İstanbul ve Ankara'da eşzamanlı düzenlenen rüşvet ve yolsuzluk operasyonu ile aralarında işadamı Ali Ağaoğlu ile Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, İçişleri Bakanı Muammer Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın da oğlu gözaltına alınmıştı. Dün emniyetin Bakan çocuklarının ve Halkbank Genel Müdürü'nün evinde yaptığı aramalarda ayakkabı kutusundan 4,5 milyon dolar.. Güler'in oğlu Barış Güler'in evinden para sayma makinası.. Teknik takibe takılan bir çok işbirliği görüntüleri ortaya çıktı.
Hürriyet'ten Ertuğrul Özkök, Mehmet Y. Yılmaz, Sedat Ergin, Taha Akyol, Yalçın Doğan , Ahmet Hakan, Kanat Akkaya, Akif Beki; Zaman'dan Ahmet Selim, Mümtaz'er Türköne, Şahin Alpay; Milliyet'ten Melih Aşık, Aslı Aydıntaşbaş, Pelin Batu, Tunca Bengin, Güneri Cıvaoğlu, Kadri Gürsel; Sabah'tan Mehmet Barlas, Emre Aköz, Hasan Celal Güzel, Sevilay Yükselir, Haşmet Babaoğlu, Hıncal Uluç, Rasim Ozan Kütahyalı; Star'dan Ahmet Kekeç, Fehmi Koru, Hakan Albayrak, Orhan Miroğlu; Vatan'dan Güngör Mengi, Dilek Önder, Ruşen Çakır; Radikal'den Cengiz Çandar, Altan Öymen, Murat Yetkin, Eyüp Can, Uğur Gürses, Fatih Özatay; Cumhuriyet'ten Cüneyt Arcayürek, Bekir Coşkun, Emre Kongar, Hikmet Çetinkaya, Utku Çakırözer; Yeni Şafak'tan Ali Bayramoğlu, Ali Saydam, Cem Küçük, Markar Eseyan, Abdülkadir Selvi; Taraf'tan Emre Uslu; Türkiye'den Alper Görmüş, Ahmet Sağırlı; Bugün gazetesinden Ahmet Taşgetiren, Gültekin Avcı, Tarık Toros rüşvet ve yolsuzluk operasyonunu kaleme aldı.
12 gazeteden 54 yazarın yolsuzluk operasyonu hakkındaki yorumlarının bir kısmı şöyle:
Ahmet Selim - Zaman
Dikkatli ve hassas olmalıyız
Kulis haberlerine, “duyum” denilen ve ekseriya komplo teorisi kaynaklı olan imalatlara hep büyük bir ihtiyat tavrıyla yaklaşmışımdır. Ben daha çok “yakın ve özel” sosyolojik gözlemlerimi esas almayı uygun bulurum.
Eş dost, akraba, tanıdık, komşu çevrelerinin iyi bildiğim örnekleri üzerindeki yoklamalarım bence önemli ve güvenilir bir veri malzemesi sağlar, önce onlardan yararlanırım. Bu küçük veri anketinin çapı en az bin kişidir ve herhangi bir kategorizasyona tabi değildir; yani istatistikteki “tesadüfi seçim” doğallığına sahiptir. Her cemaate, her partiye bir ölçüde açıktır.
Mümtaz'er Türköne - Zaman
Yargıya müdahale daha tehlikeli
Hükümetin tasarrufu çok kritik bir hata. Emniyet müdürlerinin jet hızıyla görevden alınması, yeni savcıların atanması, bir hukuk skandalı. AK Parti hükümeti öyle bir töhmet altına giriyor ki, peşinen kendisini mahkûm ettirmiş oluyor.
Varsayalım ki soruşturma sonucunda birkaç AK Partili bakan suçlu bulunacak. Soruşturmanın bu görevden almalar ve atamalarla şaibe altında bırakılması, bu durumdan daha tehlikeli. Çünkü burada "suç üstü yakalanma" paniği dışında hiçbir şekilde açıklanamayacak çok ileri derecede bir hukuk ihlali söz konusu. Sağduyunun emri olan en temel hukuk kurallarını hatırlayalım.
Şahin Alpay - Zaman
Kokuşmuş bir şeyler var
William Shakespeare’in “Hamlet” adlı oyunundaki ünlü cümlelerden biri, malum, şudur: “Danimarka devletinde kokuşmuş bir şey var…” Bugün için kamuoyunun hakkında pek az bilgi sahibi olduğu, İstanbul başsavcı yardımcılığının talimatıyla başlatılan ve düne kadar bakan oğulları, bürokrat ve işadamları dâhil 52 kişinin gözaltına alındığı “Büyük rüşvet” adı verilen operasyon, maalesef Türkiye Cumhuriyeti’nde iyice kokuşmuş bir şeyler olduğu izlenimini uyandırıyor.
Başta hükümete yakın olanlar, genelde medyanın anti-Hizmet kalem erbabı, bu operasyonun “Hükümet ile Cemaat arasındaki iktidar kavgası”nın bir tezahürü olduğuna dair klişeye sarılmakta tereddüt etmediler. Kimileri konu hakkında hiçbir şey bilmediklerini teslimle başladıktan sonra, operasyonun ABD’nin talimatıyla Cemaat tarafından başlatıldığını dahi iddia edebildi.
Ertuğrul Özkök - Hürriyet
Seyrederken Türkan Hanım'ı hatırladım
Televizyonlarda o insanların evlerinden alınıp götürülmelerini seyrettim. Banka müdürleri, bakan oğulları... Siyah gözlüklerin arkasına saklanmaya çalışan insanlar İki kollarında polis, başları önlerine eğilmiş. Gözümün önüne rahmetli Türkan Saylan geldi.. Bir sabah vakti, evinden alınıp götürülürken gözlerine çöken o büyük kırgınlığı, yıllarca uğruna medeniyet mücadeleleri verdiği ülkesinin onda yarattığı derin hayal kırıklığını yeniden gördümİlhan Abi’nin alınıp götürülüşü geldi gözümün önüne. Gazeteci arkadaşlarım tek tek önümden geçti. İçeri sokulanları, dışarı atılanları, açta açıkta bırakılanları bir kere daha düşündüm.
Mehmet Y. Yılmaz - Hürriyet
Hadi gelin 'büyük fotoğrafa' bakalım! Önce birçok kişinin hoşuna gitmeyeceğini bildiğim ama söylemekten de asla vazgeçemeyeceğim temel bir kuralı hatırlatarak başlayayım: Hakkında kesinleşmiş bir yargı kararı olmadığı sürece herkes masumdur! Bunu bugüne kadar kaç kere hatırlatmak zorunda kaldığımı hatırlayabilmeme olanak yok. Özellikle de son beş–altı yılda belki yüzlerce kez tekrarlamışımdır. O vakitler bunu yazdığımda “Ergenekon davasını itibarsızlaştırma girişiminden” başlayarak, “postalcı” olmaya kadar birçok şeyle suçlandım.Bu kadar ileriye gitmeye cesaret edemeyen “nispî liberaller”den de şunu çok duydum: “Büyük fotoğrafa odaklan, kurunun yanında yaş da yanabilir, önemli olan büyük fotoğrafı görebilmektir.
Sedat Ergin - Hürriyet
Yolsuzlukla mücadele ve bir ikilem
Önce temel ilkeyi kayda geçirelim. Tabii ki, ciddi gözüken her yolsuzluk olayının, her usulsüzlüğün üzerine kararlılıkla gidilmelidir, sonuna dek... Hiçbir kamu görevlisi ya da onun yakını, hangi makamda olursa olsun, Türkiye’deki yerleşik cezasızlık kültüründen istifade ederek, hakkındaki suçlamalarla ilgili hesap verme yükümlülüğünden kurtulmamalıdır. Nasıl çok sayıda CHP’li ve MHP’li belediye geçtiğimiz yıllarda birbiri ardına yolsuzluk soruşturmalarına, davalara ve bu çerçevede toplu tutuklamalara muhatap olduysa, AK Partili belediyelerin cezadan bağışık olmalarını mümkün kılacak özel bir dokunulmazlık rejimi olmamalıdır.
Taha Akyol - Hürriyet
Tarafsız devlet
Yaygın olarak söylenen şu: Cemaat düğmeye bastı, iktidardan intikam alıyor... Atlantik ötesi yönetime el koydu... İşin içinde İsrail ve Mossad da var... Zamanlamaya dikkat, Türkiye seçime hazırlanırken yapıldı bu operasyon, öyleyse yargı ve polis içindeki bir çete hükümeti vurmak istiyor. Cemaat “7 Şubat darbesiyle” Hakan Fidan’ı vurmaya kalkmıştı, şimdi de “17 Aralık darbesiyle” doğrudan hükümeti vurmak için harekete geçmiş... Dün birçok gazetenin manşetlerinde ve köşe yazılarında buna benzer şeyler okudum, bazı TV’lerde sabahtan akşama kadar bunlar tekrarlanıp durdu. Peki, “siyasi” görüntü böyle diyelim... Fakat ortada önemli bir “hukuki” soru var: Ya bu operasyon ciddi “suç şüphesi” bulgularına dayanıyorsa?! Soruşturmayı başlatan savcıların elinde ciddi deliller varsa?! Bu siyasi yorumlar havada kalmayacak mı?!
Yalçın Doğan - Hürriyet
Operasyona iktidar operasyonu
Balyoz’da; Soruşturma açan, yüz üç kişinin yakalanma emrini veren savcı görevden alınıyor. Duruşmanın başlamasından iki gün önce mahkeme başkanı görevden alınıyor. İtirazları inceleyen, muhalefet şerhi koyan 11. Ağır Ceza Mahkemesi yargıcı “Günün birinde önümüze gelirsin” denildiği için emekliliğini istiyor ve ayrılıyor. Ergenekon’da; Tutuklamaları yerinde görmeyen mahkeme başkanı görevden alınıyor. Hurşit Tolon’u tahliye eden, daha sonra Mehmet Haberal dosyası önüne geldiğinde, mahkemenin yargıcı “Üzerimde kurumsal baskı var” diyerek ayrılıyor. Başlangıçta bu davaları yürüten savcı Zekeriya Öz Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Türkan Saylan’la ilgili soruşturma açtığında görevden alınıyor. Deniz Feneri’nde; Soruşturmayı yürüten üç savcı önce görevden alınıyor, yetmiyor, savcılar bir de yargılanıyor. Sanıklar ise serbest bırakılıyor. Dava ne oldu, ses seda yok.
Ahmet Hakan - Hürriyet
İyot gibi açığa çıkan bir riyakârlık
Askeri vesayete karşı mücadele etmek kutsal bir işti. Yolsuzluklara karşı mücadele etmek de en az onun kadar kutsal bir iştir. Dolayısıyla... Askeri vesayete karşı mücadele verilirken hangi enstrümanlar kullanılıyorsa neden yolsuzluklara karşı mücadele verilirken de aynı enstrümanlar kullanılmasın ki? Sonuçta... İkisi de kutsal bir iş. Zaten öyle de oluyor. İşte bakın: Askeri vesayete karşı mücadele verilirken hangi odak, hangi ekip, hangi cemaat ön plandaysa... Yolsuzluğa ve kokuşmuşluğa karşı mücadele verilirken de aynı odak, aynı ekip, aynı cemaat ön planda... Hatta ve hatta savcı bile aynı savcı: Zekeriya Öz. Askeri vesayete karşı yalın kılıç ortaya atılan oydu... Yolsuzluğa karşı da yalınkılıç ortaya atılan o... Ama işte görüyorsunuz: Askeri vesayete karşı mücadele verilirken... "Yaşasın! Türkiye bağırsaklarını temizliyor” diyenler. “Her taşın altında Cemaat’i aramayın” diyenler... “En kahraman savcı Zekeriya Öz” diyenler... “Dokunulmaz denilen generallere dokunuluyor... Ne güzel” diyenler... “İşte böyle kahraman bir savcı çıkar ve vesayete tokadı basar” diyenler... “Önemli olan vesayeti geriletmektir, isterse işin arkasında Cemaat olsun” diyenler... “Askeri vesayetle mücadelede yöntemin hiç önemi olmaz” diyenler... Şimdi tam tersini söylüyorlar.
Kanat Akkaya - Hürriyet
Kutu kutu pense
Ayakkabı kutusundan 4.5 milyon dolar çıkar mı? Çıkarmış, gördük. “Ayakkabı ve zenginlik” algısı, Filipinler’in “Çelik Kelebek” lakaplı “först leydi”si Imelda Marcos’un 2 bin 700 çift ayakkabısından ibaret olan bir kuşaktanız. Artık “ayakkabı” denildiğinde banka genel müdürünün evinden çıkan bu kutuları hatırlayacağız. Gözlerimizi kapattığımızda “O kadar paraya o yatak örtüsünde mi yatılır be abi?” dedirten bir zeminde görüntülenen para balyalarını göreceğiz. İçişleri Bakanı’nın mahdumu o para sayma makinesini kendisi mi almıştır, yoksa polis operasyonda vakit kazanmak için mi istetmiştir bilemiyorum.
Akif Beki - Hürriyet
Operasyon var motivasyon yok mu?
Konuşalım ama operasyonu konuşalım, arkasındaki motivasyonu konuşmayalım isteniyor. Yolsuzlukla mı mücadele ediliyor, hükümetle mi’ diye sormayalım yani... Harcıâlem laflar vardır, aksi muhaldir zaten. Daltonların şapşal kardeşi Averell’e sorsanız o da tersini söylemez “Yolsuzluğu, hırsızlığı, arsızlığı kim yaptıysa yakasına yapışılsın kardeşim. Haram lokma yiyen cezasını çeksin, yetimin hakkı haramzadenin kursağında kalsın” gibi... Beylik laflardır; malumu ilamdan, bilineni tekrardan öteye geçmezler. Yolsuzlukların üstüne var gücüyle gitsin yargı, orası zaten öyle. Gittiği yere kadar gitsin, ucu nereye giderse oraya kadar gitsin... Gitmeyen bilmem ne olsun hatta. Fakat süte su katılmasın, katıksız olsun bu mücadele.
Melih Aşık - Milliyet
Velev ki cemaat!
“Velev ki operasyon cemaatin işi: Milyonlarca liralık rüşveti cukka ettin mi etmedin mi, sen onu söyle” “Cemaat yapmaz diyorlar o zaman koalisyonda üçüncü bir güç var.” “Aranızda oğlu gözaltında olan bakanlardan herhangi birinin ‘hayır oğlum bunu yapmaz, bunlar iftira’ dediğini duyan oldu mu?” “Bakan Muammer Güler Gezi olayında ne demişti: Polis durduk yere kimseyi almaz; böylece operasyona desteğini 6 ay önceden vermiş oldu.” “Bu çocukların ticaret aşkı nerden kaynaklı? Acaba diyorum, aklamaya çalıştıkları babalarının serveti olmasın?” Bunlar dünkü tweet yağmurundan seçtiğimiz birkaç cümle... Tabii internete düşen resimler de var... İçişleri Bakanı Güler’in oğlunun evindeki para desteleri, para sayma makinesi, Halk Bankası Genel Müdürünün ayakkabı kutusundan çıkan 4,5 milyon dolar vs.. Bunlar 8-10 emniyet müdürünü harcayarak örtülecek resimler değil.
Aslı Aydıntaşbaş - Milliyet
Fetret devrine girdik
Dün akşam Bülent Arınç’ın açıklamalarından çıkardığım sonuç, önümüzdeki günlerin çok hareketli geçeceği... Arınç, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bir gün önce Konya’daki üslubundan farklı konuştu. Sanki yolsuzluk soruşturmasındaki delillerin ciddi olma ihtimalini hesaba katar gibiydi. Hatta ”Suçları varsa bu onları koruyacağımız anlamına gelmez” diyerek, oğulları yolsuzlukla suçlanan bakanlarla arasına mesafe dahi koydu. Ama Arınç aynı zamanda ”devlet içinde kümelenmiş ve yuvalanmış illegal örgüt” ve ”çok planlı bir psikolojik harekatla karşı karşıyayız” sözleriyle, önümüzdeki günlerde yargıda Gülen cemaatine yakın isimlere karşı ciddi bir soruşturma geleceğinin sinyalini verdi. Bayağı eski tarz, bir yerlerinde ”anayasal düzeni yıkma” ibaresi geçen bir operasyon... Fetret devri, herhalde bu olsa gerek. Cemaat-hükümet kavgası fon müziği eşliğinde Türkiye’nin en az bir yıl sürecek bir duraklama devrine girdiğinin işaretçisi. Silahların çekildiği, siyasetin çirkinleştiği, ekonominin yavaşlayacağı, içeride ve dışarıda itibarımızın Mesut Yılmaz-Tansu Çiller çekişmeli yıllar kadar düşebileceği bir duraksama devrinden söz ediyorum...
Pelin Batu - Milliyet
Hortum güncesi
Milli sporlarımızdan biri rant haritaları üzerine güzelleme yapmaktır. Takside, okulda, kahvehanede konuşuruz hangi hastanenin hangi eşe verildiğini, hangi belediye başkanına kaç daire tahsis edildiğini... Üstelik, medya üstünü ne kadar kapatırsa kapatsın, tabu konular ne kadar gömülürse gömülsün “biliriz” biz, kimin eli kimin cebinde, kimin İsviçre hesabı daha kabarık, hangi başbakan daha fazla çıkın ya da gemiciğe sahip, yüz defa değişen ihale yasasıyla kim köşeyi döndü dönecek. Gerçekler ne olursa olsun bu bilgileri doğru kabul edip kaderimize boyun eğeriz. Cem Uzan örneğinde de görüldüğü üzere, hırsızlığı alkışlamayı da biliriz. Madem hepsi çalıp çırpıyor, bari en iyi dolandıranı seçelim deriz. Yani neymiş? Bütün şikayetlerimize rağmen işini bilen memuru ödüllendiririz. Çünkü çoğumuz, nepotizm yaparak aileyi kayırırız, elektriği, dünya standartlarının bin misli üstünde kaçırırız, vergi dolandırıcılığı konusunda en yaratıcı milletlerden biriyiz. Hal böyle olunca, bakan oğulları yolsuzluğa karıştı, şu ya da bu işadamı, müteahhit, belediye başkanı gözaltına alındı denilince neden şaşırıyoruz anlamıyorum. Bunları hep konuşmuyor muyduk? Kentsel dönüşümün rantsal dönüşüm olduğunu dillendirmiyor muyduk? Aslında bence x, y, z’nin tutuklanmasına şaşırmadık.
Tunca Bengin - Milliyet
‘Türkiye omurilik felci’
Bir süredir unuttuğumuz “şafak operasyonlarının” son dalgasıyla yine şok yaşadık. Sabahın köründe gözaltına alınanlar bu kez üç bakanın oğlu, bürokratlar, işadamları. Haklarındaki suçlamalar da vahim; yolsuzluk, rüşvet, kara para aklama, rant vurgunu... Bunlar hukukun üstünlüğünü savunan ve “yasalar karşısında herkes eşittir” diyen her ülkenin sümenaltı edemeyeceği iddialar. Ve hiçbir gerekçeyle de örtbas edilemeyecek suçlamalar. O nedenle doğru olan “adaletin tecelli etmesini” beklemek. Ancak, günümüz Türkiye’sinde bunu söylemek zor. Çünkü iki gündür kamuoyunun tartıştığı konu, operasyonun içeriğinden çok, neden yapıldığı yönünde. Yani “Helal olsun bakan çocuklarından bile hesap soruluyor” yerine, hükümet - cemaat hesaplaşması konuşuluyor. Görevden almalar, jet atamalar birbirini kovalıyor, bu da ister istemez yargının bağımsızlığı ve adaleti konusunda sıkıntı yaratıyor... Tıpkı, Ergenekon, Balyoz operasyonları ve sonrasında yaşandığı gibi...
Güneri Cıvaoğlu - Milliyet
Büyük patlama...
İktidarla Cemaat arasında yol ayrımı ortaya çıktığı günlerden bu yana bir anı hafızamı sürekli ziyaret ediyor. Her defasında “bu topa girmeyeyim” diye düşünüp yazmıyorum. Ama... Şu son “gözaltı büyük patlamasından” sonra paylaşmak farz oldu. Yıllar önce 9’uncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile bir sohbetimizde sormuştum: “Siyasetin duayenisiniz. 1960’lı ilk yıllardan bu yana aktif siyaset yaşamınızda sizi en fazla etkilediğini düşündüğünüz ve derinden pişmanlık yaşadığınız, döne döne keşke yapmasaydım dediğiniz bir yanlışınız oldu mu?” Samimi bir itirafta bulunmuştu: “1970’te bir grup arkadaşımızla yollarımız ayrıldı. Onlar 27 Mayıs 1960 ihtilali sonrasında birlikte yola kurulduğumuz kader arkadaşlarımdı. Can dostlarımdı. 2 dönem üst üste onlarla birlikte seçim kazandık. Tek başına iktidar olduk. 1969’da oylarımız yüzde 50’nin de üzerindeydi. Görüş ayrılığı çıktı. Ayrıldılar. Demokratik Parti’yi kurdular. İçim yandı. Ama...
Kadri Gürsel - Milliyet
Yolsuzlukların üzeri örtülemez
AKP’nin “yeni Türkiye”sinde tabu haline getirilmiş iki konu vardı... Birincisi, “yeni rejimin yolsuzlukları”ydı. Siz, 2008’deki Deniz Feneri skandalı haberleri nedeniyle Doğan Grubu’na çektirilen eza ve cefanın ardından, 17 Aralık 2013’e kadar 5 yıl boyunca ana akım medyada yayımlanmış, ucu bu iktidarın yüksek menfaatlerine dokunan bir tanecik yolsuzluk haberi okudunuz mu? Hayır, okumadınız. Çünkü bu iktidarın medyayı tabi kıldığı oto-sansür düzeni buna engel oldu. Bir de hakkını teslim edelim; tek adamın mutlak iradesi ve hakemliği ile tayin edilmiş öyle bir kenetlenme vardı ki iktidar blokunda, aradan yolsuzluk ve usulsüzlük haberi de sızmıyordu. İkinci tabu da birincisiyle bağlantılı olarak “iktidar ailelerinin” iş hayatları, yatırımları, ortaklıkları ve para harcama alışkanlıkları idi... Siz son yıllarda bu konularda en masumundan bir magazin haberi bile okumadınız medyada. Kontrol ve denge mekanizmalarının ortadan kaldırıldığı, Sayıştay’ın TBMM adına denetleme görevini bihakkın yapmasının engellendiği, ihale düzeninin iyice göstermelik bir hale sokulduğu bu yeni “kapalı rejim”de gazetecilik de boğulmuşsa, kamuoyu yolsuzluklardan, rüşvet ve nüfuz ticaretinden nasıl haberdar olabilirdi?
Ahmet Kekeç - Star
Nefret hareketinin hedefinde bir tek isim var
Üç ayrı soruşturma... Soruşturmada tek “ortak nokta”, suçlananlar arasında hükümetle de ilişkilendirilebilecek isimlerin bulunması.
O isimlerin, ayrıca, birbirleriyle ilişkisi ve bağlantısı yok. Üç farklı kanaldan, üç farklı zamanda yürütülebilecek bir “soruşturma serisinden” söz ediyorum. Biri Aralık ayında başladıysa, diğerleri Ocak ya da Şubat ayında başlayabilir. Ya da daha önce başlatılmış olabilir. Fakat, soruşturmaya karar veren ve düğmeye basan “irade” (yahut iddia makamı), bunu bir “paket” olarak düşünüyor. Tek tek açıklandığında ya da bir soruşturmaya konu edildiğinde ses getirmeyebilecek (ya da daha azses getirecek) iddialar, bir paket halinde sunulunca daha çok ses getirdi ve etkisi daha büyük oldu...
Demek ki, özellikle, böyle bir şey amaçlanmıştı. Bu “özellikle amaçlanmış şey”, bizi ister istemez, güncel bir tartışmaya(dershanelerle başlayan ve “çürütme kampanyasına” dönüştürülen tartışmaya) götürüyor. Konuyu, ancak, bu tartışmanın ışığında anlayabileceğimizima ediliyor
Fehmi Koru - Star
‘Savaş sanatı’ üzerine
Bir siyasi iktidarın içten veya dıştan yıkım ameliyesine muhatap olabileceği iddiasının bazılarına neden garip geldiğini anlamakta zorlanıyorum... İçinde yaşadığımız dönemin belirgin özelliği budur halbuki: Hiçbir iktidar bu dönemde kendisini güvende hissedemez, hissetmemeli...
Ukrayna’da, Tayland’ta seçilmiş iktidarlar topun ağzında; Ukrayna’da sokaklara dökülenler ‘demokrasi-karşıtı’ taleplerde bulunuyorlar... “Sağ iktidarlara müstahak” diyebileceklerin Gezi Parkı ile eş-zamanlı yaşandığı için dikkatlerden kaçmış Brezilya’daki hareketlenmeye göz atmasında yarar var. ‘Post-post modern’ dönem ‘her an her şey olabilir’ dönemidir...
Devreye sokulan günümüze ait propaganda araçları yüzünden geleneksel tedbir yöntemlerinin çok fazla işe yaramadığını da bilelim. Kitleleri hareketlendirmek de, farklı beklentilerin belli bir amaca yönlendirilmesi de eskiden olduğundan daha kolay bugün; neden yaptığını bilmeden sokaklara dökülebiliyor günümüzinsanı; öğrendiğinde, çoğu kez, iş işten geçmiş oluyor...
Türkiye hiç kuşkusuz böyle bir ‘operasyona’ muhatap; hedefte Ak Parti veya Tayyip Erdoğan görünüyor, ama esas hedefin ülkemizin istikrarı ve bütünlüğü olduğu alttan alta kendini hissettiriyor... Bu sebeple, ‘operasyona’ direnmesi gerekenlerin, sadece kendilerini veya iktidarlarını korumak gibi bir gayeleri olmamalı; ‘ülke’ sözkonusu olduğunu düşünüp buna uygun bir strateji benimsemeli...
Hakan Albayrak - Star
Pornocular
Yolsuzluk iddialarıyla ilgili operasyonların arka planında yatan komplocu, intikamcı ve dahî pornocu zihniyetin ifşa olduğunu, maşeri vicdanın evvela o zihniyetin sahiplerini yargıladığını gördükçe çıldırıyor, “Ama her şeyden evvel yolsuzluk iddialarına yoğunlaşmak lazım” diye çırpınıyorlar. Yağma yok!
“İddialar doğruysa gereği muhakkak yapılmalı” demekten imtina edecek değilizve diyoruzişte: İddialar doğruysa gereği yapılmalı. AK Parti iktidarında AK Partili bir belediyeye veya hükümetin atadığı bürokratlara operasyon düzenlenmesi ilk defa olan bir şey değil. Herkes gibi onlar da suçlanabiliyor, yargılanabiliyor ve icabında hapse tıkılabiliyor. Bunda bir fevkaladelik yok. Başbakan da bunda bir fevkaladelik görmedi hiç. ‘Falanca belediyemize niye baskın yapıldı? Filanca bürokratımıza niye operasyon düzenlendi?’ diye polise yahut yargıya hesap sorduğu vaki değil. Vakitlice haberdar edildiği halde engellemek için kılını bile kıpırdatmadığı böyle birçok operasyon, birçok soruşturma ve dava var.
‘Masumlar aklanır, çürükler ayıklanır, kervan yoluna devam eder’ dedi hep. Yine böyle olabilirdi. Niye olmadı? Çünkü malum kadrolar üzüm yemeyi değil bağcıyı dövmeyi, Türkiye’nin altını üstüne getirmek ve milleti milyarlarca lira zarara uğratmak pahasına Erdoğan’ın iktidarını sarsmayı hedeflediler. Bazı polis şeflerinin, altı ay önce tamamladıkları dosyaları üstlerine sunmayıp bir kenarda beklettiklerine dair kuvvetli iddialar var. Niye bekletmişler? Seçim sath-ı mailine girilsin ki Erdoğan’a iyice zarar versin diye… Üstlerine niye sunmamışlar? ‘Bizden değiller, bizim siyasi takvimimize uymayıp gereğini hemen yapmaya kalkarlar’ diye…
Orhan Miroğlu - Star
Türkiye'yi kim ve nasıl yönetecek?
Asıl soru budur ve İstanbul’daki operasyonu bu soruyu sormadan anlamak mümkün değildir. Kara para aklama, rüşvet ve kentsel dönüşüm projelerinde yolsuzluk iddiasıyla başlayan operasyon, dikkat edilirse, kriminal boyutlarıyla değil, tamamen siyasi boyutlarıyla tartışılıyor.
CHP boşuna ‘kriz masası’ kurmuyor elbette! Bambaşka alanlarda geliştiği iddia edilen bir takım suçlarla ilgili aynı anda operasyon başlatılmasının sebeplerini şimdilik bilmek mümkün değil. Para aklama ve kentsel dönüşüm projelerinde rüşveti aynı anda yöneten bir örgüt mü sözkonusudur? Değilse, yani farklı suçlar ve farklı insanlar sözkonusuysa, peki bu farklı suçlar ve farklı insanlar için aynı anda operasyon başlatmanın hukuki mantığı var mıdır? Medyaya yansıyan haberlere bakılırsa, bakanların evleri bile en az bir yıldan beri dinleniyor ve takip altında tutuluyormuş. Çünkü üç bakanın üç oğlu da bu suçlar bağlamında takip ediliyormuş. İyi de bunlardan biri İçişleri Bakanı’nın oğlu. Keşke Türkiye bu kadar demokratikleşmiş bir ülke olsaydı ve biz de, polisin, İçişleri Bakanı’nın oğlunu bir yıldan fazla bir zaman, babasından habersiz izleyecek kadar bağımsız olduğuna inanabilseydik..
Mehmet Barlas - Sabah
Siyasette de geri dönüşü olmayan noktalar vardır
Havacılıkta olduğu gibi siyasette de "Geri dönüşü olmayan nokta"lar vardır. Bu noktayı geçtikten sonra yola çıktığınız yere geri dönmeye ya yakıtınız yetmez ya da başka engeller dönüşünüzü imkânsız kılar. Şimdi birileri "Güzel güzel geçinip gidiyorduk, kavgayı bırakıp eski güzel günlere geri dönelim" diyebiliyorlarsa, bu ancak geri dönüşü olmayan noktanın geçildiğinin farkında olmamaktan kaynaklanabilir. Ya da "Bende bu kuyruk acısı, sende de bu evlat acısı varken yeniden dost olamayız" cümlesiyle biten esopyen öykünün bilinmemesinden kaynaklanabilir "Geçmiş kavgayı unutalım" içerikli çağrılar... Tarihi ve siyaseti bilinçli biçimde özümseyerek izleyenlerdenseniz, çoğu zaman bu geri dönüşü olmayan noktaların kazara değil kararlılıkla geçildiğini de görmüşsünüzdür.
Emre Aköz - Sabah
Dehşetengiz senaryo
Rüşvet ve yolsuzluk operasyonunun perde arkasını aralamak isteyenlerin en çok kullandığı kavramlardan biri "okyanus ötesi"... "Okyanus ötesi" kavramı kullananlar, iki aktöre aynı anda işaret ediyor. Bu aktörlerden birisi ABD'de yaşayan Fethullah Gülen... Hocaefendi'nin ABD'de ikamet etmesi önceleri zorunluluktu. Çünkü hakkında suçlamalar vardı. Ancak Gülen hep- sinden beraat etti. O zamandan beri bu ikamet hali zorunluluk olmaktan çıktı, bir tercih haline geldi. Not: Her ne kadar Gülenciler, "Hocamız fitneye yol açmamak için Türkiye'ye dönmüyor" dese de, Gülen politika icabı gelmiyor. Kimse "Ne politikası; o bir din adamı" demesin. Politika illa da siyasi partiyle yapılmaz. (Benim bakışım böyle.)
Hasan Celal Güzel - Sabah
Siyasî komplo başka nasıl olur ki?
iyasette yolsuzluk, rüşvetçilik ve hırsızlığın önünün alınamamasının önemli bir sebebi de bu konunun kolayca istismar edilebilmesidir. Yolsuzluk, devreler itibariyle artış ve azalış gösterse de ne yazık ki devam eden bir olaydır. Sözün burasında, Erdoğan'ın yolsuzluğa karşı samimîyetle mücadele gayretini belirtmenin bir hakşinaslık olduğunu vurgulamak istiyorum. Siyasette tesadüflere inanmak safdillik olur. Her zaman öküzün altında buzağı arayamazsınız ama siyasî olaylara ve dönemlere göre yapılan tahlillerde bazı olayların özellikle düzenlendiğini kolayca görebilirsiniz. Hiçbir yolsuzluk ve gayrimeşru ilişki bir anda gelişmez; bilâkis birçok konuda yıllardır dedikodusu yapılan ve birçok kimsenin bilgisi dahilinde olan hâdiseler, siyasî maksatlara uygun zamanlarda piyasaya sürülür. Hemen birkaç misâl verelim:
Sevilay Yükselir - Sabah
Sakin olalım ama şantajcıları da iyi tanıyalım!
Çok tarihi günler yaşıyoruz. 28 Şubat'ı aratmayan ve fena halde mide bulandırıcı günler. İşte kasetlerin, fotoğrafların, yolsuzluk, rüşvet iddialarının ve binlerce tezviratın döndüğü bu ortamda ben de hakkaniyetten, hak yolundan ayrılmadan en doğru yolu bularak sizlere en samimi duygularımla yorum yapmaya çalışıyorum. Yanlış anlaşılmalara meydan vermemek ve amacımın sadece ve sadece gerçeği savunmak ve gerçeklikten yana olduğumu anlatmak için de kılı kırk yarıyorum; tıpkı dünkü yazımda olduğu gibi. Bugün de dün olduğu gibi benim için son derece hassasiyet taşıyan noktayı bir kez daha dikkate sunup öyle devam etmek istiyorum. Dindar değilim evet ama Allah'a inancım çok kuvvetlidir. O'ndan gelecek her şeyden korkarım. Ve O'nun bu dünyada kul hakkı yiyen hiç kimseyi affetmeyeceğine de sonsuz güvenim vardır. O nedenle kim ki devletin sağladığı imkânları kullanarak eline kirli para almış, cebini hak etmediği paralarla doldurmuş; Allah bildiği gibi yapsın kardeşim! Boğazında düğümlensin o yediği paralar ve daha öteki tarafa gitmeden bu dünyada sürüm sürüm süründürsün Yüce Rabbim! Ancak buna mukabil aynı bedduaları, kul hakkı yemediği halde insanlara "yemiş" diyerek iftira atanlara... Hırsları, kinleri, gizli plan ve sinsi programları adına insanları gözü kapalı biçimde yaftalayıp kamuoyunda itibarlarını beş para etmeye çalışanlara da ediyorum. Kim ki evrenin en büyük ahlaksızlığı kabul edilen iftiracılığa başvuruyor, Allah onları da cehennemde cayır cayır yaksın. Sadece orada değil, bu dünyada da son nefesini verene değin acı içinde kıvrandırarak can verdirsin inşallah!
Haşmet Babaoğlu - Sabah
Büyük yalanların tasfiyesinden korkuyorlar!
AK Parti'yi daha önceden ANAP'a yaptıkları gibi parçalayıp dağıtabileceklerini gözlerine kestirebiliyorlar da, Erdoğan'ı aşamıyorlar. Nefret, şantaj, baskı, kaos... Hepsini devreye soktular. Fakat Erdoğan'ı nasıl yıldıracaklarını, halkın gözünden nasıl düşüreceklerini bilemiyorlar. İmkânsızın peşindeler! Bir de bu kez takkelerin düşüp kellerinin görülme ihtimalinin büyümüş olmasından korkuyorlar. O zaman karşılarında başka bir ittifak bulacaklar. Sağlı sollu bir "bağımsızlık" ittifakı! İşte o zaman onlar için felaket olacak! Hiç heyecana kapılmamalı! Böyle zamanlarda en iyisi sükûnet ve feraset içinde büyük resme bakmaktır.
Hıncal Uluç - Sabah
Soğukkanlı olmak lazım!..
Gün soğukkanlı olma günü.. Bu ülkede İçişleri Bakanı'nın haberinin olmadığı bir polisiye olay cereyan ediyorsa, olup biteni şu anda, birkaç kişi dışında kimse bilmiyor demektir. İç yüzünü, aslını kimsenin bilmediği bir olay hakkında fikir yürütmek, ya amigoluktur, ki böyle yazarlarımız var, ya da spekülasyon yapmaktır. Oysa ülkemiz fevkalade kritik günler yaşıyor. Böyle anlarda tahmine, dedikodulara dayalı fikirler yürütmek, ortalığı iyice bulandırmaktan başka işe yaramaz. Bulanık ortam da kime yarar, söylemeye gerek yok. Kaldı ki, ortada başlayan bir hukuki süreç, hele hakkında geçin yorum yapmayı, aslında haber yapmayı bile yasaklayan yasalar var. Gene ayni savcının yürüttüğü Ergenekon soruşturması başladığında da bunları söylemiş, yazmış ve "Hükümler kesinleşene kadar esas hakkında yorum yapamam" demiştim. Yapanları, ortada kesin bir yargı kararı yokken Silivri'de yatanları mahkum edenleri, şiddetle eleştirmiştim. O konularda ısrarlı tezim esas değil, usul üzerineydi. Tutukluluk kararlarının çok kolay alınmaması, kamuoyunu ikna edecek somut sebepler gösterilmesi, o hallerde bile tutukluluk sürelerinin uzayıp, mahkumiyete dönüşmemesi şeklindeydi. Anayasa Mahkemesi de sonunda ayni kararı açıkladı, zaten. Bugün tutumum farklı değil..
Rasim Ozan Kütahyalı - Sabah
17 Aralık vesayet zihniyetinin anatomisi
Aslında herkes her şeyi biliyor. Olayı izah etmek bile gereksiz. Hiç kimse bu olayı yolsuzluk ve rüşvet operasyonu olarak görmüyor. Öyle gördüğünü söyleyen de görev icabı söylüyor ama kimseyi inandıramıyor. Bu, doğrudan Recep Tayyip Erdoğan'a yönelen bir operasyondur. Herkes bunu biliyor.
Erdoğan'ı seven de nefret eden de 17 Aralık operasyonunun farkında. Sokaktaki simitçilerden generallere, inşaat işçilerinden profesörlere kadar herkes bunun farkında. Erdoğan'ı sevmeyenlerin büyük çoğunluğu da bu operasyona bel bağlamış durumda. Gülen cemaatinden hep nefret etmiş olanlar şimdi birden cemaatçi oldu. Erdoğan'ı sevenler ise daha da kenetlenmiş haldeler. Yani aslında her görüşten sokaktaki her insan tespit noktasında anlaşıyor. Bazı palavraları tekrarlayanlar sadece kullanışlı aptallar olan aydınlar. Türk aydınının diğer birçok ülke aydınına kıyasla teşhis yeteneğinin daha düşük olduğunu biliyorduk ama yani sokaktaki okuma- yazma bilmeyen adamın daha gerisine düştüğüne ilk kez şahit oluyoruz.
Güngör Mengi - Vatan
Yedirmeyiz diye diye..
Hem kendilerine yazık oldu bakanların, hem de suça bulaştığı anlaşılan oğullarına...
Türkiye’yi sarsan rüşvet ve yolsuzluk rezaleti Batı basınında bile geniş yer buldu.
Üç bakanın; Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar ve İçişleri Bakanı Muammer Güler’in oğulları bu yolsuzluk olayına vahamet taşıyan farklı bir anlam ve derinlik kazandırıyor.
Olayı duyanların ilk tepkisi, üstü örtülen Deniz Feneri davasını hatırlamak oluyor.
İktidar son rezaletle beraber Almanların “Yüzyılın merhamet dolandırıcılığı” diye tanımladığı Deniz Feneri’nde yarım bıraktığı hesabı da vermek mecburiyeti ile karşı karşıya kalacaktır.
Kamuoyu yargının adaletine güvenmiyor.
Halkın endişeleri internette köpürdükçe köpürüyor.
Olaylar endişeleri doğruluyor:
“Beklediğim gibi oldu. Emniyet müdürleri görevden alındı, soruşturmaya yeni savcılar atandı. Bir süre sonra soruşturmayı başlatan savcılara da işten el çektirilecek!”
Dilek Önder - Vatan
Olan ayakkabılara, ayaklara oluyor!
O kaddar ayakkabı kutusu... O kadar da ayakkabı var demektir! Ancak ayakkabılar kutusunda değil! Düşünsene, Louis Louboutin’ler, Prada’lar, hatta belki Salomon’lar falan da vardır; hani kutusu büyük olur diye!
Kutularından çıkarılmış öyle üst üste, tozlu, formları bozulmuş, eciş bücüş olmuş, burunları kalkmış, ayakkabılıkta bütün havaları sönmüş bir durumda!
Tıh!
Yazık!
Olan ayakkabılara olmuş!
Bir de, ayaklara...
Hani, “Ne zaman baş oldunuz?” diye sorulan ayaklara...
Gezi’nen ayaklara...
O kaddar ayakkabı kutusu...
O kadar ayakkabı...
Nasıl oluyordu acaba?
Müdür, eve gelip ayakkabılarını çıkartıyor, hanım alıp onları ‘ayakkabı kutularının’ üzerine koyuyor, geçiyorlar içeri. Sonra müdür gerine gerine diyor ki:
“Hanım, sen yarın çık da biraz ayakkabı al!”
“Ayyy... Yaşaşın! Çizmeler alayım bari, kutuları daha büyük!”
Bir taşla iki kuş!
Ne güzel değil mi? Noel Baba gelmiş gibi; ayakkabı alıyorsun ertesi gün içi para doluyor!..
Ruşen Çakır - Vatan
Misillemeyi beklerken...
Dün, AKP hükümetinin çok kırılgan bir görüntü verdiğini, gafil avlanmışa benzediğini, bununla birlikte çok sert tepki gösterirse de şaşırmamamız gerektiğini söylemiştik. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın dünkü basın toplantısından misillemenin yakın olduğunu çıkarabiliriz. Her ne kadar o “cemaati hedef almayın“ dediyse de hedefte Gülen hareketinin olacağı kesindir.
7 Şubat dersleri
Ne var ki hükümetin işi hayli zor. Çünkü inisiyatif Başbakan Erdoğan’ın tabiriyle “karşı taraf“ta. Zira 7 Şubat 2012 tarihli MİT krizinden epey ders çıkarmışa benziyorlar. O gün özel yetkili savcı, hükümetin siyasi bir kararını, PKK ile Oslo’da görüşülmesini suç sayıp MİT yetkililerini sorgulamak ve muhtemelen tutuklanma talebiyle mahkemeye sevk etmek istemişti. Hükümetin olaya müdahalesinin ardından savcı Sadrettin Sarıkaya’ya cemaatin yayın organları dışında pek sahip çıkan olmamıştı.
Cengiz Çandar - Radikal
'Yolsuzluk' ortaya çıkmayagörsün...
Aksak ve eksik de olsa, ‘demokratik sistem’in yürürlükte bulunduğu, seçimler yoluyla iktidar değişiminin önünün açık sayıldığı, iyi-kötü bir ‘çoğulcu yapı’nın ve ‘sivil toplum’un oluşmuş olduğu bir ülkede bir siyasi iktidarın yapabileceği en büyük yanlışlardan biri kamuoyuna aptal muamelesi yapmaktır. Bir yandan, abartılmış bir ‘özgüven’ duygusuyla ‘millet’ ve ‘sandık’ sözcüklerine vurgu yaparken halkı sersem yerine koymaktır.
AK Parti iktidarı (ya da Tayyip Erdoğan iktidarı) dün tam da bunu yaptı. Tüm dünyada gözlerin Türkiye’nin üzerine çevrilmesine yol açacak önemde bir ‘yolsuzluk ve rüşvet’ soruşturmasının başladığı günün ertesinde, ‘yürütme’nin yani iktidarın ilk uygulaması, taşıdıkları sıfatlar ve görev tanımları gereği, soruşturmadan sorumlu İstanbul emniyet yetkililerini temizlemek oldu.
Altan Öymen - Radikal
'Demokrasi'mizin gerekleri ve gerçekleri
Böyle bir durumda atılacak ilk adımlar bellidir:
1) Soruşturmayla dolaylı da olsa ilgili oldukları iddia edilen bakanlar istifa ederler. Yerlerine başkaları atanır.
2) Soruşturmanın ilk aşaması devam eder. Savcıların iddiaları ve talepleri en kısa zamanda ortaya çıkar. Şüpheliler hakkında dava açılıp açılmayacağı, açılacaksa hangi iddialarla açılacağı mahkeme kararıyla belli olur.
3) Hükümet, bütün bu süreçte soruşturmayı etkileyebileceği izlenimini veren tutum ve davranışlarda bulunmamaya özen gösterir.
4) Meclis, o süreçteki gelişmeleri izler ve usullere aykırı davranışları önleyici tedbirleri alır.
Bunlar, demokratik ülkelerdeki kuralların da, geleneklerin de gereğidir. Gerçi bizde son sıralarda büyük ölçüde gözardı edildikleri görüldü. Ama ‘kuvvetler ayrılığı’ ilkesinin ‘olmazsa olmaz’ları arasındadırlar.
Bu gerçeğin her zaman hatırlanmasında ve hatırlatılmasında sayılamayacak kadar fayda vardır. Hele dün sabahtan itibaren ortaya çıkan gelişmelerden sonra, bunun önemi daha da artıyor.
Murat Yetkin - Radikal
Erdoğan'ın operasyonu öğrendiği an bu mu?
Türkiye, Avrupa Birliği ile hükümetin ‘Vize Anlaşması’ olarak duyurmayı uygun bulduğu, kaçak göçmenleri ‘Geri Kabul’ anlaşması imzalayacaktı. Aslında program ilk duyurulduğunda Başbakan Tayyip Erdoğan’ın katılımı öngörülmemişti. Basın bültenlerinde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, İçişleri Bakanı Muammer Güler ve AB İşleri Bakanı Egemen Bağış’ın isimleri vardı.
O sabah Erdoğan’ın da saat 10.00’da başlayacak toplantıya katılacağı anlaşıldı. Erdoğan geldi, ‘AB ile yeni milat’ temalı konuşmasını yaptı ve çıktı. Cumhuriyetin kuruluşuna tanıklık etmiş binadan çıkarken yoluna Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan çıktı. Selahattin kamerasının deklanşörüne basmaya başladı. İlk karelerde her ikisinin de yüzü gülerken görülüyor. Başbakan bir yandan Çağlayan’ı dinlerken diğer yandan elinde beyaz bir karanfil ve sağında Davutoğlu olduğu halde merdivenlerden inmeye devam ediyor; belli ki acelesi var ve bu plansız görüşmeden çok da hoşnut değil.
Eyüp Can - Radikal
Bülent Arınç neden Ayten dedi?
Türkiye’yi sarsan yolsuzluk operasyonunun ikinci gününde Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç hükümet adına sessizliği bozdu. Kolay bir sorumluluk değil. AK Parti iktidarı, kapatma davasını bir kenarda tutarsanız bu son yolsuzluk operasyonundan sonra 11 yıllık siyasi iktidarının en büyük krizi ile karşı karşıya. ‘Yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal!’ Ama Allah’ı var... Böylesine gergin bir ortamda bile Arınç, Ümit Yaşar’ın meşhur ‘Milyon kere Ayten’ şiiri ile hepimizi güldürmeyi başardı. Hani şu ‘Ben bir Ayten’dir tutturmuşum...’ diye başlayan şiir. Gerçi 2 kere 2 yerine 7 kere 7 diyerek biraz yanlış hatırladı ama olsun... “Açıklamanızla cemaati mi kastediyorsunuz?” sorusunu bu şiir sayesinde zekice geçiştirdi. “Ümit Yaşar Oğuzcan’ın bir şiiri var, yedi kere yedi elde var Ayten... Beş kere beş 25 elde var Ayten. Bu kadar laf söyledikten sonra siz cemaat mi var derseniz, cemaatle karşı karşıya getirecek bir anlam yüklemek doğru değil. Eğer bir alçaklık söz konusu ise onlara mal etmek doğru olmaz...
Uğur Gürses - Radikal
İran-Altın-Halkbank üçgeni
Henüz fazla ayrıntısı ortada olmasa da bugün çok konuşulan İran-Halk Bankası-altın üçgenini özetleyelim. ABD ve AB 2010’da İran’a ticaret ambargosu uygulamaya başladı. Daha sonra ise finansal işlemler ve transferlerle ilgili blokaj ve kısıtlama uygulamaya başladı. 2012 Mart ayından itibaren, uluslararası döviz transfer sistemi olan Swift üzerinden İran’a ya da İran’dan diğer ülkelere para transferi yapmak olanaksız hale geldi. Yani, İran ne kendisine gönderilen dövizleri alabilecek ne de ödeme yapabilecekti.
Ancak İran’dan doğalgaz ve ham petrol satın alan Türkiye gibi kimi ülkelere istisnai bir açık kapı bırakılmıştı. Uluslararası düzeyde para transferi yasağıyla, bu ülkeler İran’dan enerjİ ithalatı yaparken ödemelerini ise yapamıyorlardı.
Türkiye, bunun yolunu ülke içinde İran’a Halkbank’ta döviz ve TL hesabı açarak bulmuştu. İran da Türkiye’ye sattığı enerjinin bedelini bu bankada mevduat olarak tutmuş oluyordu. Ama formül de bulunmuştu; İran bu hesabındaki TL ve dolarları altına çevirip ülkesine taşımaya başladı.
Fatih Özatay - Radikal
'Büyük rüşvet' operasyonu ve ekonomimiz
Bu günlerde Türkiye’yi sarsan bir soruşturma yapılıyor. Her şeyin hukuka uygun biçimde yürütülmesi ve varsa suçluların ortaya çıkarılması en büyük dileğimiz. Bu doğal vatandaş dileği bir tarafa, bu köşe açısından önemli olan soru şu: Böyle sarsıcı bir operasyonun ekonomimize etkisi ne olabilir?
Önce geçmişe gidiyorum. Türkiye, 2000’in son aylarında başlayan ve Şubat 2001’de tam anlamıyla patlak veren kriz sonrasında önemli bir sarsıntı geçirdi. Neydi tetikleyici unsurlar? ‘Finansal Krizler ve Türkiye’ kitabımdan alıntı yapıyorum
Cüneyt Arcayürek - Cumhuriyet
Kelini Gördü...
Bir sabah erken saatte, astığı astık, kudret sahibi Başbakan’ın telefonu çaldı: Bir ses; üç bakanın oğullarını, iktidara yakın işadamlarını, banka müdürlerini, belediye başkanı, bürokratları polisin derdest ettiği ve savcılığın büyük bir yolsuzluk operasyonu başlattığını bildirdi ve ... ... Korku imparatoru, yolsuzlukların bir numaralı düşmanı ve iktidarında bu türden olaylara rastlanmayacağı inancında olan Başbakan’ın şapkası önüne düştü ve keli gördü. 1) O güne kadar kuş uçsa ülkede haberi olan Başbakan’ın; polisin savcılıkla işbirliği yaparak aylardır izini sürdüğü yolsuzluklarla ilgili operasyonun başlatılacağından önceden haberi olmadı. Soruşturmayı polis de savcılık da Başbakan’dan gizledi. 2) Cemaat; önüne gelene sandıkta hesaplaşma çağrısı yapan Başbakan’la sandıktan önce hesaplaşmayı yeğledi... Soruşturmanın sağlıklı yürümesi ve herhangi bir müdahaleye uğramaması için öylesine gizlilik içinde yürütüldü ki polis, emrinde olduğu, oğlunu gözaltına aldığı İçişleri Bakanı’nı da önceden bilgilendirmekten özenle kaçındı... Her yerde, herkes üzerinde gözü kulağı olan ama emrindeki polisin operasyon gizlediği hükümet bu!..
Bekir Coşkun - Cumhuriyet
Yedirmeyiz
İktidarın yarısı, öbür yarısını yakaladı...
Alışmışlar başkasını yakalamaya... İlk kez kendi kendilerini yakaladılar...
Okyanusun öte kıyısında ise Hoca Efendi ağladı... Gözünü silip mendili koltuğun kenarına bıraktıktan sonra, iç çekerek, “Buyuruyor ki ey kulum, ben sana demedim mi?..” dedi ki... Diyemedi bile... Mendili aldı... Demek ki durum aynı zamanda hüzünlü...
Bu arkadaş da Mevlana’ya gitti... Yapacak fazla bir şeyi yoktu, Mevlana ne desin?.. O; mazlumlar, özgürlükler, ezilenler, hak ve haklılar adına sözünü 750 sene öncesinden söylemişti: “Sanma ki yıkıldık, Sanma ki çöktük... Bir başka bahar için; Sadece yaprak döktük...”
Emre Kongar - Cumhuriyet
Kim, Kiminle... Kim Ne Dedi?
AKP-Cemaat-ABD koalisyonunun, halka ve birbirlerine yaptıkları “operasyonlar” şaşırtıcılık açısından bu oyuna benziyor; ama hiç de eğlenceli değil! İlk günlerde, gerçekleştirilen Silivri “operasyonları”, birbirini tanımayan insanların aynı örgüt elemanı olması, yurtdışında bulundukları kanıtlananların yurtiçindeki eylemleri gibi şaşırtıcı suçlamalarla doluydu. Derken MİT davası ortaya çıktı... Adalet mekanizmasına egemen olanlar, MİT Müsteşarı’nı ve yardımcılarını ifadeye çağırdı. İşte o zaman çatışmalar yaşanmaya başladı: “Ben adamımı yedirtmem” söylemleri... TBMM’den bir gecede çıkartılan ve MİT mensuplarını koruyan yasalar... Silivri yetkililerinin görevden alınması... Ve en sonunda Silivri mahkemelerinin kaldırılması. Böylece üçlü koalisyonda ilk çatlak oluşmuştu!
Hikmet Çetinkaya - Cumhuriyet
Okyanus Fırtınası AKP’yi Vurdu!..
Büyük yolsuzluk operasyonunu cemaat mi yapmış, o mu yapmış, şu mu yapmış, ben ona bakmam... Yolsuzluk var mı yok mu? Bal gibi yolsuzluk var? Okyanus fırtınası AKP’yi vurdu! Üç bakanın oğlu gözaltına alınıyor... Reza Zarrap’ın arkadaşları milyon dolarların önünde fotoğraf çektiriyor... Büyük paralar karşılığında SİT alanları imara açılıp inşaat şirketlerine veriliyor AKP’li Fatih Belediyesi tarafından. Zarrap’ın verdiği rüşvet ne kadarmış? İddiaya göre 121 milyon lira... Yasadışı para transferi, hayali ihracat, vergi kaçakçılığı. Bakırköy 46 projesi için imar değişikliği savı var. Büyükşehir Belediyesi’nin muhalefetine karşın bu değişiklik Ağaoğlu için yapılıyor. Evet ortada büyük bir yolsuzluk var ve polis operasyonu yapılıyor önceki gün. Gözaltında kaç kişi var, belli değil! 30 mu, 50 mi, 80 mi; kaç? Açıklama yapılmadığı için bilmiyorum...
Utku Çakırözer - Cumhuriyet
ABD: Bizi Aile Kavgasına Çekmeyin
AKP hükümetinin üç bakanı, bir kamu bankası genel müdürü ve çok sayıda kamu kurumu yöneticisinin gözaltına alındığı Türkiye gündemini sarsan rüşvet ve yolsuzluk operasyonuyla ilgili, özellikle hükümete yakın çevrelerden soruşturmanın arkasında bir ‘ABD parmağı’ olduğu iddiası ortaya atıldı. Özellikle de merkezinde Halkbank ve İran asıllı Reza Zarrab’ın bağlantılarının bulunduğu bölüm ile ilgili. Kimilerine göre Washington, kendi koyduğu İran ambargosu delindiği için işin içindeydi. Kimine göre Gezi olayları, Suriye, Mısır ve İsrail ile ilişkiler nedeniyle AKP hükümetine tepkili olduğu için. Kimilerine göre de kavganın taraflarından biri olan ‘cemaatin’ lideri Fethullah Gülen ABD’de ikamet ettiği için meselenin tarafıydı.
Saygılıyız, müdahale etmeyiz Dün soruşturmaya ve bu iddialara ABD tarafının bakışını öğrenme fırsatı bulduk. ABD’li kaynaklar ‘ABD parmağı’ iddialarını şöyle değerlendiriyor: “Biz Türk demokrasisine saygılıyız. İnsan haklarını ve özgürlüklerini destekliyoruz. Ama hiçbir şekilde müdahalede bulunmayız, bulunamayız. Türk siyasetinde o yönde ya da bu yönde bir sonuç almak istesek bile bunu yapamayacağımızı bilecek kadar akıllıyız. Sadece bu uygun olmayacağından değil, aynı zamanda gücümüz de yetmez. Biz yabancılar olarak Türk demokrasisine saygılıyız. Karışmanın uygun olmayacağını biliriz.”
Ali Bayramoğlu - Yeni Şafak
Tezgah ile yolsuzluk
Siyasi cepheler artıyor. Siyasi algılar cephe konumlarına göre faydacı bir süzgeçten geçiyor. Cemaat ve AK Parti arası algı kutuplaşması ortada. MİT krizinden bu yana AK Parti cemaat gerginliğinin işin tarafı olmayan, ne olup bittiğini anlamaya gayret bile etmeyen aktörlerce nasıl işlevselleştirildiği de ortada.
Kavganın son aşaması yolsuzluk operasyonları...
Malum işin iki boyutu var:
Yolsuzluk iddiaları ve iktidar kavgası...
Yolsuzluk, siyasetin en büyük hastalığıdır, hem bizde hem başka ülkelerde. Siyasi partiler insanlardan oluşur ve bu hastalıktan tümüyle azade bir yapı yoktur. Yolsuzluk iddiaları üzerine ciddiyetle gidilmesi gereken iddialardır.
Ali Saydam - Yeni Şafak
Beni yak, kendini yak, her şeyi yak
Çoğunluk, 'Yolsuzluklar varsa mutlaka sonuna kadar gidilmeli ve bedel neyse ödenmeli; ama...' diye lafa başlıyor. Biz de öyle başlayacağız ve devam edeceğiz... Dünyadaki her büyük devletin üstü kapalı (undercover) işleri vardır. Fakat bir kere çömlek patladı mı, demokrasilerde ve hukuk devletlerinde bütün kâğıtlar açılır; gereği neyse yapılır. Büyük devlet olmak böyle bir şeydir...
Oysa bizde bir süredir sahnelenen senaryolar Sezen Aksu'nun şöhrete kavuşturduğu o ünlü şarkıyı çağrıştırıyor. Hani 'bir kıvılcım yeter' diye devam eden o güzelim şarkıyı...
Cem Küçük - Yeni Şafak
Cunta operasyonu ve önümüzdeki 3 ay
7 Şubat bir darbe girişimiydi. 17 Aralık da bir darbe girişimi gibi görünüyor. Bu çok açık biçimde Emniyet-Yargı cuntasının sivil ve seçilmiş hükümete yönelik bir darbe operasyonudur. Halkbank'a operasyon emrinin ise doğrudan yurtdışındaki bir istihbarat örgütünden geldiği hissi herkesin aklına çoktan yer etti. Aslında diğer dosyalar da Halkbank operasyonunu kamufle etmek için ortaya konmuştur.
Eğer dış istihbarat örgütünden talimat alıp casusluk ve vatana ihanet yapılıyorsa, bu çok açık bir suçtur. Devletin içinde yer etmiş bir cunta yabancı istihbarat kurumlarına taşeronluk yapmaktadır. Organize bir suç örgütü ile karşı karşıyayız. Hepsi birbirine bağlı. Beyin takımı 30 kişi ama zincir ve hücre modeliyle yüzlerce kişi var. İşte Emniyet'te bu yapıdan kalan parçaların neler yaptığını hep birlikte görüyoruz
Markar Eseyan - Yeni Şafak
Top 10'da bir numara: Cinayeti gördüm...
Aklımızla alay edercesine 'Şok operasyon' başlığıyla görmüş birkaç gazete önceki günkü 'üçü bir yerde' operasyonunu. Halbuki, nisan ve ağustostan beri sosyal medyada bakanların soyadları üzerinden spoiler'lar zaten verilmekteydi. Şu kaset meselesi ise, belli ki 'yoğun ve erken kullanım' ile fazlaca yıpranmıştı. Kayıt koymaya gerek yok zaten ama, yolsuzluğu kim yaparsa yapsın adil yargının önüne çıkmalıdır. Yok eğer yargı siyasi hesaplara alet edilmiş ise, bu da yine yargının konusu olacaktır. Meselenin karanlık yönleri ile bu durumun titizlikle birbirinden ayrıldığını görüyor ve memnun oluyorum. Tuzun kokmaması önemli, çünkü eğer tuz da kokarsa, onu korumak için ne ile tuzlayacaksınız?
Bu anlamda Hükümet Sözcüsü Sayın Bülent Arınç'ın dün akşamki açıklamasının içeriği, ahlaki ve doğru pozisyonu ima ediyordu. Umarım, bu da cumhuriyet tarihinde bir ilk olur ve iktidar partisi böyle bir ahlaki içtihadın zeminini kurar. Zamanında Ergenekon'un avukatlığını üstlenen, üyelik için adres isteyen, Gülen Cemaati'ne veryansın eden, Hizmet'i silahlı örgüt kapsamına sokmak isteyenleri koruyan, yolsuzluk operasyonlarında CHP'li belediyelere kefil olan Sayın Kılıçdaroğlu ve partisinin bugün bu operasyonun arkasında durması da bunun tam tersi bir zemine oturur. Siyasi bir haktır, ama inandırıcılıktan uzaktır.
Abdülkadir Selvi - Yeni Şafak
Başbakan'ın Başkanlığı'nda alınan kritik karar
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın açıklamalarını Meclis'te AK Parti milletvekilleriyle birlikte izledim.
Böylece aynı zamanda AK Parti milletvekillerinin nabzını tutma imkanım oldu.
Arınç'ın açıklaması yaklaşırken iktidar kulisinde TV ekranlarının hemen karşısına koltuklar çekilip, küçük çaplı bir tribün oluşturulmaya başlandı.
Ne zaman ki Bülent Arınç ekranda gözüktü, milletvekilleri kulisteki üç TV ekranının başına toplandılar.
Muhalefet kulisinde de 2 ekran vardı, milletvekilleri ekranın başına toplanmış, açıklamayı takip ediyorlardı.
Hükümetin nasıl bir yol izleyeceği merak ediliyordu.
Bülent Arınç dedi ki, 'Hükümetin yolsuzluklardan yana tavır almasını kimse beklemesin. Bir yolsuzluk varsa yargı bunun kökünü kazımalıdır'
Bu duruş milletvekillerini rahatlattı.
Bülent Arınç, 'Nereye kadar gidiyorsa oraya kadar gidilmelidir' deyince moralleri yerine geldi.
'Adımız ak, alnımız ak' yorumları yapılmaya başlandı.
Emre Uslu - Taraf
Operasyonu nereden ‘biliyordum’
Polis yolsuzluk operasyonu yaptı, hükümetin üst düzey bürokratları, bakan çocukları ve tabii ki tüm AKP yetkilileri projektöre yakalanmış tavşan gibi yakalandı. İlk gün ne yapacaklarını şaşırdılar. Sonra operasyonu itibarsızlaşmaya kalktılar.
Bunun için değişik yalanlar uyduruyorlar. AKP medyası bir manipülasyon bülteni gibi çıkıyor son zamanlarda. Ne zaman hükümetin başı sıkışsa hemen bir yalan uyduruyorlar: “Operasyonun arkasında İsrail var.” Ayakkabı kutusundaki paraları da İsrail mi gönderdi size? Tüyü bitmemiş yetimin hakkını yemiyordunuz da İsrail mi tıktı boğazınıza?
Sizin şu hâlinizi görünce Muhyiddin-i Arabi’nin o meşhur duruşu gelir aklıma. “Sizin taptığınız benim ayaklarımın altında...”
Yedikleri rüşvetler kalplerini karartmış olmalı ki arsız bir şekilde başkalarını karalıyorlar.
Bunların içinde ben de varım.
Dört ay önce attığım bir tweet nedeniyle “Emre Uslu bu operasyonu biliyordu” yaygarası koparıyorlar. O tweette “Bakan çocuklarının adları yolsuzluklara karışmışsa kim Güler kim ağlar ” yazmıştım.
Net olarak cevap vereyim. Hayır, böyle bir operasyon olacağından haberim yoktu.
Ama bakan çocuklarının boğazlarına kadar yolsuzluğun içine battığını biliyordum. Tıpkı binlerce insan gibi...
Gürsel Tekin bakan çocuklarının karıştığı yolsuzluğu Meclis çatısı altında açıkladı. Hem de bir yıl önce.
Alper Görmüş - Türkiye
İktidar duygusu kardeşlik duygusunu yener!
Mücahit Bilici’nin dünkü yazısı (“Cemaat’in anlamadığı”, Taraf, 18 Aralık), siyasetin içinde olanların, siyasetin kirinden âzâde kalamayacağına dairdi: “Dine hizmet için dünyadaki kaynaklara erişim ve hâkimiyet çabası olarak siyaset yaptığın zaman siyasi çekişmenin tarafı olmaktan kurtulamazsın. Şunu da bilmelisin: Siyaset menfaat üzerine döner ve canavardır. (...) Siyasette ahlak kolay kolay bulunmaz, çünkü siyaset iradelerin çatışması, bencilliklerin yarışmasıdır. Bunun içinin ‘millete hizmet’ veya ‘dine hizmet’ gibi ulvi amaçlarla doldurulmuş olması bir şeyi değiştirmiyor. (...) Siyasette ahlak arayanlar, Osmanlı sultanlarının İslam’ın rağmına olarak kardeş katline neden tevessül ettiklerini anlamaya çalışsınlar. Veya şahıs olarak neredeyse veli sayılan Sultan Abdülhamid’in kendisini mecbur zannettiği bir istibdadın kaynağı olduğu gerçeğini hatırlasınlar. Ve bugün ezebildiği kardeşine kardeşlik nutku çekenlerin, gücü kendininkine yakın kardeşiyle ise nasıl ölümüne vuruştuğunu insaf ile analiz etsinler.”
Ahmet Sağırlı - Türkiye
Bu ayıp hepimize yeter
Başkanlık sisteminde başkan, parlamenter demokraside ise başbakan patrondur. Bunu kabul etmiyorsanız, olur mu öyle saçmalık diyeniniz varsa patronun kim olduğunu söyleyeceksiniz. İki tane amir çıkacak, ben yolsuzluk soruşturuyorum diyecek. Kime rağmen? Müdürüne, valisine, bakanına rağmen? Derdi ne? Kesin tüyü bitmemiş yetimlerdir. Teknik bir problem var kabullenemiyoruz: Devletlerin bir görünen yüzü vardır.. Orada işler kanun, yönetmelik, yargı, karşı dava, savunma vs. ile yürür. Bir de görünmeyen yüzü vardır ve olmalıdır. Ulusal güvenlik denilen şeyden anladığınız nedir bilmiyorum. Anladığınız her ne ise o ilan panolarına asılmaz. İcraatlarının denetlenmesi yargı yoluyla olmaz. Bazen bazı şeyler feda edilir bazen bedel ödenir bazen yanlış yapılır. Eskiden bizde bu işi örtülü şekilde ordu üstlenmişti. Ordu çekilince orada bir boşluk oluştu. Boşlukta başıbozuklar türedi.
Ahmet Taşgetiren - Bugün
En çok Hizmet'i vuracak
Bu operasyonun Hizmet'in üstünde kalması durumunda ortaya çıkacak sonucu tahmin edebiliyor musunuz?
Diyelim iktidarda CHP var ve onun başbakanı, bir yıl süreyle ülkesinde sürdürülen bir soruşturmadan haberdar edilmiyor. Nasıl bir şey bu?
Yargıdan birkaç kişi, emniyetten birkaç kişi ile bakanları, muhtemelen Başbakan'ı bile dinleme alanı içine alıyor, İçişleri Bakanı'nın kendi emri altındaki polislerin ne yaptığından haberi olmuyor, Emniyet Genel Müdürü'nün haberi olmuyor, MİT'in haberi olmuyor, İstanbul Emniyet Müdürü'nün haberi olmuyor... Böyle bir durumu CHP'li bir hükümet normal karşılar mı?
Bu durum, başbakanların darbe girişiminden sabah kapıları askerler tarafından çalındığında haberinin olduğu günlerden çok farklı bir şey midir?
Bu, "Biz öyle bir gücüz ki sizin damarlarınızda dolaşırız da haberiniz olmaz" demekten başka bir şey midir?
Gültekin Avcı - Bugün
Muz Cumhuriyeti
Devlet toplumun kalbi gibidir.O kalbin millete pompaladığı damarlarda pislikler varsa enfarktüse sebebiyet vermemek için temizlenmesi gerekir.
İşte yolsuzluk operasyonları bu minvalde.
Lakin Türkiye'de yargının kirli çıkar ilişkilerini ortaya çıkarması belli ki istenmiyor. 1- 5 polis şefinin görevden alınması Bu polis şefleri savcılarla birlikte çalışan ve onların emirlerini icra eden adli kolluk sorumlularıdır.
Hiçbir hukuki ve idari gerekçeyle izah edilemeyecek bu tavır, yargıya açık ve ağır bir müdahaledir. Anayasa'nın 2. ve 139. ve 140. maddelerine aykırıdır.
Soruşturma savcılarının kollarını biçmek, eldeki delillerin ve sonraki aşamalarda bulunabilecek delillerin alenen karartılması demektir.
Tarık Toros - Bugün
İspatlayın!
Derdimiz üzüm yemek, bağcıyı dövmek değil.
Onun için, iktidara yakın medyanın sus pus hali ve üretilen komplo teorileri ile ilgilenen ilgilensin.
Elbette "Bu operasyon neden yapıldı, niçin böyle bir zamanlama seçildi, kim yaptı" gibi sorular sorulabilir. Bunun analizi de mümkün. Tartışalım bunu.
Peki tüm bu sorular vakanın gerçekliğini, vahametini, ciddiyetini ortadan kaldırır mı?
Bir aydır konuştuğumuz konulara bakar mısınız?
Dershaneleri kapatma taslağını getiren, arkasında duran ve bundan taviz vermeyen medya mı, Cemaat mi, İsrail mi?
2010 Referandumu ile "kişisel verilerin korunması" anayasal güvence altına alınmışken, 2010-2013 fişlemelerini yapan yine aynı "şer odakları" mı?