*Mert Çakır
Suriye iç savaşının başlaması ile oluşan insani krizde, Türkiye mültecilere kapısını açan ve en fazla “misafir” kabul eden komşu ülkeler arasında. “Geçici Koruma Altında” statüsünde ülkeye kabul edilen mültecilerin çoğu kayıt altına alınma, barınma ve sağlık gibi birçok problemle birlikte geliyor. Yaşanan bu büyük insani krizde en büyük zararı ise çocuk mülteciler görüyor.
Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu’nun (UNICEF) verilerine göre, bugüne kadar 5,5 milyon çocuk Suriye’deki savaş ve çatışma ortamından etkilendi. Bu rakam, ülkedeki toplam çocuk sayısının yüzde 56’sını oluşturuyor. Savaşın acı bilançosuna göre, bugüne kadar 10 bini aşkın Suriyeli çocuk çatışmalarda hayatını kaybetti. 8 binin üzerinde çocuk ise yalnız başına sınırı geçerek çevre ülkelere sığındı. Suriye’de kalmaya devam eden çocuklara, para ve hediyeler verilerek asker olmaları çekici bir hâle getiriliyor.
Göç Politika ve Projeleri Dairesi Başkanlığının en son açıklamasına göre, Türkiye’de 0-18 yaş aralığında Geçici Koruma Kapsamında bulunan Suriyeli sayısının 1.300.835 olduğu bildirildi. Bu çocuklardan 111 bini, beş yaşın altında. Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın (AFAD) verilerine göre, Türkiye’deki Geçici Barınma Merkezleri'nde (GBM) 119 bin 169 Suriyeli çocuk yaşıyor. Bu rakam, barınma merkezlerinde konaklayan toplam Suriyeli sayısının yüzde 54,5’ini oluşturuyor. Suriye'de iç savaşın başlamasından bu yana Türkiye'de doğan Suriyeli bebeklerin sayısı ise 200 bine yaklaşıyor.
Bu rakamlar insanlara sadece bir istatistikten ibaretmiş gibi görünebilir. Ancak bu çocukların durumunu yakından incelediğimizde manzaranın asıl vahameti ortaya çıkıyor.
Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR), Türkiye'ye gelen sığınmacı çocukların üçte birinin posttravmatik stres bozukluğu yaşadığını ve sadece yüzde 39’unun okula devam edebildiğini ifade ediyor.
Kent merkezlerinde yaşayan 5 ile 7 yaş arasındaki sığınmacı çocuklar, savaş başladığı zaman oldukça küçük yaşlarda olduğu için savaşı ve nasıl göç ettiklerini tam olarak hatırlamıyorlar. Bu yaş aralığındaki çocukların genel tutum ve düşünceleri 12-18 yaş arasındaki büyüklerinden farklı olarak gelişiyor. Yapılan mülakat ve görüşmelerde 5-7 yaş aralığındaki çocukların büyük kısmı polis ya da asker olmak istediğini söylüyor. Bunun sebebini psikolojik travmalar geçirerek irade ve güç anlamında zayıflamış çocukların zaafiyetlerini, toplumsal güç imgeleri hâline gelmiş polis ve askerlere öykünerek giderebilme arzusuna dayandırabiliriz.
Yaptığım gözlemlere göre 12-18 yaş aralığındaki çocuklar diğerlerine oranla daha karamsar ve büyük bir çoğunluğunun hayattan hiçbir beklentisi yok. 17 yaşındaki Muhammed’e gelecekten ne bekliyorsun diye sorduğumda, “Hiçbir beklentim yok. O an ne gerekiyorsa onu yaparım.” cevabını veriyor ve “Okulumu çok özlüyorum ama gitmem mümkün değil” diye ekliyor.
Yine 12-18 yaşındaki çocukların büyük kısmı ağır koşullarda çalışıyor. Bazıları hem okula gidip hem de bir işte çalışıyorlar. Çocukların çalıştırıldığı alanlar çoğunlukla hizmet ve merdiven altı diye tabir edilen üretim sektörü içerisinde yer alıyor.
“Geçici Koruma Altında” statüsüyle ülkeye kabul edilen savaş mağduru çocuklar, bu kabulün geçici olacağını düşünüyorlar ve bu durum karşısında oldukça karamsarlar. Sürekli dışlandıklarını ve kötü muameleye maruz kaldıklarını belirten 16 yaşındaki bir çocuk “Türkiyedeki insanlar eğer savaştan kaçıp bize sığınsalardı biz onlara bize davrandıkları gibi davranmazdık!” diyor. Geçici barınma merkezlerinde eğitim ve sağlık hizmetlerine ulaşmak çocuklar açısından kısmen daha kolay. Ama barınma merkezlerinin adının çocuklara yönelik cinsel istismar ve kaçırılma olaylarına karışması nedeniyle hafızalarda pek de iyi bir yer ettiği söylenemez.
Mevcut koşullarda "Geçici Koruma Altında” statüsünde ülkeye kabul edilen sığınmacıların yakın bir tarihte yurtlarına dönmesi de zor gibi görünüyor. Özellikle çocuklar, başta Türkiye olmak üzere birçok ülkenin kayıp neslini oluşturuyorlar. Kaçırılmak, cinsel istismara uğramak, kötü muameleye maruz kalmak ve ucuz iş gücü olarak kullanılmak gibi korkunç koşullara maruz bırakılan çocuklarla yarın yine aynı yaşamı paylaşacağız. Kendi çocuklarıyla bile iyi ilgilenmeyen bir ülkenin sığınmacı çocuklara iyi bakmasını beklemek oldukça güç.
İzmir Konak’ta sokakta mendil satan sığınmacı bir çocuk durumun gayet farkında olarak “Biz ölseydik o zaman bize bakarlardı. Ölmeden kimse bizim yüzümüze bile bakmaz” diyor. Sokakta özellikle esnaftan yediği dayakları anlatıyor.
Sığınmacı çocukların yaşadığı bu kötü koşulların olumsuz etkilerinin önümüzdeki 10 yıl içinde ülkenin toplumsal yapısına yansıyacağı düşünülüyor. Savaş ortamındaki şiddetten kaçıp hâli hazırda kronik psikolojik rahatsızlıklar yaşayan bir çocuk, sığındığı ülkede şiddete maruz kaldığı taktirde, bir noktadan sonra kimliği şiddet olan bir bireye dönüşür ve sağlıklı bir düzlemde herhangi bir diyalog kurma olanakları da zorlaşacak.
Türkiye’deki çocuklar için uzun vadede bazı projeler düşünülüyor. Bunlardan birini açıklayan Başbakan Yardımcısı Veysi Kaynak, Türkiye’de yaşayan Suriyelilerle ilgili Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dan talimat aldıklarını; kendilerine beş başlıkta görev verildiğini söyledi. Suriyeli sığınmacıların 900 bine yakınının eğitim çağında olduğunu vurgulayan Kaynak, bunların 5 bininin yetim olduğunu belirtti ve şöyle devam etti: “Bir, bu insanların tamamına Türkçe öğreteceğiz. İki, Arapça öğreteceğiz. Üç, efendimize vahyolunan ve efendimizin fiilen yaşayarak öğrettiği dinî öğreteceğiz. Dördüncüsü, bunlara meslek öğreteceğiz. Beşincisi, en önemlisi, bizim millî değerlerimize, insani değerlerimize, dünyanın muhtaç olduğu bu değerlere uygun nesil. Gözümüzü oyduracak, insanımızın alın teriyle, fedakarlığıyla oluşturduğu katma değerle içimizde eğittiğimiz, barındırdığımız insanlardan, nesillerden yarın gözümüzü oyduracak nesiller yetiştirmeyelim. Yani milli benliğimize, ortak değerlerimize, insani değerlere uygun bir politika."
Bu yazı ilk olarak P24’te yayımlanmıştır.