16. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali, 16 Şubat Perşembe günü başlıyor. 34 ülkeden 146 yönetmenin toplam 126 filminin gösterileceği festival, yılın en çok konuşulan filmlerinin Türkiye galalarına evsahipliği yapacak.
T24 editötleri olarak sizler için !f'te izleyeceğiniz 12 filmi seçtik.
1. Moonlight - Ay ışığı
On altı yıla yayılan bir hayat kesitini üç bölümde anlatan Ay Işığı, siyah bir Amerikalının büyüme hikâyesi. Ana karakterimiz, on yaşındayken Little, ortaokula girdiğinde Chiron, yirmilerinin sonunda hapisten çıktığında ise Black ismiyle çağrılıyor. Florida'nın uyuşturucu yüzünden çökmüş bir mahallesinde çalışmaktan bitap düşmüş uyuşturucu bağımlısı annesiyle yaşıyor; ortaokul yıllarında, ona kötü davranan sınıf arkadaşlarıyla ve sınıftaki bir arkadaşına duyduğu adı konulamayan yakınlıkla boğuşmak zorunda kalıyor.
Chiron bir istatistik, Amerika'nın kayıp siyah gençliğinden olmaya aday bir tiptir aslında. Black ise, sert gözüken ama hâlâ ruhunun derinliklerinden gelen sesi dinlemeye çalışan güçlü bir adam.
Siyah Amerikalı bir adamın erkek olma yolculuğunu, insanın içine işleyen bir aşk ve özlem hikâyesini ve birbirimize bağlanma ihtiyacımızı büyülü bir bütünün şiirsel olduğu kadar politik parçaları olarak anlatabiliyor Ay Işığı. 2. Trainspotting2
20 yıldır beklediğimiz an geldi çattı. Danny Boyle'un Irvine Welsh'in efsanevi romanından uyarladığı, sinema tarihinin en kült filmlerinden birisi oluvermiş Trainspotting'in devam filmi yılın sinema olaylarından birisi olmaya aday!
Çok şey değişmişti elbette, yine de birçok şey aynı kalmıştı. Mark Renton ev diyebildiği yegane yere geri dönmüştü sonunda.
Spud, Sick Boy ve Begbie onu bekliyordu. Önce pek çok fırsat, pek çok olasılık vardı ufukta, sonra ihanet. 20 yıl su gibi akıp gitmişti. Diğer eski dostlar da oradaydı: hüzün, kayıp, mutluluk, intikam, nefret, arkadaşlık, aşk, umut, korku, pişmanlık, diamorfin, özyıkım ve ölümcül tehlike… Hepsi ona hoş geldin demek, onunla dans etmeye devam etmek için sabırsızlıkla bekliyordu.
3. Koca Dünya
Ali ve Zuhal, kardeş olduklarına inanarak birlikte büyüdükleri yetimhaneden kısa zaman önce çıkarılmış, koca dünyaya karışmışlardır. Ali şimdi motosiklet tamircisi olarak çalışmakta, bir yandan da arada sırada Zuhal'i görmek için onu evlatlık edinen ailenin kapısına gitmektedir. Her seferinde kapıdan çevrilen Ali, evin babasının Zuhal'i ikinci eşi olarak almayı düşündüğünü duyduğu gün kapıya dayanır, tüm aileyi bıçaklar ve Zuhal'i alıp kaçar.
Ali'nin motosikletine atlarlar ve bir ormana sığınıp orada saklanmaya başlarlar. Medeniyetin dünyasından dışarı atılmışlardır artık, geri dönemezler, sıfırdan başlamak durumundadırlar. Reha Erdem bizleri bir kez daha, içinde yaşadığımız acımasız dünyaya ayak uyduramayan güzel canlılarla tanıştırıyor.
Ormanın sesleri, sezileri ve ruhlarıyla dolu bir başka dünya hayal etmemizi sağlıyor ve bu koca dünyada geçirdiğimiz her gün başka bir şeye duyduğumuz o ilkel özlemin büyüsünü hatırlatıyor.
4. Raving IRAN - İranda Rave
Anoosh ve Arash, Tahran'ın underground tekno müzik dünyasının merkezindeki iki genç DJ ve müzisyen. Polisten gizlenmekten usanmışken ve kariyerlerinin yerinde saymasından bunalmışken, çölde son bir kez tehlikeli ve gizli bir rave partisi düzenlerler.
Tahran'a dönüşte, kendi yaptıkları albümü korsan yollarla satmaya çalışırken Anoosh tutuklanır ve tüm umutlarını yitirirler. Derken, dünyanın en büyük tekno festivalinden bir telefon gelir ve festivale davet edilirler. İsviçre'ye vardıktan kısa bir süre sonra içinde bulundukları durumun ciddiyetini idrak ederler ve kafalarındaki mutluluk bulutu dağılmaya başlar.
5. En Man Som Heter Ove – Hayata Röveşata Çeken Adam
Ove'u tanıyorsunuz; onun gibi sinirli ve yaşlı bir adam komşunuz olmuştur mutlaka. Birkaç yıl önce apartman yöneticiliğinden bir darbeyle indirilmesine rağmen hâlâ yönetici gibi davranmaya devam etmekte ve komşularına kök söktürmektedir.
Bir gün, karşısındaki daireye yeni taşınan İranlı Parvaneh arabasıyla geri geri giderken yanlışlıkla Ove'un posta kutusuna çarpınca, hiç beklenmedik bir arkadaşlığın kapıları aralanır.
Hannes Holm'ün yazar Frederick Backman'le birlikte, Backman'ın İsveç'te çok satan romanından uyarladığı Hayata Röveşata Çeken Adam'ın samimi ve insancıl bir kalple anlatılan sade ve mizahî hikâyesini izlediğinizde, sinema salonundan yüzünüzde uzun süre kalacak bir gülümsemeyle ayrılacaksınız. Bu ilginç ve dokunaklı film, Yabancı Dilde En İyi Film kategorisinde Oscar adayları arasında!
6. The fits
On bir yaşındaki Toni, gençlik merkezindeki boks ringinin yanında antrenman yapmakta. Konsantrasyonunu hiçbir şey bozmuyor. Hem çalışkan, hem yetenekli ve oğlanların arasında tek kız. İki kat yukarıda ise Dişi Aslanlar'ın dans çalışmaları var. Yerlerinde duramıyorlar ve uyum içinde hareket ediyorlar; genç kızların cıvıl cıvıl havası hâkim oraya. Toni onların provalarını izlerken biraz gergin.
Onlarla birlikte dans etmek istiyor. Bir yandan boks antrenmanlarına devam ederken, diğer yandan dans provalarına gitmeye başlıyor. Kulaklarını deldirmeye karar verdiği zaman bunu bir iğneyle kendisi yapabilecek kadar gözü pek.
Bir süre sonra Dişi Aslanlar'ın hepsi, neden olduğu anlaşılmayan, her kızda başka bir şekil alan ve zamanla bütün kızların deneyimlemek istediği ataklar geçirmeye başlıyorlar. Bir büyüme hikâyesi olan The Fits'in öyküsüne hafif fantastik dokunuşlar ekleniyor bu noktada. Bedenlerin hareketlerine, arzularına ve enerjilerine yoğunlaşan, kelimelerden çok bedenlerin diliyle konuşan The Fits, unutulmaz final sahnesiyle bedenlerle olduğu kadar ruhlarla da ilgilendiğini kanıtlıyor.
7.The Transfiguration - Dönüşüm
14 yaşındaki Milo yalnız bir çocuk, Queens'teki yıkık dökük toplu konutlardan birinde ağabeyiyle yaşıyor. Mahallenin delikanlıları tarafından devamlı kötü muamele görüyor; o sekiz yaşındayken evde intihar eden annesinin ölümü yakasını bırakmıyor. Sessiz biri Milo ve insan kanı içmeden edemiyor.
Gündüzleri odasında cinayet notları tutarak, geceleriyse sokaklarda av arayarak geçiriyor. Duygulu bir karakter analizi, hüzünlü bir aşk hikâyesi ya da dramı bol bir korku olarak adlandırılabilecek Dönüşüm, Michael O'Shea'yı henüz ilk filmiyle Cannes'a katılma onuruna eriştirdi.
Birçok sahnesi New York sokaklarında dolaşan oyuncularının uzaktan çekimleriyle tamamlanan Dönüşüm, kendini yabancı hissederek büyüyen birinin kentin merhametsiz enerjisine hassas ama nihilist bir müdahalesi gibi.
8.Oasis Supersonic
Oasis: Supersonic ikonik İngiliz rock grubu Oasis'in inanılması güç yükselişini anlatıyor; üstelik, kendi kelimeleriyle. Daha önce görülmemiş arşiv görüntülerine dayanan film, Manchester'ın fakir bir mahallesinden gelen Gallagher kardeşlerin üç yıl içinde tüm zamanların en büyük müzik gruplarından birine dönüşmelerinin hikâyesi.
Grup daha en baştan çok iddialı; "işte bu yüzden dünyanın en iyi müzik grubu olacağız," diyor Noel Gallagher bir noktada. Film yüksek enerjisini sadece müziklerden değil, film boyunca konuşan, geçmiş zaman görüntülerine açıklama getiren, küstah ama sevimli ve aşırı komik ikiliden, Gallagher kardeşlerden alıyor.
İki kardeş arasındaki gerilimli sevgi-nefret ilişkisi filmin belkemiği. Amy belgeselinin yönetmeni Asaf Kapadia bu kez yapımcı koltuğunda, yönetmen Mat Whitecross'la birlikte, enerjisi ve duygusu bol, tariflere sığmayan bu İngiliz grubunu tam özlemişken yeniden hatırlatıyor.
9.Sausage Party- Sosis Partisi İnsanlar süpermarketten ayrıldıktan sonra raflarda kalan sosisler, marullar, diş fırçaları ne yapar, nasıl yaşar? Bu zamana kadar pek akla getirmediğiniz bu soru Sosis Partisi'ni izledikten sonra rüyalarınıza girebilir. Tek hayalleri aynı insan tarafından 'seçilmek' ve süpermarket kapısının ötesindeki 'muhteşem ahiret'e birlikte gitmek olan bir sosis ve bir sandviç ekmeğinin aşk hikâyesi, ilk sevişmelerinin hemen ardından başlarına gelecekleri öğrenmeleriyle bir kaçış macerasına dönüşür.
Tanrı bildikleri insanların kendilerini aldıktan sonra yemek suretiyle öldürdüklerini öğrenen çift, bunun tersine inanan süpermarket sakinlerini ikna edebilecek midir? Devrim mümkün müdür? Şimdiye kadar izlediğimiz en yaratıcı ve rahatsız edici animasyonlardan Sosis Partisi'ni seslendirenler arasında Seth Rogen, Kristen Wiig, James Franco ve Salma Hayek yer alıyor.
10.Planetarium
1930'lar, Paris'teyiz. İki gizemli Amerikan kız kardeş ölülerle konuşabildikleri dünya turlarının son ayağını tamamlamak üzeredir. Onların bu spiritüel güçleri fırsatçı ve nüfuzlu bir film yapımcısının dikkatini çeker.
Laura ve Kate bir anda kendilerini zamanın en popüler sanatı olan sinemanın içinde, sanatla okültü bir araya getiren oldukça iddialı bir yapımın ortasında bulurlar.
Siyah Kuğu'dan bu yana böyle karanlık bir rolde görmediğimiz Natalie Portman ve Lily-Rose Depp adeta sinemanın spirütüel bir sanat olduğunu gösteriyorlar.
Bu düşsel ve şiirsel filmde Rebecca Zlatowski'nin sinemayla büyü arasında kurduğu bağlantılar ve zamanın politik arka planına yaptığı göndermeler bizi karanlık ama bitmesin istediğimiz bir rüyanın içerisine alıyor.
11. Córki Dancingu – Deniz Kızlarının Şarkısı
Hans Christian Andersen'in 'Küçük Denizkızı'nı ilk okuduğunuzda duyduğunuz hayreti hatırlarsınız… Şimdi Küçük Denizkızı'nın bir gece kulübünde, aynı zamanda vampir olan iki deniz kızının punk dünyasında geçtiğini hayal edin.
Edemediyseniz de sorun değil! İlk uzun metrajıyla Keş!f Yarışması'na katılan Polonyalı yönetmen Agnieszka Smoczynska hiçbirimizin aklından çıkmayacak şekilde bu hayali kurmuş zaten.
Yönetmenin kendi gençliğini yansıttığını söylediği, annesinin gece kulübünde büyürken yaşadıklarından ilham alarak yazdığı, "ilk vodkasını, ilk sigarasını, ilk kalp kırıklığını ve ilk aşkını" anlatan film, Andersen masalından 2016'ya fırlayan vampir denizkızlarının müzikal dünyasıyla izleyicide hipnoz etkisi yaratıyor. !f uyarmadı demeyin...
12. Anashim Shehem Lo Anı – Kimse Benzemez Bana
Joy eski sevgilisini unutamıyor, yeni çocuğa tam aşık olamıyor ve yabancılarla yatmaktan kendini alamıyor. Aşk ve seks Joy'un kafasını karıştırıyor. Tel Aviv'in yalnız ama gerçek yakınlıktan fersah fersah kaçan; devamlı konuşan ama pek de bir şey söylemeyen gençleriyle tanışıyoruz.
Kimse Benzemez Bana, oyunbaz ve cesur yeni bir sinemacıyla tanıştırıyor bizi; Hadas Ben Aroya kendi bildiği hayatı, samimi olmaya çalışırken iğneleyici olmaktan kaçınamayan bir sürü yeniyetmenin dünyasını yazmış, yönetmiş ve oynamış. İsrail'in Frances Ha'sı olarak ünlenen Kimse Benzemez Bana, size çok keyifli bir buçuk saat geçirtmekle kalmayacak, uzun zamandır izlediğiniz en eğreti sonla onu en azından bir süre için, hafifçe titreyerek hatırlamanızı da garantileyecek.