Alkole sınırlama getiren düzenlemenin ardından yaşanan tartışmalar gündemi epey işgal etti. Saat 22.00-06.00 saatleri arasında alkol satışının yasaklanması ve sonasında Başbakan Erdoğan'ın 'Dinin emrettiği şeyi niye reddediyorsunuz?' açıklamaları endişeye neden oldu. Türkiye'de alkol yasağı geçmişte de yaşandı. Osmanlı Dönemi'nde başlayan yasak kararı, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk anayasasında bozuldu.
Peki yasak olduğu dönemde neler yaşandı? Taraf gazetesinden Ahmet Demirel'in haberine göre yasak büyük ölçüde kağıt üzerinde kaldı.
İşte Men-i Müskirat Kanunu döneminde yaşananlar:
Men-i Müskirat Kanunu, beş buçuk yıl yürürlükte kaldı ama büyük ölçüde de kâğıt üzerinde kaldı, etkili bir biçimde uygulanamadı. 9 Nisan 1924’te kanunda bir değişiklik yapılarak içki yasağına son verildi.
Aniden çıkan bir kanunla alkollü içkilere getirilen sınırlamalar hafta boyunca gündemden düşmedi. Tartışmalar sırasında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın sarf ettiği “İki tane ayyaşın yaptığı yasa, sizin için muteber oluyor da inancın emrettiği bir gerçek, bir vaka, niçin sizler için reddedilmesi gereken bir olay hâline geliyor” şeklindeki sözleri tartışmaları daha da alevlendirdi.
Hazır konu gündeme oturmuşken, bu tartışmalardan tamamen bağımsız olarak, milli mücadele yıllarına gidip, devletin alkollü içkilerle ilk sınavını gözden geçirelim.
23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanan Birinci Meclis’in ilk kabul ettiği kanunlardan biri alkollü içkileri tamamen yasaklayan Men-i Müskirat Kanunu idi. Yasa bugünkü gibi içkileri bazı düzenlemelerle sınırlamıyor, topyekûn yasak getiriyordu.
Kanunun içeriğini ve nasıl kabul edildiğini sayfadaki çerçevelerde görebilirsiniz. Burada da kanunun uygulanmasına ve ne gibi sonuçlara yol açtığına bakalım.
Kanun çıkar çıkmaz başta Ankara olmak üzere ülkenin birçok yerinde bütün imbikler toplandı, meyhaneler kapatıldı, içki satışı yasaklandı. Bununla birlikte Ankara’daki TBMM hükümetinin İstanbul ve Trakya’da etkisi olmadığından, İzmir de Yunan işgali altında olduğundan alkol tüketimi ve ticareti bakımından kanunun buralarda hiçbir etkisi olmadı.
İçki yasağı kanunundan üç gün önce Firariler Hakkında Kanun çıkartılmış ve İstiklal mahkemeleri kurulmaya başlanmıştı. Kanunda böyle bir şey olmamasına rağmen, ortalıkta sarhoş dolaşanların İstiklal mahkemelerine verilecekleri, ayaklarına prangalar vurularak sokak, sokak dolaştırılıp teşhir edilecekleri, tabanlarına yüz sopa vurulacağı gibi şehir efsaneleri aldı başını yürüdü.
Kısa süreli bir şaşkınlıktan sonra içkiyi alışkanlık hâline getirenler hayat tarzlarını yeni duruma göre düzenlediler. Her şeyden önce içki üretimi durmadı, evlerde de gizli üretim başladı. Evlerde ilkel imbiklerle üretilen rakılar son derece sağlıksızdı. Bir büyük tencereye tenekeden bir kapak yaptırıyorlar, kapağın bir kenarından tencerenin içine bir boru geçiriyorlar, kapağın üstüne de soğuk su koyuyorlardı. Borunun iç ucu kaşık gibiydi. Tencereye mayalanmış üzümü koyup ısıtıyorlar, alkol ve su buharlaşıp kapağa çarpınca üstteki soğuk suyun etkisiyle sıvılaşıyor ve önce borunun kaşığına, oradan da dışarıdaki bir kaba akıyordu. İçenler içkisini evde içiyor sonra da dışarı çıkmadan yataklarında uykuya dalıyorlardı.
Halk için durum böyleyken daha nüfuzlu kişiler kendileri için daha uygun koşullar yarattı. Bazıları hükümetin muhafazası alınan imbiklerden bir kısmını alıp evlerine yerleştirdiler, daha sağlıklı koşullarda özel üretim yaptılar. Bağlarda oturan bazı milletvekillerinin de imbikleri vardı ve zaman zaman biraraya gelip sıcak rakı bile içiyorlardı. Milletvekilleri zaman zaman da Meclis’in yakınındaki bir aşçı dükkânının bir köşesinde toplanarak içkilerini içiyorlardı. İçenler oraya sokulur, dışarıdakiler de farkına varmaz görünürlerdi.
Daha da nüfuzlular devlet himayesi altında üretime ve içki ticaretine başladılar. Bunlardan biri Ankara Polis Müdürü Dilaver Bey öteki sonradan Bursa Valisi olan Fatih Bey’di. Dilaver Bey, rakıyı bir bağ evinde imal ettiriyordu ve içenler bu rakının fevkalade olduğunu söylemeden duramıyorlardı ve adı “Dilaver Suyu” idi. Nüfuzlu kişiler “Dilaver Suyu”nu Dilaver Bey’in adamlarından temin ediyorlardı. Ayrıca gizlice üretilmiş rakılar Keskin’den paslı tenekeler içinde Ankara’ya getiriliyordu.
Ankara’da ancak parolayla girilebilecek olan gizli meyhaneler de açıldı. Bunlardan biri Karaoğlan’da Dayko’nun dükkânı, ikincisi Tahtakale’de Efe Haydar’ın meyhanesi, üçüncüsü ise Babo’nun meyhanesi idi.
Üç gizli meyhaneden birinin sahibi Dayko “Hürriyet Kahramanları”ndan olan Eskişehir Mebusu Eyüp Sabri (Akgöl) Bey’in kardeşiydi. Ankara’da onu tanımayan hemen hemen kimse yoktu. Yakın arkadaşları akşamları soluğu onun meyhanesinde alır gizliden parlatırlardı.
Efe Haydar herkesi içeri almadığından müşterileri, milletvekili, yazar ve üst düzey devlet memurları idi. Dönemin gazetecilerinden Enver Behnan Şapolyo, Efe Haydar’ın meyhanesiyle ilgili bir anısını şöyle anlatır: “Bir gün Karaoğlan Caddesi’ndeki Merkez Kıraathanesi’nde oturuyordum, yanıma Ruşen Eşref Bey geldi. Onunla bir saat kadar görüştükten sonra Ruşen Eşref Bey köşke gitti. Biraz sonra Aka Gündüz geldi. Dedi ki: ‘Haydi, seninle Efe Haydar’ın küllüğüne gidelim’! Ben de razı oldum. Kahveciye hesabımı gördükten sonra Karaoğlan’dan, Tahtakale’ye yollandık. Şimdi burası Hal’in kapısı tarafı idi. Buradaki evler 1936’da yıkıldı. O zamanlar burası dar bir sokaktı. Kerpiç bir duvarın kapısı önünde durduk. Aka Gündüz Bektaşi usulünce bahçe kapısını üç defa vurdu. Kapı aralandı. Kapı bir zincirle bağlı idi. Kapıyı açan bir çocuktu. Aka’yı görünce, zinciri çözdü, biz de içeri girdik. Bir bahçeden ilerleyip, harap bir kerpiç evin mutfağına girdik. Mutfağın büyük ve isli ocağının içinde kocaman bir kazan, ayakta iri ve palabıyıklı bir adam bizi buyur etti. Aka Gündüz ‘Doldur bakalım Efe’ dedi. Bu pehlivan yapılı saki bir teneke maşrapayı kazana daldırdı. Sonra bu maşrapadan iki kahve fincanına rakı doldurup bize sundu. Kadehlerin parasını peşin vermek âdetti. Bu fincanları elimize alarak, duvar dibine yanaştık. Bu gizli meyhane İstanbul’un Balıkpazarı, Kumkapı ve ne de Galata’nın selâtin fıçı dibi meyhanelerine benziyordu. Ancak bir esrarkeş tekkesine benzemekte idi. Burada ne tezgâh başı, ne masa ve ne de iskemle vardı. Yalnız yorulanlar için köşeye bir ot minder serilmişti. Sait Hikmet, bu mindere bağdaş kurmuş ve bir kâğıt üzerindeki pastırmasını meze yaparak kafayı çekiyordu. Bizi gören yâran fincanları elinde etrafımıza halka oldular. Bir petrol lâmbasının sönük ziyası altında muhabbete daldık. Borsa Hanı’ndaki simsarlar, konsüle teller gibi hep ayakta idik. Fincanlar boşaldıkça, öyle bir sohbet doğdu ki, kahkaha ve neşeden kırılıyorduk. Niçin bu kadar neşeli idik? Bulunduğumuz dekor, bugünkü ne Süreyya Pavyonu, ne Piknik, ne Kırk Sekiz ve ne de Ankara Palas Pavyonu idi. Sadeliğin değil, sefaletin tam kendisi idi. Fakat biz mesuttuk.”
Babo’nun meyhanesi ise Efe’nin meyhanesine göre daha “asri” idi. Asriydi ama burada da rakı kırık hasır iskemleler ve üzerine gazeteler serili, bir ayağı kırık masalar üzerinde içiliyordu. Şapolyo bu meyhane hakkında da şu bilgiyi veriyor: “Babo’nun meyhanesinde garson yoktu. Herkes kadehini tezgâhtan doldurup, masasına getirmekte idi. Buranın bir nimeti de ciğer tavası pişirilmesi idi. Arzu edenler, bu ciğerden bir kâğıt üzerine koyarak elle yiyordu. Çatal da yoktu. Bahçenin ortasında bir de lüks lâmbası yanmakta idi.”
Sonuçta Men-i Müskirat Kanunu, beş buçuk yıl yürürlükte kaldı ama büyük ölçüde de kâğıt üzerinde kaldı, etkili bir biçimde uygulanamadı. 9 Nisan 1924’te kanunda bir değişiklik yapılarak içki yasağına son verildi. Bu değişiklik sırasında Erzurum Milletvekili Ziyaeddin Bey’in şu sözleri uygulamadaki bütün gerçeği yalın bir biçimde gözler önüne seriyor: “Deniliyor ki kanun tatbik edilemiyor. (...) Onu meneden memurlar, vazifedarlar kendileri içer, meyhanecilik ederlerse tabii menedilemez.”
Kanuna son darbe 22 Mart 1926’da vuruldu. Kanun yürürlükten kaldırılarak içki üretimi, ithalatı ve ticareti tamamen devlet tekeline alındı.
Kaynakça
1- Enver Behnan Şapolyo, Mustafa Kemal Paşa ve Milli Mücadelenin İç Âlemi, İstanbul, İnkılâp ve Aka Kitapevleri, 1967.
2- Falih Rıfkı Atay, Çankaya, İstanbul, Bates AŞ., 1980.
3- Onur Karahanoğulları, Birinci Meclisin İçki Yasağı Men-i Müskirat Kanunu, İstanbul, Phoenix Yay., 2008.
4- Rıza Nur, İlk Meclisin Perde Arkası (1920-1923), İstanbul, Örgün Yay., 2007.
5- Salih Bozok, Cemil S. Bozok, Hep Atatürk’ün Yanında, İstanbul, Çağdaş Yay., 1985.
***
28 Nisan 1920’de Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey tarafından önerilen ve dört buçuk ay sonra 14 Eylül 1920’de kabul edilen kanunun oylaması sırasında Meclis’te toplam 145 milletvekili vardır. Üç kişi çekimser kalmış ama isimleri tutanaklarda yayımlanmamıştır. Bunlardan birisi görüşmeler sırasında “bu kanunun uygulaması mümkün olmadığından çekimserim” diyen Trabzon Milletvekili Hüsrev (Gerede) Bey’dir.
71 milletvekili evet, 71 milletvekili hayır oyu vermiş, oturumu yöneten Konya Milletvekili Vehbi Bey olumlu oy kullandığından, kanun içtüzük doğrultusunda kabul edilmiştir.
Bugüne kadar bildiklerimiz bu kanunu Atatürk’e muhalif “dinci-gerici”lerin çıkardığı şeklindeydi. Hatta kanunu doğrudan muhalefetteki İkinci Grup’la bağlantılandıranlar da olmuştur. Örneğin Enver Behnan Şapolyo şöyle der: “Meclis’teki İkinci Grup hocalarının hiç şakaları yoktu. Sarhoş olarak yakalananların idamını bile isteyebilirlerdi.”
Şimdi sayılara bakarak bu tesbiti test edelim:
Kanunun kabul edildiği sırada evet veya hayır oyu kullanan 142 milletvekilinden 72’si daha ilerideki bir tarihte Atatürk’ün liderliği altında kurulacak olan Birinci Grup, 24’ü yine ileride kurulacak olan ve Hüseyin Avni Ulaş’ın başını çektiği İkinci Grup mensubuydu. Kalan 46 kişinin 36’sı bağımsız, 10’u ise Atatürk’ün Birinci Grup’u kuracağı 10 Mayıs 1921 itibarıyla milletvekilliğinden ayrılacak olan kişilerdi.
Atatürk’ün grubunda yer alan milletvekilleri bu kanun karşısında alacakları tutum açısından tam anlamıyla yarı yarıya bölünmüş, 35’i kanuna evet oyu verirken 37’si hayır demiştir. Aynı durum İkinci Grup mensupları için de geçerlidir. 24 muhalifin 13’ü kanuna evet derken 11’i hayır demiştir. Bağımsızlar 18-18, Meclis’ten ayrılacak olanlar da 7-7 olmak üzere yine tam ortadan bölünmüştür. Bu sayılara bakarak “bu kanun iktidarın veya muhalefetin kanunuydu” diye bir yorum yapmak son derece gerçekdışıdır.
Evet oyu verenlerin 52’si, hayır oyu verenlerin de 42’si 1923’te yapılan ve bütün adayları Atatürk’ün kişisel kanaatleri doğrultusunda bizzat kendisinin belirlediği bir sonraki seçimden sonra da milletvekilliklerini korudukları için bu kanuna “evet” veya “hayır” demiş olmalarının gelecekleri üzerinde olumlu veya olumsuz bir etkileri olduğu da söylenemez.
Kanuna olumlu oy verenlerin daha yaşlı, daha düşük eğitimli ve mesleki açıdan ağırlıklı olarak din görevlileri oldukları bir gerçektir ama bu milletvekilleri her iki gruba da dağılmışlardır. Hatta yayımlanan kitaplarımda gösterdiğim üzere medrese çıkışlılarla din görevlilerin oranları iktidardaki Birinci Grup içinde muhalefetteki İkinci Grup’a göre çok daha yüksektir.
Evet oyu verenler daha yaşlıdır (ortalama yaş 44,5), hayır oyu verenler daha gençtir (ortalama 40,3). Askerlerde hayır, din adamlarında evet eğilimi yüksektir. Diğer meslek gruplarında kanunu destekleyenlerin oranıyla desteklemeyenlerin oranı arasında radikal farklar yoktur. 22 askerin 17’si hayır derken, 20 din adamının 19’u evet demiştir. Ama mesela 23 çiftçi-tüccarın 12’si kabul, 11’i ret oyu kullanmıştır. Askerî okul mezunlarının yüzde 78’i, üniversite mezunlarının yüzde 71’i hayır derken, medrese çıkışlıların yüzde 79’u, lise veya daha düşük eğitimlilerin yüzde 56’sı kanuna olumlu oy vermişlerdir.
Son olarak oylama sırasında Atatürk’ün Meclis’te olmadığını, buna karşılık mesela İsmet (İnönü) Paşa’yla amansız muhalif Erzurum Milletvekili Mehmet Salih (Yeşiloğlu) Hoca’nın kanuna hayır dediklerini, Hamdullah Suphi (Tanrıöver) Bey ile Yusuf İzzet (Met) Paşa’nınsa olumlu oy kullandıklarını ekleyelim.
***
Men-i Müskirat Kanunu’nun en önemli maddeleri şöyleydi:
Madde 1- Osmanlı ülkesinde her türlü alkollü içkinin üretimi, ithal edilmesi, satılması ve kullanılması yasaktır.
Madde 2- Bu yasağa uymayanlar alkollü içeceğin her bir kıyyesi ( 1.282 gramı) için 50 lira para cezasına çarptırılır ve ele geçirilen alkollü içki imha edilir
Madde 3- Aleni biçimde alkollü içki tüketenler veya gizli tükettiği hâlde sarhoşluğu görülenler 50 liradan 200 liraya kadar para cezasına veya üç aydan bir yıla kadar hapis cezasına çarptırılır. Resmî görevliler memuriyetten çıkartılır. Verilen hükümler kesindir; itiraz veya temyiz edilemez.
Madde 4- Kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte alkollü içki imalatında kullanılan her türlü alete el konulur. Mevcut alkollü içkilerin tamamı mühürlenir ve iki ay içinde yurtdışına ihracına izin verilir. İki aylık süre bitince bütün alkollü içecekler imha olunur.