Milliyet yazarı Mehmet Tez, yönetmen Fatih Akın'ın "Büyük bir iyimserlik ve şefkatle hazırlanmış, şehrin kültürel zenginliğine müzik üzerinden bakan filmi 'İstanbul Hatırası: Köprüyü Geçmek"i hatırlatarak, Nobel ödüllü edebiyatçı Orhan Pamuk’un “Ben bir köprü olmak istemiyorum" sözlerini değerlendirdi. Tez, "Altı boş, sadece tabelada kalan laflar oldu bunlar. Ne bunların altını doldurmaya dair niyet var, ne bu yönde bir çaba. Ne de insanlarda bu yönde bir umut. 'Aradığınız iyimserliğe ulaşılamıyor' noktasındayız" ifadesini kullandı.
Tez'in "Köprü’ edebiyatının sonu" başlığıyla (17 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:
Orhan Pamuk La Stampa’ya “Hatıralarımın yok edildiği İstanbul’un bu yeni halini sevmiyorum” demiş. Kim seviyor ki?
“Orası bugün daha zengin ama daha az özgür bir şehir. Mimari, ekonomi değişti, çok sevdiğim ahşap evler yerle bir edildi” demiş. Yanlış mı?
Hangimizin “ahşap evleri” yerle bir olmadı bu şehirde. Hangimizin anıları yok edilmedi? Kaçımız doğup büyüdüğümüz sokakları mahalleleri tanıyabiliyoruz?
Pardon, çok sıkıcı bir yere gidiyor bu muhabbet. Devam edeyim ben en iyisi.
Dikkatimi çeken başka bir nokta var Pamuk’un verdiği röportajda. Kendisine İstanbul’un kültürel bir köprü olduğu hatırlatılınca, “Ben bir köprü olmak istemiyorum. Kararlılıkla Türkiye’nin geleceğinin Batı’da olduğuna inanıyorum, ben bu inançla büyüdüm: Batılı, açık, laik, burjuva bir eğitim aldım. Bugün İstanbul’da düşünce özgürlüğü yok ve bu beni kızdırıyor, üzüyor” demiş.
Hah işte şimdi konuşmaya başladık. Orhan Pamuk haklı. Artık kimse köprü olmak istemiyor. İnsanlar bu köprü mitinden de, medeniyetler beşiği lafından da, mozaik sembolizminden de fena halde sıkıldı, bıktı, baydı. Ortalıkta büyük bir hayal kırıklığı var.
Neden mi? Çünkü altı boş, sadece tabelada kalan laflar oldu bunlar. Ne bunların altını doldurmaya dair niyet var, ne bu yönde bir çaba. Ne de insanlarda bu yönde bir umut. “Aradığınız iyimserliğe ulaşılamıyor” noktasındayız.
Fatih Akın’ın büyük bir iyimserlik ve şefkatle hazırlanmış, şehrin kültürel zenginliğine müzik üzerinden bakan filmi “İstanbul Hatırası: “Köprüyü Geçmek”ten 12 yıl sonra, bu filmde Siya Siya Bend’den Murat’ın dediği gibi kafamızı kaldırıma çarptık.
12 yılda Fatih Akın iyimserliğinden, Orhan Pamuk’un bile “Ben artık köprü möprü istemiyorum” dediği noktaya geriledik. Az buz değil zararımız.
Elif Şafak şöyle konuşmuş: “Biseksüel olduğumu insanların içinde konuşma cesareti gösteremediğimin farkına vardım. Çünkü karalama, alay, nefret ve damgalamaların peşimden gelmesinden korktum.”
Şafak’ı sev, sevme, eleştir, ayrı konu. Doğru mu, yanlış mı söylenen?
Sanki Türkiye’de engin bir cinsel özgürlük ortamı var da Elif Şafak gereksiz bir mağduriyet yaratmış gibi;
Sanki müthiş bir ifade özgürlüğü iklimi yaşanıyor da iftira atılıyormuş gibi;
Gey köşe yazarından neo muhafazakâr köşe yazarına vur ha vur. Neymiş, dikkat çekmeye çalışıyormuş.
Zatı şahanelerden biri o kadar gündem dururken hiç üşenmemiş, “Dikkat çekme yarışında şampiyon Elif Şafak” diye dev puntolarla başlık atmış.
Elif Şafak’ın dikkat çekmesini, dev puntolarla dikkat çekmeye çalışarak eleştirmek de ancak bu zat gibi bir dikkat çekme beklenir.
Kardeşim elini kolunu tutan mı var? Madem dikkat çekme yarışından bu kadar rahatsızsın en azından Elif Şafak’la ilgili yazı yazmayabilirsin mesela. Hiç dikkat çekmez.
Yok yok anlaşıldı; bu ülkede mağdur olmak da kamuoyunun dikkatini çekmek de belli bir kesime özgü bir ayrıcalık. Başka kimse, hiçbir konuda mağdur olamaz, dikkat çekemez.