13 Mart dünya basını

13 Mart dünya basını
İNGİLİZ BASINI Economist dergisi, bu haftaki sayısında, Türkiye dış politikası ile ilgili bir değerlendirmeye yer veriyor. "Köprüleri tamir etmek" başlıklı yazıda dergi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Davos'ta İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres'e çıkışını kastederek, diplomatik olmayan bir feveranın diplomatik faydalar getirdiğini yazıyor. 'Diplomatik olmayan feveranın diplomatik faydaları' Başbakan Erdoğan'ın Ocak ayındaki çıkışının ardından birçok çevrede, Türkiye'nin Araplar ile Yahudiler ve Batı ile İslam dünyası arasında köprü olma pozisyonunu, tahrip ettiğine dair kaygılar oluştuğunu yazan Economist'e göre, bu tavır Türkiye ile Barack Obama yönetimi arasındaki ilişkiye zarar vermemiş görünüyor. "Tersine, Erdoğan'ın İslam dünyasındaki popülaritesi, Müslümanlara seslenmek isteyen Amerika Birleşik Devletleri için faydalı olabilir" diyen Economist, bu yorumu, Obama'nın önümüzdeki ay Türkiye'yi ziyaret edecek olmasıyla destekliyor. Obama'nın Türkiye'yi ziyaret ederek, iktidarı devralışının ilk yüz günü içinde bir Müslüman ülkeyi ziyaret etme vaadini yerine getireceğini yazan Economist, Obama'nın ziyaretini Avrupa turu içerisinde gerçekleştirecek olmasını da, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyelik sürecine bir destek olarak yorumluyor. İlişkilerde yeni bir 'altın çağ' Üst düzey bir yetkilinin Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni bir "altın çağın" yaşandığından bahsettiğini aktaran Economist şöyle devam ediyor. “Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri arasında, Arap-İsrail sorunu, Amerika ile İran arasında Tahran'ın nükleer programının durdurulmasına yönelik diyalog kurulması, Irak'ın Amerikan güçleri ayrılırken istikrara kavuşturulması ve Kafkaslar'dan geçen boru hattı projeleri gibi işbirliği yapabileceği konular var. Bu konuların muhtemelen en önemlisi ise İran.” Tahran'ı ziyaret eden Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, İran'ın Amerika'nın uzatacağı zeytin dalını kabul etmesini istediğini belirten dergi, “Ancak, Türk yetkililer, Amerika ile İran arasında yakın zamanda bir ilerleme kaydedilmesine dair umutlarını bastırıyor.” diyor. Amerika Birleşik Devletleri, muhtemelen İran'ın Haziran ayında yapılacak cumhurbaşkanlığı seçiminden önce harekete geçmek istemeyecektir. İran cumhurbaşkanlığı seçimleri önemli mi? Financial Times gazetesinde yer alan bir yorum yazısı ise İran'ın Cumhurbaşkanlığı seçimine odaklanmış. Roula Khalaf imzalı yazıdan öne çıkan bazı tespitler şöyle: "Haziran ayında İran'da yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinin pek bir farklılık yaratmayacağını söyleyerek önemsiz görmek kolay olacaktır. "Ne de olsa, İslam cumhuriyetinde iktidarın gerçek sahibi Ayetullah Ali Hamaney ve ülkenin nükleer programının kaderini belirleyecek bu kişi seçimlerle belirlenmiyor. Ancak, yine de Ahmedinejad'ın seçimleri kazanıp kazanmayacağı da bir detaydan ibaret değil." Muhalifler uzlaşabilecek mi? Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, Ahmedinejad'ın karşısında, hepsi tam olarak reformist sayılmasa da bir değil üç aday olduğunu kaydeden Financial Times, şöyle devam ediyor: Financial Times'a konuşan, eski Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi'nin bir yardımcısı, bir uzlaşma mekanizması oluşturularak Ahmedinejad'ın karşısına tek adayla çıkmanın mümkün olmasını umuyor. Ancak, gazeteye göre, eğer adaylar büyük bir stratejinin uygulayıcıları olarak sonunda tek aday üzerinde birleşemezlerse, reformist oylar bölünecek ve Ahmedinejad tekrar cumhurbaşkanlığına seçilecek. 'Pakistan hükümeti Batıyı öfkelendiriyor' Guardian gazetesinde yer alan Pakistan'la ilgili bir yorum yazısıyla devam ediyoruz. Makalenin yazarı Simon Tisdall, bocalayan zayıf bir yönetim diye nitelediği Pakistan hükümetinin Batı'yı öfkelendirmeye başladığını söylüyor. Tisdall, Pakistan'da eski başbakan Navaz Şerif ve Cumhurbaşkanı Asıf Ali Zerdari arasında artan gerginliğin, bahar aylarında Afganistan-Pakistan sınırının her iki yanındaki Taleban'a karşı büyük bir harekâta hazırlanan Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere'yi derinden kaygılandırdığını belirtiyor. “Cemaati İslami adlı parti de, Zerdari'ye karşı uzun bir yürüyüş başlatan Navaz Şerif yanlılarına katılma kararı aldı. “Pakistan İçişleri Bakanlığı yetkilileri, protesto yürüyüşünün yarattığı siyasi gerginlik ortamında saldırılar düzenlenebileceğini söylerken, bazı televizyonlar El-Kaide'nin de sokaklardaki gerginlikten faydalanarak Amerikan elçiliklerine ve vatandaşlarına saldırmayı planladığını duyuruyor. “Afganistan'da da Ağustos seçimleri öncesinde bir karışıklık yaşandığı ve Hamid Karzai'nin batının desteklemediği bir isim olarak görüldüğü bir ortam, açık ki Barack Obama'nın yeni Afganistan-Pakistan ya da kısa adıyla Af-Pak stratejisi için uygun koşulları sağlamıyor.” Radikal İslamcılar cesaretlendiriliyor Daily Telegraph gazetesi, geçtiğimiz günlerde, Irak'tan dönen bir İngiliz askeri birliğinin bir Müslüman grup tarafından protesto edilmesi ardından başlayan tartışmaları yorum sayfalarında sürdürüyor. Con Coughlin imzasını taşıyan "İngiltere bir savaş veriyor ve biz düşmanlarımıza karşı fazla yumuşak davranıyoruz" başlıklı yorum yazısından öne çıkan bazı değerlendirmeler şöyle: "Savaşları yalnızca askerler kazanmaz. Hükümetlerin de oynamaları gereken önemli bir rolü vardır. Ancak, birçok Batı hükümetinin radikal İslam tehdidi karşısında vardığı yargılar, düşmanla eşit şartlarda mücadele etmediğimize işaret ediyor. "Taleban’la birlikte savaşan İngiltereli Müslümanların olduğu geçen yıl üst düzey yetkililer tarafından teyit edilmişti. Ardından, casus uçaklar üzerinden Taleban telsizlerini dinleyenlerin karşılarında İngiltere'nin bazı bölgelerinin aksanıyla konuşan isyancılar bulmaktan şaşırdıkları ortaya çıktı. "Bu hafta, Irak'tan dönen 2. Kraliyet Anglikan Birliğini protesto eden Müslümanlar üzerinden düşünürsek, İslamcıların, gereken ihtiyaçları olan her türlü cesaretlendirmeyi gördükleri sonucuna varabiliriz. "Polisin bu gösterilerde tek yaptığının askerlere "suçlu" ve "terörist" diyen bu kişilere karşı çileden çıkan kişileri tutuklamaları da bizi şaşırtmamalı." Iraklıların saldırı silahı ayakkabı Times gazetesinde yer alan bir karikatür, "saldırı silahı" olarak dört ülkede kullanılan silahları sınıflandırmış. Yüksek hızlı saldırı silahları başlıklı karikatürde, Amerika Birleşik Devletleri, Almanya, Kuzey İrlanda ve Irak'ta kullanılan saldırı silahları karikatüristin merceğinden sınıflandırılmış. ABD kutucuğunda, ülke içinde bireyler tarafından yapılan katliamlarda kullanılan türden gelişmiş bir uzun namlulu silah görülürken; Almanya kısmında önceki günkü lise baskınında kullanılana benzer bir tabanca; Kuzey İrlanda'da bir kalaşnikov ve Irak'ta ise önceki Amerikan Başkanı George Bush'a ayakkabı fırlattığı için üç yıl hapse mahkûm edilen Iraklı gazeteciye referansla “saldırı silahı” olarak bir ayakkabı resmi çizilmiş. (BBC Türkçe) ALMAN BASINI Stuttgart yakınlarındaki Winnenden'de 15 kişinin öldüğü saldırı, Almanya gündeminin ilk sırasındaki yerini koruyor. Bugünkü Alman basınında gençlerin şiddete eğilimi ele alınıyor. Münih'te yayımlanan Süddeutsche Zeitung gazetesi bu tür saldırıların arkasında genellikle ihmal edilmiş gençlerin bulunduğuna dikkat çekiyor: "Gençler başkalarının onlarla ilgilendiğini görmeye ihtiyaç duyuyor. Kendilerini çok hızlı biçimde reddedilmiş, aşağılanmış ya da hor görülmüş hissedebiliyorlar. Oysa okulda notları ne olursa olsun, nasıl giyinirse giyinsin, kaç arkadaşı olursa olsun her öğrenci takdir edilmeli." Frankfurter Rundschau gazetesi ise Almanya'da eğitimcilerin dün açıkladığı okullar ve gençlerle ilgili raporu mercek altına alıyor. Gazete yorumunda raporun, Almanya'da erkek öğrencilerle ilgili önemli tespitlerde bulunduğunu vurguluyor: "Raporda dile getirilen tez yeni değil, ancak yaşanan bu üzücü olaya çok iyi uyuyor: Erkek öğrenciler eğitim sisteminde başarısız. Okula kız öğrencilerden daha kötü uyum sağlamalarının yanı sıra başarılı olmak için çalışmayı da reddediyorlar. Arka plana bakılırsa, birçok erkek öğrenci sınıf arkadaşları tarafından acımasızca mobbing’e maruz kalıyor ya da izole ediliyor. Bunu yaşayan gençler en kötü durumda medyada 'katil' olarak karşımıza çıkıyor. Okulların öğrencilere bakış açısında değişiklik yapılması şart: Sesi fazla çıkan, göze çarpan öğrenciler değil tam tersine sessizlere bakılmalı onlara yoğunlaşılmalı. Çünkü en çok bu gençler güven konusunda sorun yaşıyor, zorlanıyor." Reutlinger General Anzeiger gazetesi de aynı konuyla ilgili yorumunda şu görüşlere yer veriyor: "Alman toplumunun genç erkeklerle problemi var. Bu gençlerin de toplumla. Bu gençlerden sadece çok azı katil oluyor. Başarılı olma baskısı hissettikleri gibi, geleceğe dair yeterince perspektifleri yok ve kendilerine yanlış kişileri örnek alıyorlar. Geriye bir tek şans kalıyor: Sadece aileler ve öğretmenler değil hepimiz, toplumun tam ortasında kendilerini kaybetmiş, başarısız hisseden bu gençleri, nasıl yönlendirebileceğimiz konusunu konuşmalıyız." Thüringische Landeszeitung gazetesi ise Winnenden saldırısından sonra özellikle ailelerin bazı sorulara kafa yorması gerektiği görüşünü savunuyor: "Aileler çocuklarının internette ne yaptığını biliyor mu? Hangi chat forumlarında yazıştıklarından ya da hangi sayfaları ziyaret ettiklerinden haberdarlar mı? Birçok genç internette gerçekten uzak, yetişkinlerin olmadığı, ikinci bir dünya yaratıyorlar. Çocukların hangi arkadaş grubu içinde yer aldığını biliyor muyuz? Peki bunu gerçekten bilmek istiyor muyuz? Yoksa bütün bunları, 'her şey yolunda gidecek' diyerek ihmal mi ediyoruz? Oysa karşılıklı olarak saygı gösterme, insanın karşısındakinin sorunlarına kulak verip, küçük yardım taleplerini dikkate alması demektir. Yetişkinlerin birçoğu gençlerin kültürüne kapalı, onlar hakkında bir şey bilmek istemiyorlar, çünkü interneti reddediyorlar. Bunu kesinlikle yapamayız. Çünkü bunu yaparsak, çocuklarımızı yalnız bırakmış oluruz." (Deutsche Welle Türkçe) AMERİKAN BASINI (12 Mart) Boston Globe Amerika’nın İran’la ilişkisinde Tahran’ın nükleer programıyla ilgili vereceği kararın belirleyici olacağını vurguluyor ve şunları yazıyor: “Başta Afganistan olmak üzere değişik konularda İran’la samimi bir diyalog kurulursa, Obama Tahran’a nükleer programından vazgeçmesi karşılığında önemli avantajlar teklif edebilir. Böylece İran bölgesel bir güç olma hedefine diplomatik yollarla ulaşabilir. İran’ın nükleer silah sahibi olması ise komşuları arasındaki kaygıları artırarak bölgede bir nükleer silahlanma yarışına yol açabilir. Obama, masaya oturma niyetini ortaya koyarak doğru bir adım attı. Şimdi İran da gerçek niyetini göstermek zorunda kalacak.” USA Today tarihin en büyük saadet zinciri skandalı olan Madoff skandalının Sermaye Piyasası ve Borsa Komisyonu’nun (SEC) eksiklerini de göz önüne serdiğini yazıyor ve şöyle diyor: “Büyük bir teknolojik devrim ve refah patlaması yaşanan 1980’li yıllarda piyasaların denetimsiz bırakılması Sermaye Piyasası ve Borsa Komisyonu SEC’i de etkiledi. Şimdi SEC yeniden ani zenginliklerin hayranlık değil şüphe uyandırdığı ve hiç kimsenin denetimden kaçamadığı 1970’li yıllara dönmelidir. SEC, Madoff gibi mali yolsuzluklara bulaşanları araştıracak bir vizyona, kaynaklara ve uzmanlığa sahip olmalıdır.” Los Angeles Times, Obama’nın Ulusal İstihbarat Konseyi’nin başına getirmek istediği Charles W. Freeman'a karşı büyük bir tepki oluştuğunu hatırlatıyor. Freeman’ın bundan İsrail lobisini sorumlu tuttuğunu belirten gazete, şöyle diyor: “İsrail Amerika’nın dostu ve müttefikidir. Güvenli sınırlar içinde yaşama hakkına sahiptir. Ancak İsrail’in eleştirilerden muaf olduğunu düşünmüyoruz. Amerika son yıllarda fazlasıyla İsrail yanlısı bir politika izledi ve İsrail yanlısı yöneticiler, işbaşına geldi. Buna bir itirazımız yok. Ancak itiraz ettiğimiz şey, sadece İsrail yanlılarının sesinin duyulması.” Christian Science Monitor eğitim sisteminde kapsamlı bir reforma hazırlanıldığını hatırlatıyor ve şöyle diyor: “Obama eğitim süresinin ve yıl içindeki ders günlerinin sayısını artırmak istiyor. Öğretmenlerin performanslarına göre ücret almasını savunuyor. Düşünme ve yaratıcılığı da içeren daha katı başarı standartları getirilmesini öneriyor. Bütün bunlar, okulların Washington tarafından denetlenmesi ve federal kaynaklara bağlı olması sonucunu da beraberinde getirecek. Ancak Amerika’yı eğitim alanında rekabet edebilir bir noktaya taşımak gerekiyor. Amerikan okulları, diğer ülkelerdeki daha yüksek standartlara uyumlu hale getirilmelidir. Obama’nın da dediği gibi, “gelecek, çocuklarına en iyi eğitimi veren ülkelerin olacaktır.” (Amerika'nın Sesi) (Not: Saat farkından ötürü Amerikan basınından özetler gecikmeli olarak yayımlanabilmektedir)