15 Ekim 2016 İngiltere Basın Özeti

15 Ekim 2016 İngiltere Basın Özeti

Economist dergisi, Avrupa Birliği konularının ele alındığı Charlamagne köşesinde bu hafta, "Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üye olma girişimi kötü bir şaka, ama bu girişimi öldürmeyin" başlıklı bir yazıyla Türkiye'deki gelişmelere yer veriyor.

Yazı, Türkiye'deki iki genç kadını anlatarak başlıyor. Kadınların Türkiye'nin korku dolu bir yer olması nedeniyle, hiç çocuk sahibi olmama anlaşması yaptıklarını yazan dergi, "Temmuz'daki darbe girişiminden sonra girişilen misillemeler ve tasfiyeler arasında demokrasi ışıkları" sönüyor diyor.

Dergi her hafta yeni tutuklama, görevden alma dalgaları yaşandığını ve hiç kimsenin muaf olmadığını anlatıyor. Kadınların bir arkadaşlarının da üniversitesinin Gülen cemaati bağlantısı nedeniyle, diplomasını kaybettiği belirtiliyor. "Resmi paranoya iyice absürtleşti" diyen dergi geçen hafta, bir ders kitabında bulunan geometri sorusundaki F ve G harflerinin çıkartıldığını söylüyor. Bir akademisyenin de "Herkesin ödü kopuyor" dediği söyleniyor. Yazı şöyle devam ediyor;

"Bu kadınlar kaygılarını paylaşan Avrupa Birliği'nden destek bekleyebilirler mi? Çok zor. Avrupa'nın ikiyüzlü olduğunu, terör saldırılarının ardından dayanışma beklerken, darbe girişiminden sonra bunu hiç göstermediklerini söylüyorlar. Bu duyguları toplumun geniş kesiminde paylaşılıyor. Sadece Charlamagne'nın dolaştığı, hükümet yanlısı Fatih semtinde de değil. Kadınlar, Recep Tayyip Erdoğan'dan şikâyetlerini dile getirirken, kentin öbür yanında, Türkiye'nin öfkeli Cumhurbaşkanı 'bize hala insan hakları veriyorlar' dediği ülkeleri, demokrasi feneri ülkeler Azerbaycan, Venezuela ve Rusya'nın liderlerinin önünde yerden yere vuruyordu. Erdoğan ve Vladimir Putin, Türk akım projesini canlandırma taahhüdü verdi. Fatih'teki bir esnaf Nazif Özbek 'Rusya bize Almanya'dan daha iyi davranıyor. Avrupa bizi arkamızdan bıçaklıyor' diyor. "

Yazıda, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin bu kadar kötü olduğu bir dönemi hatırlamanın zor olduğu söyleniyor. Türkler 'in de haklı olarak 270 kişinin öldüğü, seçilmiş bir cumhurbaşkanının neredeyse devrildiği ve Ankara'da parlamentonun bombalandığı darbe girişiminden sonra AB'nin gösterdiği miskin desteğe öfkeli olduklarını aktarıyor.

Erdoğan taraftarı olmayan Türkler'in bile Avrupalıların darbenin başarıya ulaşmasını istediğinden şüphelendikleri kaydediliyor. Economist şöyle devam ediyor;

"Avrupalılarsa, Erdoğan vidaları sıkarken, diplomatik terbiyelerini korumaya uğraşıyor. 'Geçen yıl, mültecileri uzak tutması için Türkiye'ye rüşvet vermek yeterince kötüydü' diyorlar. Daha kötüsü, Türkiye AB'yle katılım müzakereleri yapıyor. Katılım sürecinin, aday ülkeleri Avrupa normlarına yaklaştırması gerekiyor. Ancak sultan olma heveslisi lideriyle Türkiye, diktatörlük bataklığına sürükleniyor. Türkiye hiç üyeliğe yakın olmadı. Ama bir süre, bunun önemi yoktu. Müzakerelerin 2005'te başlamasından önce Erdoğan üyelik vizyonunu, ölüm cezasını kaldırmak, Kürtçe yayınlara izin vermek ve işgüzar orduyu kışlalarında tutmak için kullandı. İhracatçılar, Avrupalı şirketler ve yatırımcılarla daha yakın ilişki ihtimalini düşünerek ellerini ovuşturdu. Almanya Başbakanı Angela Merkel, Türkiye'nin imtiyazlı ortaklığa razı olması gerektiğini söylerken, AB'nin eski Sovyet bloğuna genişlemesine sevinen diğerleri, genişlemenin gücünün dev komşularını içerden dönüştüreceğine inanıyordu."

Dergi artık kimsenin bu iddiada bulunmadığını söylüyor ve "Erdoğan'ın yıllarca gazetecileri hapse attığını, adalet sistemini bozduğunu ve yolsuzluğun büyümesine izin verdiğini" savunuyor.

Economist, Türkiye'nin AB üyeliğini zaten hiç istemeyen Avusturya'nın müzakerelere son verilmesini istediğini ve tekrar Fransa Cumhurbaşkanı olmak isteyen Nicolas Sarkozy'nin de AB'nin Türkiye'ye Asya'ya ait olduğunu söylemesi gerektiği yönündeki sözlerini hatırlatıyor. Erdoğan'ın da "Yunanistan'ın Ege adaları üzerindeki genişleme hırslarının sinyalini verdikten birkaç gün sonra parlamentoda Türkiye ve AB'nin artık oyunun sonuna gelmesi gerektiğini söylediği" vurgulanıyor. Economist daha sonra şöyle devam ediyor;

"Tarafların çıkarları şimdi başka yerde. Türkiye enerjisini Kürtlerin, sınırlarında bir devletçik oluşturmasını durdurmaya ve Gülencilerin geniş uluslararası bağlarını zayıflatmaya odakladı. Sessizce AB'den uzaklaşıyor ve ortak kültür ve eğitim kurumlarından çıkıyor. Avrupalılarsa Türkiye'nin AB'ye girmesinin oy verenler arasındaki zehirli etkisinden korkuyor. Bütün bunlara yorgun gözlerle bakan AB yanlısı Türkler başka bir ilişki modeli olup olmaması gerektiğini merak ediyor. Peki, fişi çekme zamanı mı artık? Bu cezbedici ama hayır. Darbeden sonra, kredi notları düşen ve yatırımların donduğu Türkiye, en büyük ticari ortağına sırtını dönmeyi kaldıramaz. Erdoğan, tüm o konuşmalarına karşın, istikrarsızlık güney sınırlarını sararken büyük ihtimalle Avrupa'yla bağlarını kesmeyecektir. Avrupalılar Erdoğan'la terbiyeyle oynamaktan nefret ediyor ama ilişkiler kesildiğinde içgüdülerinin onu nereye götüreceğinden korkuyorlar. Şüpheciler, Erdoğan'ın artık iktidarda olmayacağı günün çok uzak olduğunu düşünüyor olmalı. Daha mutlu bir dönem gelirse, komadaki bir hasta her zaman uyandırılabilir."

Dergi her iki tarafın da terörle mücadeleden göçe yakın vadeli sorunlarını görmezden gelemeyeceğini söylüyor ve AB ile Türkiye'nin acilen yeni birlikte çalışma yollarına ihtiyacı olduğunu belirtiyor. Bunun için de yılda iki kez yapılacak zirvelerin iyi bir başlangıç olabileceği vurgulanıyor. Mülteci anlaşmasının da gelecekteki işbirliği için bir model olabileceği vurgulanıyor. Yazı şu satırlarla sona eriyor;

"Kıbrıs'ın yeniden birleşmesi için bir anlaşma, ki bu ulaşılabilir mesafede bir başka model olabilir. Türkiye AB'nin vizesiz seyahat koşullarını karşılarsa ki bir Avrupalı bürokrat bunun gayet başarılabilir bir şey olduğunu söylüyor, Fransa ve Avusturya gibi ülkeler sırf inatlarından bu anlaşmayı bloke etmemeli. AB'ye katılımın Avrupa'nın özgürlük ve demokrasi ideallerini, bunların pek görülmediği bölgelere genişletme süreci olması gerekiyordu. Türkiye'ninkinde bu, hastaların bırakmasının çok tehlikeli olduğu bir uyuşturucuya dönüştü. Görünür gelecekte Türkiye AB'nın sorunlu, fevri ama vazgeçilmez bir komşusu olacak. Avrupalılar bir derece ikiyüzlülüğü yutmak zorunda kalacak."

Financial Times yazarlarından David Gardner, Türkiye ve Rusya arasındaki yakınlaşmanın Suriye'de cephedeki dinamikleri değiştirdiğini yazıyor.

Gardner, Doğu Halep'teki muhaliflerin Rus bombardımanı ve İran'ın destek verdiği milislerin karadan saldırılarıyla yenilecek gibi göründüğünü söylüyor. Böylece Rus lider Vladimir Putin'in istediğini alıp, Rusya'nın ABD'nin karşısında bölgesel ve küresel bir rakip olarak rüştünü göstereceğini belirtiyor. Ancak Gardner, bu sonucu getirecek olanın sadece Putin'in acımasızlığı değil, Türkiye'nin Rusya ve bir ölçüde İran'la yakınlaşması olduğunu vurguluyor.

Gardner, beş yıldır devam eden savaş boyunca, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Esad yönetimini devirmeye çalıştığını, Esad karşıtı isyancı güçlere destek verdiğini ve cihatçı gönüllülerin Türkiye'yi Suriye'ye saldıralarda bir rampa gibi kullanmalarına izin verdiğini söylüyor. Yazar şöyle devam ediyor;

"Bu keskin odaklanmışlık, özellikle Temmuz'da Erdoğan'a karşı düzenlenen şiddet dolu darbe girişiminden sonra Ankara daha acil sorunlarla karşılaşınca zayıflamaya başladı. Türkiye'nin şimdi Suriye'deki başlıca amacı, Kürt savaşçıların sınırın güneyinde otonom bir bölgeyi pekiştirmesi. Ankara Suriyeli Kürtlerin, Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ndeki üslerinden güneydoğu Türkiye'de bir isyan yürüten müttefikleriyle bağlantı kurmasından korkuyor. Ankara sonunda ülkedeki IŞİD hücrelerini ve sempatizanlarına karşı harekete geçmeye ve cihatçıları sınırlarından sürmeye başladı. Erdoğan bu karmaşık askeri hamleyle girişmeden önce Putin'le barıştı."

Türk yetkililerin, Rusya'yla bu sıcak ilişkilerin Halep'in veya Suriye'deki isyanın sonu anlamına gelmediğini söylediğini aktaran David Gardner, ancak bunun kendi Kürt azınlığının üzerine giden, Suriye'nin bir diğer uluslararası hamisi İran'la doğrudan olmayan bir ilişkiye uzandığını vurguluyor. Gardner üst düzey bir yetkilinin de "Komşuyuz ve birlikçe birçok şey yapabiliriz" dediğini aktarıyor. David Gardner şöyle devam ediyor;

"Bu yeni denklemdeki bir element, Türkiye'nin Nato üyesi ve AB'ye aday ülke olmasına karşın, Moskova ve Tahran'ın Temmuz'daki darbe girişimini Washington ve birçok Avrupa başkentinden daha hızlı kınamasıydı. Ancak Suriye konusunda Türkiye uzun süre önce Batı'nın ana akım Sünni isyancıları terk ettiği sonucuna vardı. ABD, görev süresinin sonuna gelen bir Başkana sahip ve seçim yarışıyla dikkati dağılmış halde. Sadece IŞİD'e odaklanıp, Suriyeli Kürt milisleri vurucu kuvvet olarak kullanarak Ankara'yı kızdırdılar. AB, Rusya'yı Suriye'de yaptıkları için cezalandırmayı düşünebilir ama Kırım'ın ilhakı ve Ukrayna'ya müdahale için koyduğu ambargoları yılsonunda uzatmakta zorlanabilir."