17 Aralık'ın Emniyet Müdürü Yakup Saygılı: İki saat içinde görevden alınırım sanmıştım

17 Aralık'ın Emniyet Müdürü Yakup Saygılı: İki saat içinde görevden alınırım sanmıştım

17 ve 25 Aralık soruşturmalarını yürüten, ertesi gün görevden alınan ve ardından meslekten ihraç edilen İstanbul Mali Şube Müdürü Yakub Saygılı ilk kez konuştu.

"Operasyon sonrası Ankara’nın iradesi ile 2 saat içinde görevden alınacağımı düşünmüştüm" diyen Saygılı, "Adli bir görevin yerine getirilmemesi düşüncesi, benim aldığım eğitimler, hukuk ve demokrasi anlayışıma uygun değildir" ifadesini kullandı. 

17 Aralık operasyonu kapsamında tutuklanıp daha sonra serbest bırakılan İran asıllı işadamı Reza Zarrab'ın "30 polisin yatak odasına bastığına" dair iddiasına ilişkin, "Rıza Sarraf Ankara Polisevine roket atıldığında, İstanbul’daki yalısını denizden korumak için koruma polisi isteyebilecek kadar hassas bir insandır. Kimsenin kendisine adli bir operasyon yapamayacağına olan inancı yüzünden yaşadığı şoktan kaynaklı bir travma geçirdiğini değerlendiriyorum" diye konuştu.

Radikal'den Fatih Yağmur'a konuşan Yakub Saygılı'nın açıklmalarından satırbaşları şöyle: 

17 Aralık soruşturması nasıl başladı, nasıl bir süreçti?

Son üç yıldır yolsuzluk suçlarını soruşturmakla görevli birimin iş hacmi normalin üstünde artmış ve bu suçlarla mücadele konusunda kaynak artırımı veya yeni bir iş bölümü yapılmaya acilen ihtiyaç duyulmaya başlanmıştı. MASAK raporları ve ihbarların değerlendirilmesiyle başlayan Rıza Sarraf ve arkadaşları grubunun soruşturması, ilk 5 ay herhangi bir suç grubu takibinden farklı değilken 5.aydan itibaren suç grubunun, yasama dokunulmazlığı olan kişiler ve çocuklarına temas etmeleri ile soruşturma, ülkemizin alışık olmadığı bir hal aldı.

Operasyondan bir gün önceki düşünceleriniz nelerdi? Ne gibi kaygılara sahiptiniz, operasyonun sonuçlarını da öngörebildiniz mi?

Operasyon, adli amirler olan Cumhuriyet Savcısının talimatı ile yapıldı. Bu emir verildikten sonra geri dönüşü yoktur. Sonuçları ise şahsım için öngörülebilirdi. Ankara’nın iradesi ile 2 saat içinde görevden alınacağımı düşünmüştüm. Yanıldım. 24 saat sonra görevden alındım. Adli bir görevin yerine getirilmemesi düşüncesi, benim aldığım eğitimler, hukuk ve demokrasi anlayışıma uygun değildir. Bu sebeple kolluk, kendisine adli bir emir verildiğinde, uygulayıp uygulamamayı değil, en iyi şekilde nasıl uygulayacağını planlamalıdır. Her şahıs veya siyasi otoritenin kendisini koruma refleksi vardır. Bu durum, hukuk içinde kalırsa meşrudur. Kendini korumak için ne kadar ileri gidebileceği, kişinin veya kurumun hukuk anlayışı ile orantılıdır. Bizim durumumuzda adli bir emir yerine getirileceği için herhangi bir korkum yoktu. Hala da yok. Çünkü baştan sona hukuki bir işlemdir.

Operasyon nasıl başladı?

Operasyon, 06:30’da, şüpheli şahısların yakalanabilmesi için birkaç ilde aynı anda başladı.

Amirlerinize operasyon öncesi bilgi verdiniz mi?

Operasyonla ilgili öncesinden İl Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın ve İl Valisi dahil idari ve mülki amirlerin hiçbirisi bilgilendirilmedi. Bu durum gerekliydi ve hukuka uygun alınmış bir önlemdi. Cumhuriyet Savcısının da talimatıydı. Çünkü soruşturma kapsamında kendileri doğrudan takip edilmese de bazı Bakanların soruşturmayı deşifre etme, olabilecek bir adli takibi engelleme faaliyetleri vardı. Bu kapsamda eski İçişleri Bakanının, İl Emniyet Müdürünü ziyaret ederek soruşturma kapsamında takip edilen Rıza Sarraf’a adeta kefil oldukları görülmüştür. 17 Aralık sabahı Sn. Hüseyin Çapkın’a bu konuyu hatırlattığımda “eğer bana operasyonu haber verseydiniz benim bunu İçişleri Bakanına söylememem mümkün değildi” diyerek uygulanan tedbirde isabet edildiğini adeta tasdik etmiştir. Çünkü anılan İçişleri Bakanının oğlu operasyon kapsamında gözaltına alındı, tutuklandı ve kendisi hakkında da soruşturma savcıları tarafından TBMM’ne fezleke gönderildi.

Operasyon günü neler yaşandı? Sizi arayan, operasyonu durdurmanızı isteyen oldu mu?

Soruşturma günü saat 06:30’da Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Nazmi Ardıç ile birlikte İl Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’ın ikametine giderek kendisini operasyonla ilgili bilgilendirdik. Gün içerisinde Sn.Çapkın’la birkaç telefon görüşmem oldu. Kendisi, İçişleri Bakanının, “oğlunun ofisinin bütün odalarının aranmasında polisin neden bu kadar ısrarcı olduğunu” kendisine sorduğunu söyledi. Ben de kendisine, söz konusu ofisin avukatlık ofisi olduğunu, aramaya savcı ve baro tarafından atanan avukatın nezaret ettiğini, haliyle inisiyatifin poliste olmadığını ilettim. Hiç kimse tarafından operasyonun durdurulması telkini veya talimatı almadım. Zaten beni tanıyanlar tarafıma böyle bir emrin verilemeyeceğini bilirlerdi. Bu operasyonun adli kolluk kısmının durdurulması veya yönünün değiştirilebilmesinin iki yolu vardı; biri beni, diğeri de soruşturma savcısını görevinden almaktı.

Operasyon için neden seçimlere yakın bir dönem seçildi ve 3 operasyon neden aynı gün yapıldı?

Operasyon takvimine polis birimleri karar veremez. Cumhuriyet Savcısı, yeterli delilin toplandığına ve operasyon yapılması gerektiğine dair kanaat getirdiğinde operasyon yapılması talimatı verir. Kolluğa düşen bu kararı uygulamaktır. Aynı tarihte yapılması diğer operasyonlarla beraber yapılması ise, dosyaların aynı savcıda bulunması ve bazı dosyaların birbirleri ile bağlantılı olmasından kaynaklanmaktadır. Organize Suçlarla Mücadele birimi ile Mali Suçlarla Mücadele birimi aynı branş altında çalışsa da dosyalarını kesin gizlilik içinde yürütür. Ben Organize Suçlar Şubesinin Fatih Belediyesi ve anıtlar kurulu operasyonlarının içeriğini ilk defa 17 Aralık sabahı, ilgili müdür, Sn.Çapkın’a bilgi verirken öğrendim. Ancak iki şubenin çalıştığı soruşturmanın aynı savcıda olması sebebiyle operasyonlar aynı tarihte gerçekleşti.

“Operasyonu yapanlar cemaat mensubu, paralel yapıya mensup ve operasyonlar tek bir merkezden gelen talimatla yapıldı” denildi. Herhangi bir cemaat veya yapı ile bağınız var mı

İnsanların özel hayatlarında nasıl sosyalleştiği, moral değerlerinin ne olduğu, özel yaşamını neye göre tanzim ettiği, profesyonel bir yöneticinin ilgilenmemesi gereken konulardır. Yönetici, personelin kendisine tanımlı görevleri, hukukun üstünlüğüne göre, kendisine tanınan imkan ve mesai içerisinde yerine getirip getiremediği, motivasyonunun nasıl olduğu, verimi arttırıcı tedbirlerin neler olacağı gibi konulara odaklanmalıdır. Ancak, kişinin özel yaşamındaki inanışları, günlük mesai anlayışını olumsuz etkiliyor veya mesleki yargılarını etkiliyorsa, yani mesleki kararları ile ilgili referanslarını hukuk sistemimizden almıyorsa bu durum kabul edilemez. Ben bu inanışa sahibim. Profesyonel meslek yaşantımdaki kararlarımı etkileyebilecek hiçbir grup, yapı vb. ile bağlantım yoktur.

Soruşturma dosyaları ve tapeler sosyal medyaya düştü. Twitter’daki Basçalan ve Haramzadeler hesaplarının polislere ait olduğu yorumları yapıldı. Polislere mi ait?

Haramzadeler ve Basçalan Twitter kullanıcılarının mağdur ettiği bir görevli olduğum için İstanbul Adliyelerine suç duyurusunda bulundum. Bu kullanıcıların yayınladığı her ses ve görüntü içeriğinden tarafıma idari ve adli soruşturmalar açıldı. Bence de bu kullanıcılar Polis Teşkilatına çok büyük zararlar verdi. Üstelik kriptolu telefonların dinlendiği iddiaları doğruysa, polis teşkilatında kriptolu telefonları dinleyip çözebilecek bir teknoloji bulunmamaktadır. Fail başka yerde aranmalıdır. Bu kullanıcıların Polis olduğuna inanmıyorum.

Başbakan ve dokunulmazlığı olan kişilerin telefonları dinlendi mi?

08 Haziran 2014 tarihinde, Twitter sosyal paylaşım sitesindeki yakubsaygili kullanıcısı olarak kamuoyuna bir duyuru yayınladım. O duyurudaki net ifadeleri tekrar etmek gerekirse yasama dokunulmazlığı olan hiç kimse ve Başbakan’ın aile fertlerinin telefonları dinlenmedi.

Görevinizi yaparken hiç hukuk sınırlarının dışına çıktığınızı düşündünüz mü?

Bu operasyonları, devletimiz tarafından yetiştirilmiş, istihdam edilmiş, kendisine kaynak sağlanmış ve sorumluluk verilmiş devlet görevlileri yaptı. Başka bir ülkenin savcısı veya polisi yapmadı. Şahsımın da bulunduğu bu polislerin tamamı, yaşamlarını hukukun üstünlüğü üzerine bina etmişlerdir. Bu sebeple hiçbir adli konuda hukuk sınırları dışına çıkmadık.

Emniyette hard disklerin söküldüğü, verilerin görevden alınan polislerce silindiği iddia edildi. Böyle bir şey mümkün mü?

KOM birimleri olan Mali, Organize ve Narkotik Şube Müdürlükleri, merkezi veri tabanı kullanır. Yani tüm yazı ve veriler, gizliliğe riayet edilerek merkezi veri tabanına yüklenir. Aktüel tüm dinlemelerle ilgili mahkeme kararları yine bu sisteme girilir. Ankara’daki veri tabanına dinleme kararları girilmezse dinleme yapılamaz. Yani sistem şuna göre yapılandırılmıştır “Şube Müdürlüğünde yangın çıksa, sisteme girilmeyen son 1-2 günlük evraklar hariç hiçbir kayıp olmamalıdır”. Yeni göreve başlayan arkadaşların iyiniyetli olanları, ellerinde kömür kovasıyla geldikleri birimin aslında nükleer enerjiyle çalıştığını gördüklerinden, bu nitelik eksikliğinden soruşturma açmak isteyen art niyetliler faydalandı. Örnek vermek gerekirse 25 Aralık olarak bilinen soruşturmayla ilgili birimde hiçbir evrak olmadığı, her şeyin tarafımızca silindiği medyaya servis edildi ve hakkımızda soruşturmalar açıldı. Aslında yukarıda anlattığım gibi merkezi veri tabanına mahkeme kararları taranarak girilmezse dinleme yapılamaz. Dinleme yapıldığına göre, bu durumu belgeleyen onlarca belge vardır. Nitekim soruşturma sırasında veri tabanının nasıl kullanılması gerektiğini anlattığımızda müfettişler tarafından bu konu ile ilgili 89 belgenin varlığı görüldü. Şube Müdürlüğüne yeni atanan personelin de nitelik eksikliği, art niyetli kişiler tarafından maalesef kullanılmaktadır. Yönetici bilgisayarları belli aralıklarla formatlanır. Bu durum casus yazılım üzerinden ortam dinlemesi ve verilerin uzaktan çalınmasına karşı alınan bir önlemdir. Aslında olması gereken ancak imha edilen hiçbir belge yoktur. Çünkü tüm belgeler Ankara KOM Dairesindeki merkezi veri tabanında, ya da ilgili savcılıkta mevcuttur. Dedim ya kömür kovası meselesi.

Başbakan için devrik veya dönemin Başbakanı ifadesinin fezleke yada yazışmalarda kullanıldığına dair haberler yayınlandı. Böyle bir ifade kullanıldı mı?

17 Aralık operasyonu kapsamında, 504 sayfadan oluşan 1 adet polis fezlekesi ve yasama dokunulmazlıkları olan kişilerle ilgili bu fezlekeden kopyalanarak savcılığa teslim edilen 309 sayfalık rapor ile 25 Aralık operasyonu kapsamındaki yaklaşık 1000 sayfalık polis fezlekesi hazırlandı. Bu belgeler aylardır yapılan çalışmaların polis tarafından resmi olarak savcılık makamına sunulması anlamına gelir ki, altı imzalandığı için polis açısından bağlayıcıdır. Bu dokümanların hiçbirisinde Başbakan için bahsedilen ifadeler kullanılmadı.

Rıza Sarraf bir TV programında 30 polisin yatak odasına girdiğini ifade etti. Böyle bir olay yaşandı mı?

Rıza Sarraf Ankara Polisevine roket atıldığında, İstanbul’daki yalısını denizden korumak için koruma polisi isteyebilecek kadar hassas bir insandır. Kimsenin kendisine adli bir operasyon yapamayacağına olan inancı yüzünden yaşadığı şoktan kaynaklı bir travma geçirdiğini değerlendiriyorum. Bir TV kanalı vasıtasıyla, milletimize, milli bir kahraman olarak empoze edilmesinin etkisiyle olmayan şeyleri varmış gibi anlatmasını normal karşılıyorum.

“Operasyonunun hedefinde Halkbank var” denildi. Bu tepkileri nasıl karşılıyorsunuz?

Operasyonun hedefinde Halkbank olmadığı, Halkbank’ın hiçbir ticareti ve ticari sırlarının operasyon içeriğinde olmadığı zaten Halkbank tarafından kamuoyuna açıklandı. Ülkenin milli politikaları olabilir ve olmalıdır. Ama bu politikalar da hukuk sistemine uygun şekilde uygulanmalıdır. Bu operasyon, yapılan ticari işlemlerde, koordineli ve örgütlü bir şekilde kamu görevlilerinin rüşvet alması iddiası üzerine kuruludur. Sadece bu sefer kamu görevlilerinin konumları, ülkemizin alışık olmadığı şekildedir. Operasyonun hedefinde saygın bir banka değil bankanın çalışanı vardır.

25 Aralık’ta yeni atanan polisler savcının operasyon talimatına direndi ve uygulamadı. Siz o gün görevde olsaydınız talimatı yerine getirir miydiniz?

17 ve 25 Aralıktan günümüze bir çok olay yaşandı. Ben ve çalışma arkadaşlarım haksız iftiralara maruz kaldık. 25 Aralık günü görevde olsaydım, o emir bana verilmiş olsaydı ve bütün bu olayların olacağını bilseydim yine de o savcılık talimatları ve mahkeme kararlarını uygulardım. Adli kolluk birimlerinin kuruluş ve çalışma esası budur. Ülkemizde soruşturmanın nasıl yapılacağına dair usul, adli kolluğun doğrudan savcının emrinde olması prensibine dayanır. Adli birimlerin verdiği talimatlar, idarenin süzgecinden ve denetiminden geçmemelidir. Aksi takdirde kendini iktidarlara yakın hisseden veya yakın olduğunu hissettirmek isteyen idarecilerin, adli emirlerin uygulanmasını engelleyerek kendisine idari veya siyasi çıkar sağlaması engellenemez. Bir polis veya polis müdürü, kendisini savcının veya yargıcın yerine koyamaz. Bu durum hukuk sisteminin yıkılması anlamına gelir ki, gelişmiş demokrasilerde kabul edilemez. Daha sonradan adliye tarafından başka talimatlar verilse bile 25 Aralık günü kolluğun savcılık ve mahkeme emirlerine direnmesi ve uygulamaması, yıllardır bu şekilde eğitim alan ve bu konuyu prensip edinen KOM birimlerinin tasfiye edilmelerinin ilk olumsuz yansımasıdır.

Aileniz ve yakınlarınız ne düşünüyor? Çevrenizden olumlu/olumsuz ne gibi tepkiler aldınız?

Ailem ve yakın çevrem, doğru olduğuna inandığım şeyden dönmeyeceğimi bilir. Bu sebeple beni destekliyorlar. Onlara minnettarım. Bana bir şekilde temas eden insanların görevden alınacağı endişesi ve normalin üzerinde kamu denetimlerine maruz kalacağı fikri, zaten çok yakınımda olmayan insanları, etrafımdan tamamen uzaklaştırdı. Telefonla aramaya korkar hale geldiler.

Bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz?

Önceliğim hukuk mücadelesine devam etmektir. Bu bir onur mücadelesidir. Sadece, suç uydurularak ve icat edilerek açılan soruşturmalarda savunma yapmak değil, suç icat edenlerin bunun hesabını ödemesi gerektiği düşüncesiyle kendilerine açtığım ceza ve tazminat davalarını takip etmek ilk önceliğim. Bu konuda Emniyet Genel Müdürü, Yüksek disiplin kurulu üyeleri ve müfettişler hakkında yaptığım bir çok suç duyurusu bulunmaktadır ve takibini yapacağım.

Bir çok kişi gelinen noktada Türkiye ’den ümidi kestiğini belirterek yurt dışına göç etmeyi planladığını belirtiyor. Siz Türkiye’den ayrılmayı düşünüyor musunuz?

Bu durumun geçici olduğuna inanıyorum. Milletimiz, hukukun, bağımsız ve tarafsız işlediği bir ülkeye layıktır. Er geç tekrar hukuk düzenimiz rayına oturacaktır. Hukukun aslına uygun işlememesi sürdürülebilir bir problem değildir. Ülkemin geleceğine dair kaygılardan ötürü ayrılıp başka bir ülkeye yerleşmeyi asla düşünmem. Benim anlayışıma göre 2 yol vardır; birincisi “uzaklaş ve eleştir”, ikincisi ise “içinde kal ve mücadele et”. Ben her zaman ikinci yolu tercih ederim.

Başbakan ve iktidar temsilcilerinin sizi hedef alan açıklamalarını izlediniz mi? İzlerken neler hissettiniz?

Başbakan ve diğer hükümet görevlilerinin şahsımla ilgili olumsuz açıklamalarını, hakaret ve iftiralarını, hedef göstermelerini üzüntüyle karşılıyorum. Hukuk sisteminde bu durumla başa çıkabilmenin tek yolu, adli mercilere suç duyurunda bulunmaktır. Benim, günümüzde endişe ettiğim konu, haksızlığa uğramak değil, bu haksızlıkla ilgili müracaat ettiğim adli merciler karşısında, şüphelilerin konumu, vasfı, gücü ne olursa olsun onlarla eşit muamele görüp göremeyeceğimdir. Adaletin simgesi kadının gözlerinin bağlı olmasının da, hakimlerin önü iliklenmeyen cüppe giymelerinin de bir sebebi vardır. Günümüzde bu gerçekleri bir kez daha hatırlamaya ihtiyacımız var.

Hiç tehdit aldınız mı? Silahınıza el konuldu. Endişeleriniz var mı

Daha önceden de süre gelen tehditler vardı. Bunu bana tebliğ etmesine rağmen idarenin, açığa alındığımda da ihraç olduğumda da silahımı almasını ibretlik buluyorum. Çünkü o silah beylik silahı da olsa tarafımca parası ödenmiş, elimde faturası olan, yani mülkiyeti bana ait bir silahtır. Korumanın ilk evresi şahsın kendisinin ailesini koruma tedbirleri almasıdır. Bu durum için gerekli olan ve parasını ödediğim silahı geri almaları için de hukuk yollarına başvurdum.

 

Yakub Saygılı kimdir?

 

1987 yılında Polis Koleji’ne girdi. 1991’de Polis Akademisi’nde öğrenim görmeye başladı. 1995’te Ankara’da Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü’nde görev aldı. 1996’da ise Başbakanlık Koruma Müdürlüğü’nde görevlendirildi. Ardından sırasıyla Ankara ve Diyarbakır’da Terör, Kaçakçılık ve Organize Suçlar ve Mali Suçlarla Mücadele birimlerinde görev aldı. Saygılı, 2005 yılında 2 yıl süreyle Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nda ‘Uzman eğitici’ olarak AB ülkelerindeki polisleri eğitti. 2010 yılında İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şube’sinde Müdür Yardımcısı olarak görev aldı. 2012 Yılında ise şube müdürlüğüne terfi etti ve bu görevini 17 Aralık operasyonuna kadar yürüttü. Operasyonun ardından ise 18 Aralık'ta görevden alındı. Asıl uzmanlık alanı fiziki ve elektronik takip olan Saygılı, 17 ülkenin polisine kaçakçılık, organize suçlar ve ileri düzey takip gibi uzmanlık eğitimleri verdi. Görevden alındığı hafta Kazakistan’a giderek, Kazak polisine ‘yolsuzluk’ suçlarıyla ilgili eğitim vermeye gidecekti. İleri düzeyde İngilizce bilen Saygılı, çilingirlik kursundan planör kursuna kadar oldukça farklı eğitimler aldı. Kamu diplomasisi, Eğiticilerin eğitimi, VIP Koruma kursu, Kritik olay yönetimi ve rehine müzakere eğitimi, Borsa, Kapanla araç durdurma, ileri ve güvenli sürüş teknikleri, Sigara Kaçakçılığı ve Stratejik iletişim kursları bunlardan sadece bir kaçı. Onlarca üstün başarı belgesi ve yüzlerce maaş taltifi ile ödüllendirilen Saygılı, 17 Aralık’a kadar herhangi bir soruşturma ya da ceza almadığını belirtiyor. 17 Aralık operasyonlarının ardından ise Yakub Saygılı hakkında 30’a yakın soruşturma açıldı. Saygılı, açılan bu soruşturmalar nedeniyle kısa bir süre önce polislikten ihraç edildi.