12 Eylül'ün sembol fotoğrafındaki 9 kişiden biriydi: Tek tip, faşizmdir!

12 Eylül'ün sembol fotoğrafındaki 9 kişiden biriydi: Tek tip, faşizmdir!

12 Eylül 1980 darbesinin ardından zorla giydirilen tek tip kıyafeti yırtan, ardından don ve atletle duruşmaya çıkan 9 kişiden biri Rahmi Yıldırım, 31 yıl sonra, olağanüstü hâl (OHAL) yayımlanan 696 sayılı kanun hümünde kararname (KHK) ile terör suçlularına getirilen tek tik kıyafet uygulamasını, "Faşizan zihniyetin eseri" diyerek eleştirdi.

Gazeteci Yıldırım, “Cumhurbaşkanı ve partisi, kitabı bombadan tehlikeli gören, resim yaparak, şiir ve makale yazarak da terör suçu işlenebileceğini savunan bir zihniyete sahip. Bu nedenle cezaevlerinde eline hiç silah almamış on binlerce ‘terörist’ vardır. Mesela gazeteci Ahmet Şık, en kıdemli teröristtir! HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve Ahmet Şık gri renkli tek tip elbise giydirilerek duruşmalara çıkartılırken, hırsızlar, rüşvetçiler, kadın ve çocuk katilleri, tecavüzcüler duruşmalara takım elbise kravatla çıkacaklar” diye konuştu.

Cumhuriyet'ten Seyhan Avşar'ın sorularını yanıtlayan Rahmi Yıldırım'ın açıklamaları şöyle:

-12 Eylül darbesinin ardından 1984 yılında uygulanmaya çalışılan tek tip dayatmasından önce cezaevlerinin durumu nasıldı?

12 Eylül darbesinden sonra cezaevleri toplama kampına dönüştürüldü. Diyarbakır, Mamak, Metris cezaevleri işkencenin simgesi olarak tarihe geçtiler. Açlık grevleri, işkenceyle ölüm, tedavi edilmeme gibi nedenlerden kaynaklı sadece Diyarbakır Cezaevi’nden hatırladığım kadarıyla 44 kişinin cesedi çıktı. O dönemde cezaevleri sorgu ve işkence merkezleriydi. 21 Nisan 1983’te tutuklandım. Metris Cezaevi’ne kondum. Ömrümün 25 ayını bu cezaevinde geçirdim. Gözüme çarpan ilk uygulama, sudan bahanelerle, tutuklunun avukat ve yakınları ile görüşme hakkı engelleniyordu. Tutuklulara savunmalarını yazabilmeleri için gerekli olan kırtasiye malzemeleri verilmiyordu. Havalandırmaya çıkarılmıyorduk. Koğuş aramaları talan biçiminde yapılıyor, alınan kitap ve kırtasiye malzemeleri geri verilmiyordu. 1983 yazında, cezaevinde yönetim değişti. Ayrıcalıklı uygulamanın kurumlaştırılması ve baskı, tehditlere başvurulması karşısında açlık grevine gidildi. 28 gün boyunca ses yayın cihazından yapılan, kulakları sağır edici gürültüyle tutukluların haklı iradesi zayıflatılmak istendi. Koğuştaki masa ve sandalyeler toplatıldı.

"Amaç boyun eğdirmek"

Bir yıldır ara verilmiş olan dayak yeniden başladı. Dayatılan üst arama biçimi, insanı aşağılamanın ve onursuzlaştırma amacının ahlak dışı bir aracıydı. Bir yatakta iki kişi yatmak zorunda bırakılmıştık. Cumhuriyet, Milliyet, Güneş gazeteleri fikir gazetesi olarak nitelendirildiklerinden, mizah dergileri (özellikle Gırgır) siyasi görüldüklerinden, satışlarına izin verilmiyordu. Koğuştan çıkışlarda, tutuklunun tamamen soyunması (külot dahil) ve edep yerlerini “usulüne uygun şekilde arattırması” isteniyordu. Bunu kabul etmediğimiz için dövülerek koğuşa yollanıyorduk. Avukat ve yakınlarımıza görüşmeye kendimizin çıkmadığı söyleniyordu. Bunca hak ihlalinin ardından sonuçta tek tip cezaevi elbisesini dayattılar. Tek tip elbiseleri giydiğimiz takdirde koşulların düzeleceğini söylüyorlardı. Asıl amaçları siyasi tutukluya boyun eğdirmek, kişiliğini ve onurunu çiğnemekti.

"4 takım elbise yırttım"

-Duruşmada tek tip kıyafetleri yırttıktan sonra atlet ve don ile kaldığınız o fotoğraf karesi herkesin aklında. O günü anlatır mısınız?

14 Ocak 1984 tarihinde Metris Cezaevi’ne baskın yapıldı. Tüm giysilerimiz alındı. Koğuşlarda atlet külot katı bırakıldık. 123 sanıklı THKP/C Üçüncü Yol davasının ilk duruşması 17 Ocak 1984 tarihinde yapıldı. Duruşma günü sabah 06.00’da koğuşlardan çıkartıldık. İşkence edilerek tek tip elbise giydirildi. Bu sırada dört takım elbiseyi yırttığımı hatırlıyorum. Tek tip elbise giydirildikten sonra cezaevi avlusuna atıldık. Saat 10.00’da duruşma salonuna götürüldük. Tam mahkeme heyeti salona girerken tek tip üniformaları yırtmaya başladık. Mahkeme heyeti yerini aldığında yırtma işlemi tamamlanmıştı. Deniz Teztel o sırada (sonradan sembolleşen) fotoğrafı çekmeyi başardı. Ama fotoğrafa yayın yasağı kondu. Yine de cezaevlerindeki zulmün aracı tek tip elbiseye karşı direnişi ilk kez kamuoyuna duyurmuş olduk. Mahkeme başkanı albayın emriyle salondan çıkarılıp, bilekler arkadan kelepçeli atlet külot katı cezaevi avlusuna atıldık. Ocak ayının ayazında hava kararıncaya değin cezaevi avlusunda titredik. Zaman zaman yangın hortumuyla ıslatıldık. Hava kararmaya başlayınca teker teker kıç falakasından geçirilip koğuşlara atıldık. O günkü falakanın fiziki acısı unutulacak gibi değil. 31 Ocak 1984 tarihinde ikinci kez salonda atlet külotla kalınca, mahkeme heyeti, duruşma inzibatını bozduğumuz gerekçesiyle yargılamanın sanıkların yokluğunda yapılmasına karar verdi, bir daha da duruşmalara alınmadık.

-Son KHK’yle tek tip resmileşti. Bu dayatmanın yeniden gündeme gelmesiyle ilgili ne söylemek istersiniz?

Tek tip elbise dayatması, yargılanmakta olan tutukluyu peşinen suçlu sayan faşizan zihniyetin eseridir, yürürlükteki anayasaya bile aykırıdır. İşlediği suç ne olursa olsun, tutuklu ve hükümlü, hürriyetinden yoksun bırakma dışında bir yaptırıma tabi tutulamaz. Sözde dindar AKP iktidarının Amerikan emperyalizminin Müslümanlara reva gördüğü Guantanamo zulmünü sahiplenmesi ibret vericidir. KHK ile tek tip elbise giyme zorunluluğu getirdi. Cumhurbaşkanı ve partisi, kitabı bombadan tehlikeli gören, resim yaparak, şiir ve makale yazarak da terör suçu işlenebileceğini savunan bir zihniyete sahip. Bu nedenle cezaevlerinde eline hiç silah almamış on binlerce “terörist” vardır. Mesela gazeteci Ahmet Şık, en kıdemli teröristtir! HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve Ahmet Şık gri renkli tek tip elbise giydirilerek duruşmalara çıkartılırken, hırsızlar, rüşvetçiler, kadın ve çocuk katilleri, tecavüzcüler duruşmalara takım elbise kravatla çıkacaklar.

OHAL’in tek farkı partilerin açık olması

-1980’li yıllardan 2018 yılına değişen bir şeyler var mı sizce?

OHAL hukuku, 12 Eylül’ün sıkıyönetim hukukunun gerisindedir. OHAL gerekçesiyle temel hak ve özgürlükler 12 Eylül dönemindeki gibi askıdadır. OHAL faşizminin 12 Eylül faşizminden tek eksiği, TBMM’nin ve siyasi partilerin açık olmasıdır. Ne var ki, TBMM’nin 12 Eylül dönemindeki Danışma Meclisi’nden bir farkı yoktur.

-Mahkûmlar sizce tek tip dayatmasına nasıl cevap verecek?

Tek tip dayatmasına karşı cezaevindeki Fethullahçıların ve varsa sağ görüşlü tutukluların bir direniş göstereceklerini sanmıyorum. Sol görüşlü siyasi tutuklular elbette direneceklerdir. Kişilikleri ve dünya görüşleri, onursuzlaştırmaya, aşağılamaya, boyun eğdirme uygulamalarına direnmeyi öngörür.

12 Eylül’de cunta geri adım attı

Tek tip kıyafet dayatması ilk olarak Osmanlı’da 1902 yılında mahpusların kolay yakalanabilmesi gerekçe gösterilerek uygulanmaya çalışıldı ancak mali zorluklar nedeniyle vazgeçildi. O dönem uygulanamayan tek tip 1980’de yeniden gündeme geldi. Darbenin ardından siyasi mahkûmlar özel tip hapishanelere koyuldu. Ardından bu mahpuslara tek tip kıyafet giydirilmeye çalışıldı. Mahpuslar ilk olarak 14 Temmuz 1982 günü Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde ölüm orucuna başladı. Ölüm oruçlarında Kemal Pir, Mehmet Hayri Durmuş, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek hayatını kaybetti. “Tek tip elbise” 1983’te çıkarılan “13-1 Sayılı Genelge” ile Ocak 1984’te Metris Askeri Cezaevi’nden başlayarak tekrar dayatıldı. 14-15 Ocak 1984 tarihinde mahpusların elbiselerine el konuldu. 11 Nisan 1984 yılında Metris ve Sağmalcılar cezaevindeki mahpuslar, “Tek tip elbise uygulamasının kaldırılması”, “İşkencelerin sona ermesi”, “İnsani ve sosyal yaşam koşullarının düzenlenmesi” ve “Siyasi tutukluluk hakkının tanınması” talepleriyle açlık grevi başlattı. 400 mahpusun katıldığı açlık grevi 45’inci günden sonra taleplerin karşılanması için ölüm orucuna dönüştü. Direnişin sonucunda Abdullah Meral, Haydar Başbağ, Fatih Öktülmüş, Hasan Telci ve çok sayıda kişi hayatını kaybetti. Mahpusların protestoları sonucu cunta rejimi 11 Şubat 1986 tarihinde tek tip kıyafet dayatmasını rafa kaldırdı. Tek tip uygulaması 2017’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından 31 yıl sonra yeniden gündeme getirildi ve son çıkan KHK ile resmileşti.

25 ay cezaevinde yattı, beraat etti

Rahmi Yıldırım 1978 yılında Kara Harp Okulu’ndan jandarma subayı olarak mezun oldu. 1982 yılında “Yasadışı görüşleri benimsediği” gerekçesiyle, Devlet Başkanı Kenan Evren’in imzaladığı kararnameyle ordudan çıkartılarak tutuklandı. 25 ay boyunca Gölcük Gonca ve İstanbul Metris cezaevlerinde tutuklu kaldı. Cezaevlerindeki açlık grevlerine katılan Yıldırım, sıkıyönetim mahkemesindeki yargılamadan beraat etti. 1986 yılında gazeteciliğe başlayan Yıldırım, 2004 yılında Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. Çağdaş Gazeteciler Derneği’nde genel başkanlık, genel sekreterlik ve onur kurulu başkanlığı görevlerinde bulunan Yıldırım, Türkiye Gazeteciler Sendikası’nda (TGS) Merkez Disiplin Kurulu Başkanı olarak görev yapıyor.