Sözcü yazarı Zeynep Gürcanlı, 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarının kilit ismi Reza Zarrab'ın, konuşmalarının delil olduğunu söyledi. Gürcanlı, "17-25 Aralık operasyonlarında ortaya dökülen telefon görüşmeleri, ABD'deki mahkemede resmen delil olarak kabul edildi" ifadesini kullandı.
Gürcanlı'nın "17-25 Aralık konuşmaları ABD’de delil oldu" başlığıyla (23 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:
Çok az kaldı; 27 Kasım'da ABD'de Zarrab davası başlayacak. Ancak dava tarihi yaklaşırken, birbiri ardına da kritik gelişmeler yaşanıyor. Son gelişme, 17-25 Aralık operasyonlarında ortaya dökülen telefon görüşmelerinin, ABD'deki mahkemede resmen delil olarak kabul edilmesi. Üstelik bu bilgi, bizzat ABD'de tutuklu yargılanan Halkbank eski Genel Müdürü Mehmet Hakan Atilla'nın avukatlarının yazdığı bir dilekçeyle gün yüzüne çıktı. Atilla'nın avukatları geçen hafta mahkemeye, “potansiyel tanıklar”la ilgili olarak bir dilekçe sundu.
Dilekçede, mahkemenin delillerin üçüncü kişilerle paylaşılması konusunda koyduğu kısıtlamaların, “savunma lehine tanık bulmada zorluk çıkardığı” vurgulandı. Avukatlar bunun için de iki gerekçe gösterdi:
Atilla'nın avukatları mahkemeye sundukları dilekçede, savunma için tanıklık yapacak kişileri belirlemek için Türkiye'ye iki kez gittiklerini, yakında yine gideceklerini vurguladı. Ancak mahkemenin koyduğu “kanıtların paylaşılması kısıtlamasının”, tanık bulmayı zorlaştırdığını da ifade ettiler. Dilekçede, “savunma tanığı bulmakta” sıkıntı çıkaran bir başka unsurun ise mahkemenin tanıkların imzalamasını zorunlu kıldığı “güvence belgesi” olduğu ifade edildi. Tanıklar için hazırlanan güvence belgesinde, tanığın ismi dışında, ev adresi ve çalıştığı yer gibi bilgiler de bulunuyor. Atilla'nın avukatları dilekçede, “Türkiye'deki potansiyel tanıklar, kişisel bilgilerinin bir Amerikan mahkemesi kayıtlarına girmesini istemiyor” notunu düştü. Dolayısıyla, sadece tanıkların isimlerinin, o da kamuoyuna açıklanmayacak şekilde mahkemeye bildirilmesini önerdiler.
Mahkeme, savcılık tarafından Zarrab, Atilla ve iddianamelerde adları geçen diğer sanıklar hakkındaki delillerin, “savunma ekibi dışında” hiç kimseye gösterilmemesi ve ABD dışına çıkarılmamasına karar vermişti. Atilla'nın avukatları bunun da potansiyel tanık bulmakta ciddi sıkıntı yarattığını ifade etti. Özellikle de, WhatsApp mesajları ile savcılığın delil olarak mahkemeye sunduğu bazı “telefon konuşmalarını” tanıklarla konuşamadıklarından dert yandılar. Dilekçede, Atilla'nın avukatlarının Türkiye'ye gittikleri bir seferde, bir tanığa “kendisinin de içinde olduğu bir kaydı” dinlettikleri ancak daha sonra bunun gizlilik ihlali olduğunu anladıkları bilgisi bile yer aldı. Mahkeme, Atilla'nın avukatlarının talebi doğrultusunda “kısıtlamaları kaldırıp kaldırmayacağına” önümüzdeki günlerde karar verecek. Ancak anlaşılan, Türkiye'deki mahkemelerde takipsizlikle sonuçlanan 17-25 Aralık dosyaları, ABD'de ciddi ciddi “delil” olarak ortaya konulacak.
Ne güzel sözdür; “Dimyat'a pirince giderken, evdeki bulgurdan oldu…” Kuzey Irak'ta Mesud Barzani'nin yaşamakta olduğu da tam olarak bu… “Bağımsızlık referandumu” diye yola çıktı, elindekilerden de oldu. Iraklı Kürtler, anayasayı hiçe sayarak Kerkük'te hakimiyet kurmuştu. Kerkük yeniden Bağdat yönetiminin kontrolüne geçti. Kuzey Irak'ta “bölgesel yönetim” adı altında adeta “devlet gibi” işleyen bir yapı kurulmuştu. Şimdi bu yapıyı oluşturan iki Kürt aşireti, Talabani ve Barzani grupları neredeyse sıcak çatışmanın eşiğine geldi. Barzani, Türkiye'yle sınırları, Talabani ise İran'la sınırları kontrol ediyor, kapılardan geçişte, yine adeta “devlet gibi” vergi alıyordu. Sınırların kontrolü yeniden Bağdat yönetimine geçmek üzere. Iraklı Kürtler, Anayasa'da olan “petrol gelirleri Bağdat'la paylaşılacak” maddesini görmezden gelip, petrol ihaleleleri vermeye, çıkan petrolü satıp, kendi kasalarına koymaya başlamışlardı; en zengin petrol kuyuları Irak ordusu tarafından Kürtlerden alındı. Ve özellikle de, “sanki devletmiş gibi” Batı'nın sağladığı tüm imkanları tek tek kaybettiler Barzani ve ekibi… Bir dönem peşmergeye silah yardımı yapan, askeri eğitim veren başta Almanya gibi Batı ülkeleri, “verdiğimiz o silahları sakın Irak ordusuna karşı kullanmayın” diye ültimatom çekiyor bugünlerde Barzani'ye… Peki, adeta “devletmiş gibi” davranırken, üstelik Batı'dan -hatta bir ölçüde AKP hükümetinden (Barzani geldiğinde Başbakanlık'a çekilen, havaalanına asılan Kürdistan bayraklarını hatırlayın)- “devletmiş gibi” muamele gören Barzani neden bu kumarı oynadı? Bunun için Kuzey Irak'ta yaşananlara bakmak gerekiyor. Barzani, yaklaşık iki yıldır “kanunsuz” şekilde “Kuzey Irak Bölge Başkanı” koltuğunda oturuyor. İki yıl önce yapılması gereken başkanlık seçimlerini iptal etti. Yetmedi. Buna karşı çıkan parlamentoyu da çalıştırmadı, adeta dağıttı. Barzani aşiretinin mensuplarının, liyakata hiç bakılmadan en kritik görevlere atanması sonucu, Kuzey Irak'ta yolsuzluk ayyuka çıktı. Kanunsuz da olsa o kadar petrol satışına, Türkiye gümrüğünden gelen “vergilere” rağmen bölge ekonomik çöküşün eşiğine geldi. Bir dönem memur maaşları bile ödenemedi. Koltuğu kaybetmek üzere olan Barzani'nin, kendi halkına “bağımsızlık” dışında vaat edecek herhangi birşeyi kalmamıştı. Üstelik, “bağımsızlık”la gelecek yönetim yapısı değişikliği, yeni anayasa ve yasalar, Barzani'nin yeniden “başkan” seçilmesini engelleyen kısıtlamaları da ortadan kaldıracaktı. Ve Barzani'nin “başkanlığı” uğruna Kuzey Irak'taki Kürtlerin başına gelmeyen kalmadı. Sınırları, anayasayı, hukuku, imkanları bu kadar zorlamamak lazım…