İNGİLİZ BASINI İngiliz gazetelerinden Guardian'ın manşetinde, İngiltere Başbakanı Gordon Brown'la yapılmış bir mülakat var. Brown, manşete çekilen cümlesinde, "Bankacılık sektöründeki krizi önlemek için daha çok şey yapmalıydım" diyor. Guardian, izlediği politikalarla ilgili olarak tüm sorumluluğu üstlenen İngiltere Başbakanı'nın bu sözlerini kısmi bir özür olarak nitelendirmiş. Gordon Brown ise küresel düzeyde resesyona yol açan kriz sonrası, piyasaların kendilerini denetledikleri dönemin son bulduğunu vurguluyor. 'İngiltere'de işsizler artacak' Financial Times'ın manşeti ise "1 milyondan fazla kişi işini kaybedecek". Gazetenin aktardığı bu tahmin, İngiltere ekonomisine yönelik analizleriyle bilinen ve aynı zamanda İngiltere'nin önde gelen danışmanlık şirketlerinden olan Oxford Economics'e ait. Oxford Economics, resesyon yüzünden İngiltere'de 2 yıl içinde 1 milyondan fazla kişinin işsiz kalacağı uyarısında bulunmuş. Kuruluşun bir diğer uyarısı da, resesyonun İngiltere'nin güneyi kadar, kuzeyini ve orta kesiminin de olumsuz etkileyeceği. 'İngiltere ülkeye almadı, Darfur'da öldürüldü' Independent ise manşetinde, İngiltere'ye yaptığı sığınma başvurusu reddedilen bir Sudanlının, ülkesine dönüşü sonrası, Darfur'da güvenlik güçlerince öldürüldüğünü duyuruyor. Gazete, 32 yaşındaki Adem Osman Muhammed'in, evinde, eşinin ve dört yaşındaki oğlunun gözleri önünde vurulduğunu da eklemiş. Fritzl: Annem beni şeytana dönüştürdü İngiliz gazeteleri, Avusturya'da yıllarca bir hücrede tuttuğu çocuklarına yönelik suçlardan yargılanan Josef Fritzl'le ilgili gelişmelere sayfalarında geniş yer vermişler. Fritzl, dün ilk kez yargıç karşısına çıkmıştı. Duruşmaya girerken yüzünü bir klasörle gizleyen Fritzl'in fotoğrafları; Guardian, Independent ve Times gazetelerinin ilk sayfalarında.... Daily Telegraph ise ilk sayfasında ağırlığı Josef Fritzl'in resmine değil, duruşmadaki sözlerine vermiş. Haber başlığı, "Fritzl, zalim annemi suçlayın diyor". Gazete, 73 yaşındaki Fritzl'in ilk duruşmasında, çocukluğunda kendisine kötü davranan annesini, onu bir "şeytana" dönüştürmekle suçladığını aktarıyor. Aldığı karar Zerdari'yi 'yaraladı' İngiliz gazetelerinin bugün sayfalarında geniş yer verdikleri bir diğer gelişme de, Pakistan hükümetinin, eski cumhurbaşkanı Pervez Müşerref tarafından görevden alınan eski başyargıç İftihar Muhammed Çaudri'nin 21 Mart'ta görevine geri döneceğini açıklaması. Hükümetin bu kararı öncesi ise Pakistan'da muhalefet, başkant İslamabad'a doğru "uzun yürüyüş" adını verdiği bir protesto eylemi planlamış, ordu da teyakkuza geçirilmişti. Guardian başyazısında, Pakistan'ın uçurumun eşiğinden döndüğünü söylüyor. Ancak gazete muhalif lider Navaz Şerif'in hala ülkenin en popüler siyasetçisi olduğunu belirtiyor, son gelişmeleri iktidarla muhalefet arasında bir ateşkes olarak görüyor. Guardian'daki başyazı şu cümlelerle noktalanmış: "Pakistan, ülkeyi bütünleştirecek bir lidere ihtiyaç duyuyor. Birçok kişinin gözünde, bunu yapabilecek ulusal düzeyde etkin son siyasetçi Benazir Butto'ydu. Belki de Benazir Butto zaten bu nedenle öldürüldü". Independent ise Cumhurbaşkanı Asıf Ali Zerdari'nin baskıya boyun eğip, eski başyargıcın yeniden görevine dönmesini kabul etmesinin, Pakistan'ın kırılgan demokrasisi için bir dönüm noktası olarak görüldüğünü vurguluyor. Ancak haberin başlığında, hükümeti, bu konudaki tavrını yeniden düşünmeye-değerlendirmeye zorlayan kurumun Pakistan ordusu olduğu belirtilmiş. Daily Telegraph ise Pakistan Cumhurbaşkanı Asıf Ali Zerdari'nin, İftihar Muhammed Çaudri'nin göreve dönüşüne yönelik aksi tutumundan vazgeçtiğini ancak bunun onu siyasi açıdan yaralaladığını vurguluyor. Zerdari'nin Pakistan Halk Partisi'nden bazı üst düzey yetkililerin açıklamalarına dikkat çekmiş gazete... Atıfta bulunulan yetkililer, ülkede cumhurbaşkanının bazı yetkilerinin başbakana devredilmesi yönünde talepler artarlen, Cumhurbaşkanı Asıf Ali Zerdari'nin ilerde istifaya da zorlanabileceğine dikkat çekiyor. FT: Türkiye, Erdoğan'a yeni yetki vermeye hazır Financial Times gazetesinde bugün Delphine Strauss imzalı bir haber analiz yer alıyor. Gazetenin haber başlığı, "Türkiye, Erdoğan'a yeni bir yetki vermeye hazır". Financial Times'ın Türkiye muhabiri, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi'nin 29 Mart'taki yerel seçimlerde, çok büyük bir zafer kazanması halinde, başarıyı büyük oranda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın popülaritesinin getireceğini söylüyor. Muhabir Delphine Strauss'a göre; ister dünya medyasının gözü önünde Gazze'de yaşananlar nedeniyle İsrail Cumhurbaşkanı'nı fırçalasın, ister ülkesinde kudretli medya patronlarını sert bir dille eleştirsin, isterse de sürekli Türkiye'yi İslamlaştırmak istediği yönündeki şüpheleri olanlara karşı mücadele versin, Recep Tayyip Erdoğan Türk siyasetinin egemen gücü... AKP'nin bazı büyük kentlerde zorlu bir seçim yarışına girdiğini, Türkiye'de işsizliğin arttığını, o nedenle de iktidar partisinin 2007'deki genel seçimlerde aldığı yüzde 47'lik oy oranına ulaşamayacağı belirtilmiş yazıda... Financial Times muhabiri, kamuoyu araştırmalarınınsa AKP'nin hala yüzde 40'lık bir oy oranına ulaşabileceğini gösterdiğini, bunun da tarihe bakıldığında Türkiye standartlarında büyük bir fark olduğunu belirtiyor. Muhabir Delphine Strauss'a göre yanıtlanması gereken esas soru, AKP'nin yerel seçimlerde ne kadar farkla kazanacağı değil, Recep Tayyip Erdoğan'ın halktan alacağı yeni yetkiyle ne yapmayı planladığı. Financial Times bu noktada, Türkiye'de anayasa reformunun gündemde olduğuna dikkat çekiyor. Gazeteye göre AKP'nin anayasa değişikliği önerileri arasında; Avrupa Birliği'nin talep ettiği gibi, devlet kurumlarındaki kötü yönetime ilişkin olarak yapılan şikayetleri inceleyen bir ombudsmanlık kurumu oluşturulması ve seçim barajının düşürülmesine yönelik adımlar atılması olabilir. (BBC Türkçe)ALMAN BASINIİsrail’de koalisyon oluşturma çabaları, Pakistan’daki siyasi gerginlik, AB’nin doğudaki komşularla işbirliğini güçlendirme politikası ve Opel’in kurtarılması tartışmaları, bugünkü Alman basınının öne çıkan konuları. İsrail’de koalisyon hükümeti oluşturma çabaları, Pakistan’daki siyasi gerginlik, AB’nin doğudaki komşu ülkelerle işbirliğini güçlendirme politikası ve otomobil üreticisi Opel’in kurtarılması tartışmaları, bugünkü Alman basınının öne çıkan konuları. Wetzlarer Neue Zeitung gazetesi yorumunda, İsrail’de oluşturulmasına çalışılan hükümetin barışı tesis edecek değil, barışı engelleyecek bir koalisyon hükümeti olacağı görüşünü savunuyor. “ ... Oluşturulmaya çalışılan bu koalisyon hükümeti, Amerikan Başkanı Barack Obama’nın ilan ettiği ‘yoğun barış politikalarına’ karşı ‘yoğun barışı engelleme politikaları’ koyacaktır. Ancak Avrupa’dan ya da ABD’den gelecek uyarı niteliğindeki sözlerle İsrail’de oluşturulmasına çalışılan ‘barış karşıtı koalisyon’un durdurulması mümkün değil. Bu olsa olsa, -özellikle Netanyahu’ya karşı- baskı ve zorlama ile mümkün olabilir. Netanyahu, Annapolis’te üzerinde uzlaşılan barış sürecini ve bu sürecin sonunda bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını kabul etmek zorunda. Hem de önkoşul öne sürmeden. Bunu yaptığı anda, Zipi Livni ile koalisyonun önünde de hiçbir engel kalmaz.” Financial Times Deutschland gazetesinin yorumu ise Pakistan’daki siyasi çalkantılarla ilgili. “Acaba ABD, Pakistan’da sürekli iktidar kavgası içinde bulunan tarafların ve aşırı dinci güçlerin ülkeyi çöküntüye götürmesini engelleyebilecek mi, engelleyemeyecek mi? Pakistan’daki son gelişmeler ülkede istikrarın sağlanması yönünde atılmış adımlar mıdır, bunu şimdiden söylemek mümkün değil. Pakistan Cumhurbaşkanı’nın asgari demokratik oyun kurallarına uyulması için gösterdiği çaba ülkede biraz olsun sükunet sağladı. Ancak bu gelişmeler sonucunda Cumhurbaşkanı Zerdari’nin siyasi konumu zayıflarken, muhalefet lideri Navaz Şerif güçlendi. İşte ortaya çıkan bu siyasi durum, yeni anlaşmazlıkların kaynağı olabilir.” Saarbrücker Zeitung gazetesinin yorumu ise AB dışişleri bakanlarının dün Brüksel’deki buluşmalarına ilişkin. Gazete AB dışişleri bakanlarının, Avrupa’nın doğusundaki komşularla daha sıkı işbirliğine girilmesi yönündeki talepleri konusunda gazete şu yorumu yapıyor: “... AB, doğudaki ülkeleri kucaklama politikasını siyaseten ucuza mal edeceğini hiç sanmasın. Örneğin Beyaz Rusya Cumhurbaşkanı işine geldiği biçimde Brüksel ile kedi-fare oyunu oynadı. Büyük laflarla ilan edilen reformlar eksik bir biçimde uygulamaya konuldu. Ülkede büyük bir siyasi görüş değişikliğinden sözetmek mümkün değil. Böyle bir liderin -siyaseten- kucaklanması ne derece doğrudur, bilinmez. Ancak herşeye rağmen bu ülkeye ve ülkenin insanlarına işbirliği elinin uzatılması da elbette doğrudur.” Weser-Kurier gazetesinin yorum konusu ise Almanya’da Opel otomobil işletmelerini ve işyerlerini kurtarma tartışmaları. Yorumda, Opel’in kurtarılması için anahtarın Beyaz Saray’da olduğu, Opel’in bağlı olduğu ana holding General Motors’a karar alması için 31 Mart’a kadar süre tanındığı hatırlatılıyor: “ ... Opel’in bağlı olduğu Detroit’teki ana holdinge milyarlık ek devlet yardımları yapılacak mı, yapılmayacak mı? Asıl karar işte bu noktada çıkacak. Bu yüzden Berlin’de, Düsseldorf’ta, Wiesbaden’da, Mainz’da ya da Erfurt’taki Alman yöneticiler tüm siyasi çekinceleri bir tarafa bırakıp, Başkan Obama’yı, ya da en azından onun önemli bir danışmanını kazanmak zorundalar. Eğer bunu başarabilirlerse, işte ancak o zaman Opel’i kurtaracak ‘beyaz atlı şövalye’nin, yani ciddi bir yatırımcının aranmasına başlanabilir.” (Deutsche Welle Türkçe)ABD BASINI (16 Mart)Christian Science Monitor küresel durgunluğun özelikle ihracata dayalı büyüme modelini benimseyen ülkeleri vurduğunu yazıyor. Gazete bu ülkelerin iç tüketime yönelmesinin şart olduğunu savunuyor. "Özellikle doğal kaynakları sınırlı ve nüfusu fazla ülkeler için ihracat her zaman önemli bir gelir kapısı oldu. Ancak birçok ülkenin, devlet desteğiyle imalat sanayine yönelmesi hem bu ülkeler için hem de dünya ekonomisi için olumsuz sonuçlar doğuruyor. Krizle birlikte bu eğilimin değişmeye başladığını gösteren olumlu işaretler var. Çinli ihracatçılar iç pazara yöneliyor. Toyota, her ülke için o ülkede üretilip, yine o ülkede satılacak modeller geliştiriyor. Elbette ekonominin yavaşladığı bir dönemde bu tür dönüşümleri sağlamak kolay olmayacaktır. Ancak bu yapılmazsa, aşırı ölçüde ihracata dayalı yaklaşımlarla dünya ekonomisi bu fırtınayı atlatamaz." USA Today Amerikan hükümetinden 180 milyar dolar yardım alan AIG’nin yöneticilerine 165 milyon dolar ikramiye dağıtmaya hazırlanmasını eleştiriyor. Gazete, devlet desteği olmasaydı, AIG diye bir şirketin kalmayacağını hatırlatıyor. "Devlet desteği alan şirketler arasında AIG, tam da Bush yönetiminin Guantanamo’daki tutuklular için kullandığı ifadeyle, kötünün en kötüsünü oluşturuyor. En fazla devlet desteği alan bu şirket, aynı zamanda en düşüncesizce yatırımları da yaptı. Şirketin finansman birimi, trilyonlarca doları, geri dönüp dönmeyeceğini doğru dürüst araştırmadan karmaşık finansman araçlarına yatırdı. Bu tavırlarıyla, ikramiye almayı değil, cezai soruşturmayı hak ediyorlar. Kriz nedeniyle şirket kurtarmalar kaçınılmaz oldu ancak Obama yönetimi, bunun için gerekli kamuoyu desteğini arkasına almak istiyorsa, sorumluları ödüllendirmekten vazgeçmelidir." Boston Globe başkan Obama’nın Kuzey Kore’nin uzaya uydu fırlatmasını önlemek için elinden geleni yapması gerektiği görüşünde. Ancak gazete, bunun başarısız olması durumunda yönetimin aşırı tepki göstermesine de karşı çıkıyor. "Eğer Kuzey Kore, uydu görüntüsü altında uzaya füze fırlatırsa, Obama yönetimi Japonya’nın bu füzeyi vurmaya çalışmasını önlemelidir. Bu durumda, uluslararası hukuku çiğneyen ülke Japonya değil, Kuzey Kore olacaktır. Obama yönetimi ayrıca Kuzey Kore’nin balistik bir füze denemesi karşısında yaptırım uygulamaktan da kaçınmalıdır. Çünkü yaptırımlar istenen sonucu vermiyor. Kuzey Kore’nin füze denemeleri ile nükleer programını sona erdirecek tek yöntem, doğrudan görüşmeler ve pazarlıklardır." Los Angeles Times Kuzey Kore, Rusya, Suudi Arabistan ve Sudan gibi ülkelerle birlikte Amerika’nın da Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni tanımadığını hatırlatıyor. Gazete, Obama’nın mahkemeyi tanıma düşüncesine destek veriyor. "Amerikalılar zaten bir suç işlemeleri durumunda, o suçu işledikleri ülkenin yasaları tarafından yargılanabiliyor ve yargılanmalıdır. Buradaki asıl mesele, Amerika’nın herkesi yargılama hakkına sahip uluslarüstü bir mekanizmanın meşruluğunu kabul edip etmeyeceğidir. Bu konuda yapmamız gereken şey, sanıkların bir jüri önünde yargılanması konusunda direnmektir. Bu, Amerikan devriminin de temel ilkelerinden biriydi. Şimdi bu ilkeden vazgeçmemizi gerektiren bir durum yok." (Amerika'nın Sesi) (Not: Saat farkından ötürü Amerikan basınından özetler gecikmeli olarak yayımlanabilmektedir)