Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un Harp Akademileri Komutanlığı'nda yaptığı Yıllık Değerlendirme Konuşması'na Taraf, Zaman ve Vakit dışındaki belli başlı tüm gazeteciler davet edildi. Konuşmayı dinleyen, daha doğrusu izleyen gazetecilerden biri de Hürriyet gazetesi yazarı Ahmet Hakan'dı. Hakan, 'Askeri ortamdaki Türk medyası'nın magazin boyutunu ön plana çıkaran bir analiz kaleme aldı. Kim nasıl oturdu, ne giydi?.. Kim rahat tavırlarıyla dikkat çekti? En çok not tutan gazeteci hangisiydi?.. Ahmet Hakan köşesinde bu soruların yanıtınında yer aldığı gözlemlerini yazdı. 'Askeri ortamda Türk medyası'Klasik girişi yapalım: Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’un "Yıllık Değerlendirme Konuşması" nedeniyle Harp Akademileri Komutanlığı’nda gerçekleşen buluşmada her şey alışılmış havadaydı: Yine disiplin egemendi... Yine insanı sinir edecek denli düzgün bir organizasyon vardı... Yine görevliler mesafeli bir nezaket içindeydiler... Önce biraz istatistik: O tarafın yandaşıyla, bu tarafın yandaşı... Bağlantılısıyla, bağlantısızı... Ciddisiyle, hercaisi... Toplantıya Türk medyasının bütün renklerini temsilen 190 gazeteci katıldı... Ambargolu üç gazete vardı: Taraf, Zaman ve Vakit... İnsanın, "Madem yelpazeyi bu kadar geniş tutmaya karar verdiniz, neden birazcık daha genişletmediniz?" diye sorası geliyordu ama nerede o fırsat! Askeri ortamın en neşelisi Yazgülü Aldoğan, en meraklısı Fehmi Koru, en acemisi Nasuhi Güngör, en çok not tutanı Mehveş Evin, en heyecanlısı Mehmet Metiner, en girişkeni Serdar Akinan, en yalnızı Emre Aköz, en ağır konuğu Oktay Ekşi, en sıkılganı Ali Bayramoğlu, en itibarlısı Fikret Bila idi... Hasan Cemal, arazide kamuflaj giysisini giymiş bir komando gibiydi... Yani kendini fazla belli etmemek ve göstermemek için olağanüstü bir çaba sarf ediyordu. Mehmet Altan’ı gördüm: Kravat takmamış... Benim kravatlı halime şöyle bir bakan Mehmet Altan, "Haylazlığa son vermeyen bir yeniyetmenin, ebeveyn zoruyla haylazlığa son vermiş arkadaşına nazire yapması"na benzer bir tutum takınmasın mı? Dudaklarına kondurduğu müstehzi bakış, "Bak, biz kravat takmadık oğlum" diyordu... O anda kravat taktığıma pişman oldum... Alın işte iki kravatsız daha: Metin Münir ve Fatih Çekirge... Pişmanlığım katlanarak artıyor... Hiyerarşik sıralamada ön taraf yayın yönetmenlerine ayrılmış... Burada "Laik / Muhafazakar" ayrımının esamisi bile okunmuyor: Tayfun Devecioğlu (Vatan) ile Mustafa Karaalioğlu (Star) yan yana... İsmet Berkan (Radikal) ile Yusuf Ziya Cömert (Yeni Şafak) de yan yana... Hasan Karakaya’yı (Vakit) aradığım söylenemez ama ne yalan söyleyeyim: Keşke Ekrem Dumanlı (Zaman) da orada olsaydı dedim... Reha Muhtar, "siyah takım elbise / beyaz gömlek / siyah kravat" üçlüsüyle olayı en fazla ciddiye alan gazeteciydi... Hele giysisinin ciddiyeti ile üstüne çöken ağırbaşlılık birleşince ortaya çıkan ağırlıktan yanına bile yaklaşılamıyordu. "Kültür dünyamızın cumhurbaşkanı" olarak nitelediğimiz Doğan Hızlan, fena halde askeri ortam içinde, Brecht’in "yabancılaştırma efekti" gibi kaldı... Ortamın çelik disiplinine ancak iki saat dayanabilen Doğan Bey, yemeğe kalmadan Harp Akademileri Komutanlığı’nı terk etti... Ergenekon tutuklusu Mustafa Özbek’in himayesindeki ART Televizyonu’nun bir numaralı yüzü Lale Şıvgın, Harp Akademileri Komutanlığı’nda bir "askeri prenses" havasında dolaşıyordu... İlker Başbuğ’un salona girişinde askerler ayağa kalkarken gazetecilerin büyük bir bölümü ayağa kalkmadı... Adı bende saklı olan bazıları ise, önce kalabalığa uyup ayağa kalktılar, sonra yavaşta oturmayı tercih ettiler. Medyada hakkında yazı yazmadık kimse bırakmayan Oray Eğin, günün en rahat adamıydı... Nasıl rahat olmasın? Kiminle karşılaşırsa karşılaşsın takınacağı tutumda bir değişiklik yapmasına gerek yoktu... Bu arada Oray’ın şıklığıyla da göz doldurduğunu belirtmeliyim... Benim durumum ise en fenasıydı: Akif Beki’den kaç, Fehmi Koru’dan kaç, Ruhat Mengi’den kaç... Ondan kaç, bundan kaç... İflahım kesildi vallahi... Bir de "medyada küslük olmaz" derler... Bir ara Yaşar Nuri Öztürk’le karşılaştım... Bana "Şimdi seni yakaladım" der gibi bir hamle yaptı... "Haşmet olayı"ndan şerbetli olduğum için, "Gel bakalım, ne yapacaksın?" dedim... Tek kaşını havaya kaldıran Hoca, "Sen benim Uzakdoğu sporlarıyla uğraştığımı bilmiyorsun galiba?" dedi... Baktım, Hoca’nın şakası yok, pis bir sırıtışla ortamı yumuşattım... Askerin "yasaklılar listesi"nde yer almasına rağmen ilk kez bir askeri ortama giren Nuray Mert, Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ’dan, "Nuray Hanım, sizi buralarda görmek ne güzel" iltifatını aldı... "Köşesinde kafasına göre takılan yazar" rahatlığını kaybeden Fatih Altaylı, omuzlarına yüklenen "Yayın Yönetmenliği" sorumluluğunun hakkını vermeye çalışarak sosyalleşmeye gayret ediyordu... Epeydir itilip kakılan Cumhuriyet yazarları, Harp Akademileri Komutanlığı’nda kendilerini iyi hissettiler... Ali Sirmen’in muzaffer gülüşünden, açık renk ceketiyle hayli genç görünen Hikmet Çetinkaya’nın olağanüstü rahatlığından, İbrahim Yıldız’ın sevecen duruşundan bunu çıkarmak mümkündü... Taha Akyol, İlker Başbuğ’un konuşmasını en dikkatli dinleyen gazeteciler arasındaydı... Başbuğ’un konuşmasında sık sık ünlü sosyolog Max Weber’e atıfta bulunması, Taha Bey’i epey memnun etti... 28 Şubat’ta askere karşı kahramanca direnen "Tank Hasan" lakaplı Hasan Celal Güzel, askerle barışmanın keyfini çıkarıyordu... Belki de bu yüzden Başbuğ’un "anti-cemaat" vurgusunu pek kafaya takmadı. Yemekte gazetecileri masalara yerleştirme işini üstlenen askeri yetkilinin, "Türk basınında kalem kavgaları" mevzusunda kendisini iyi yetiştirmiş bir "polemik sever" olduğu anlaşıldı... Birbiriyle kavgalı olan gazetecilerin aynı masaya düşmemeleri başka nasıl açıklanabilir ki?