarını atan o stajyer muhabirin heyecanıyla başlıyorum işe..
Aynı kararlılıkla, aynı inançla...
(Not: Ada, 1 Mart’a kadar tatile çıkıyor.
O güne kadar gazetede kampa gireceğiz.)