1964'ün 54. yılında İmroz'dan Gökçeada'ya; Rum tanıklar anlatıyor: Kıbrıs'ta ne olsa ceremesini Gökçeada çekti

1964'ün 54. yılında İmroz'dan Gökçeada'ya; Rum tanıklar anlatıyor: Kıbrıs'ta ne olsa ceremesini Gökçeada çekti

Gerginleşen Kıbrıs politikalarının sonucu olarak 1964’te Yunan pasaportu olan ve sayıları 10 bini aşan Rum azınlığın sınır dışı edilmesi kararı, İstanbul’un yanı sıra Gökçeada, yani o dönemki adıyla İmroz'da yaşayan Rumlar için de zorlu bir zamanın başlangıcıydı.

TIKLAYIN - 1964'te sınır dışı edilen Rumlar anlatıyor: Yanımıza bir valiz alabildik; "1-2 yıla döneriz" dedik, dönemedik...

Nüfusunun büyük bir çoğunluğu Rum olan adada 1964 yılı itibariyle başlayan ve 1974’te daha ağır sonuçlar doğuracak Türkleştirme politikaları, bir diğer adıyla da 'Eritme programı' uygulanmaya başlandı. İlk yapılan ise Rum okullarını yasaklamaktı. O dönem ilkokula giden Gökçeadalı Yorgo Filikos, o günleri şöyle anlatıyor: 

Bir sabah okul gitmek için kalktık, evden çıktık okula gittik ki, Tepeköy Rum Okulu yazan tabela değişmiş ve Tepeköy Türk İlkokulu olmuş. Kıbrıs’ta ne olsa ceremesini Gökçeada çekiyordu.”

İmroz’dan Gökçeada’ya…

Kurtuluş Savaşı'nın sona ermesiyle imzalanan Lozan Antlaşması’yla Bozcada (Tenedos) ve Gökçeada’ya (İmroz) sağlanan bölgesel yönetim hakkı kaldırıldı. Adaların 1151 sayılı kanuna göre, kamu yararlı mahalli işlerini görmek ve yürütmekle yükümlü birer meclisleri, belirli gelirlerini ve giderlerini harcamaya imkân veren bir bütçeleri vardı.

TIKLAYIN - Gökçeada nasıl İmroz oldu?

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk ve dönemin Yunanistan Başbakanı Elefterios Venizelos arasında imzalanan ve ülkelerinde bulunan yabancı vatandaşların ikamet ile ticaret işlerini düzenleyen Seyrüsefain Antlaşması’nın iptal kararının ardından, 17 Mart 1964’te Milli Güvenlik Kurulu (MGK) 35 sayılı kararı çıkarttı. Buna göre, “Adaların kadastrosunun yapılması, kültürlü ve yüksek tahsilli bir müftü tayini, modern bir caminin inşası, açık tarım cezaevi tesisi, devlet üretme çiftliği kurulması, yatılı ilk öğretmen okulu yapımı, bir jandarma er eğitim taburu intikali” planlandı ve uygulandı.

Bu kararla ilgili Avukat Erhan Pekçe’nin eline geçen ve Milli Güvenlik Kurulu’nun 1964’te aldığı 35 sayılı kararla İmroz’u  Türkleştirme politikasının nasıl uygulamaya konduğunu anlatan “çok gizli”  ibareli raporda, “Adada alınması lüzumlu görülen tedbirler açık ve seçik olarak belirtilmiş ve hedefler verilmiştir” deniyordu.

"Müthiş Türk düşmanı, tehlikeli şahıslar..."

“İmroz ve Bozcaada ile ilgili MGK Kararı”  başlıklı MGK raporunda ana politika, “Adanın Türkleştirilmesi, göçmenlerin tutunabilmesi için lüzumlu bütün ekonomik, sosyal ve manevi şartların hazırlanması” olarak belirtilmişti. Bunun yanı sıra bakanlıklar nezdinde yapılacaklar şöyle sıralanıyordu:

Adalet Bakanlığınca Açık Tarım Cezaevi için 20 bin dönüm, Tarım Bakanlığınca Devlet Üretme Çiftliği için 12 bin dönüm, İçişleri Bakanlığınca Jandarma Er Eğitim Taburu için 1.700 dönüm, Milli Eğitim Bakanlığınca ilk öğretmen okulu için 168 dönüm, Muhtelif bakanlıklarca lojman hizmet binası ve hizmetler için 168 dönüm arazi istimlak edildi.

TIKLAYIN - Devletin Gökçeada raporundan: Rum okulları fesat yuvası!

O dönem adadaki Rum nüfusunu 3,061 olarak gösteren raporda, Gökçeada’dan gidenlerin isimleri yanında “Enosisçi”, “Tehlikeli” ya da “Şüpheli” ibareleri yer almış; meslekleriyse çiftçi veyahut tüccar olarak belirtilmişti. Raporda, “Yunanistan’la irtibatı olan şahıslar” başlığı altındaki bazı isimlerin yanındaysa “Müthiş Türk düşmanı ya da en tehlikeli şahıslardan” gibi ibareler yer alıyordu.

Raporda, “Adaların turistik çekiciliğini azaltmak için bölgenin yasak bölge ilan edilmesi, adaların en verimli ve en önemli kısımlarının kamulaştırılması, Rum okullarının yasaklanması, Rumların kendi milli bayramlarına katılmalarına mani olunması ancak Türk Milli bayramlarına katılımlarının sağlanması, kanuni yoldan sistemli şekilde Rumların topraklarının ellerinden alınması ve Rum vakıfların hesaplarının sık sık teftiş edilmesi…” başlıkları da bulunuyordu.

Raporda Rum okulları “fesat yuvası” olarak nitelendiriliyor, Adadaki Rum okullarının 1964’teki kanunla kapatıldığı ifade edilirken adalıların çocuklarını hâlâ Türk okullarına göndermediklerine vurgu yapılıyordu.

17 Eylül 1965 yılında çıkartılan kararla Ada’daki mahalle ve köy adları da Türkçeleştirildi. 1970 yılında İmroz Adası’nın ismi  Gökçeada olarak değiştirildi.

İmroz'da bir Rum düğününden. (Kaynak: İmroz/Gökçeada – Karşı Bellek sergisi)

"Bir kısmı orda kaldı, bir kısmı da benim gibi bir yer bulununcaya kadar bekledi"

1964 yılında Rum okullarının yasaklanmasıyla eğitim hayatına İstanbul’da devam eden Gökçeadalı Filikos, o günleri şöyle anlatıyor:

10 yaşındayım o zaman. Bir sabah okul gitmek için kalktık, evden çıktık okula gittik ki, Tepeköy Rum Okulu yazan tabela değişti ve Tepeköy Türk İlkokulu oldu. 3. sınıfı bitiriyordum, 4. sınıfa geçecektim. Öyle olunca tüm aileler şok oldu tabii. Fakir fukara aileler, kim nereye götürecek çocuğunu. Bir kısmı orda kaldı, bir kısmı da benim gibi bir yer bulununcaya kadar bekledi. Ben halama gidene kadar 3 ay geçti aradan, İstanbul’a geldiğimde bu yüzden sınıfı tekrar etmek zorunda kaldım.  Devamsızlığım çoktu; çok geç gittim.”

110 mevcutlu okulda, 27-30 kişi kadar kaldıklarından bahseden ve o güne kadar Türk öğretmenlerinden baskı görmediklerini söyleyen Filikos, "Kıbrıs’ta, ne olsa ceremesini Gökçeada çekiyordu” notunu düşüyor ve konuşmasına şöyle devam ediyor:

Bakırköy’deki Rum Okulu’nda devam ettim, annem çalışıyordu ama ev kiralayamıyordu bu yüzden ben halamda kalıyordum. Burada sınıf tekrarı yaptım, çünkü çok geç başladım. Millet kendine gelene kadar epeyce zaman geçti çünkü; her şeyiniz orada. Eviniz, malınız, mülkünüz… Fakir, cahil adamalar… Nerede bulacak çocuklarını da alıp götürecek. Ben geldim, bir kısmı Yunanistan’a göç etti. Bir kısmı da yurt dışına ama epeyce bir kişi de orada kaldı. Çünkü ne parası vardı, ne imkânı vardı, ne akrabası vardı. Mecburen çocuklar Türk ilkokulunda devam etti. Zaten öğrenciler de bitirince okul kapandı.”

"Kadınlara tecavüz edildi, insanlar dövüldü; bir gözümüz arkada yaşıyorduk"

Ortaokulu terk eden Filikos, Gökçeada’ya döndü, orada evlendi, çocukları orada doğdu. Çocukları okul çağına gelince mecburiyetten yeniden İstanbul’a döndü. “Mecburduk, okul yoktu çocukları okutacak. Ama hala gidiyorum Gökçeada’ya evimiz var. Eski usulü devam ettiriyoruz. Hala hayvancılık yapıyoruz, bağ bahçe, tarla işliyoruz. Hala doğduğumuz şekli tutmaya çalışıyoruz” diyen Filikos, Türkleştirme politikaları sonrasında adada yaşananları da şöyle anlatıyor:

“Adanın yüzde 90’ı gitti 1964-75’ten sonra. 15 Ağustos’ta Meryem Ana panayırımız var büyük. 20-30 kişiyle panayır yapıyorduk. Merkez köydeki ovanın istimlak edilmesi ve açık cezaevinin yapılması bunları gördük hep. Açık ceazevi yapıldığı zaman mahkumlar çıkıyor, bizim köye kadar geliyorlardı. Hanım var, çocuklar ufak o zaman. Muhtar haber veriyordu; 'Aman dikkat edin' diye. Çünkü kadınlara tecavüz edildi, insanlar dövüldü. Korkuyorduk; evde hem silah hem köpek bir gözümüz arkada yaşıyorduk.

Dereköy’de terk edilen evlere kapısını kırıp yerleştiler, dışarıdan gelenler. Her yerden geldiler, doğudan her yerden. Şimdi ada tanınmaz halde, yaşadığımız yıllara hiç benzemiyor.

Gökçeada Yarı Açık Cezaevi

"Zeytinliğimiz istimlak edildi,  yarım yumurta fiyatına..."

Hanımla evlendikten sonra, şimdiki barajın olduğu yerde kaynanamın zeytinliği vardı. Çok güzel ağaçlar, hiçbir yerde zeytin olmasa o ağaçlardan biz her sene zeytinyağımızı çıkarıyorduk. İstimlak edildi. O zaman şimdiki gibi de gemi seferi, otobüs falan yok. İstimlak kağıdı geldi. Kağıda baktık; yarım yumurta fiyatına istimlak edildi. Bakıyoruz alacağımız paraya, zeytinlik olarak bir metrekaresi. Hesap yaptık o zaman yanlış hatırlamıyorsam, 3.609 lira gibi bir şey. Kaynanam, “gidelim madem Bursa’dan parayı alalım” dedi. Bizim oradan Bursa’ya gitmemiz, alıp dönmemize bu para yetmiyor ki. Ben de dedim “hiç gitmeyelim.” Oğlum diyor; “Kaç kişi bundan ekmek yedi bari para gitmesin ya da adamlara de ki, madem ağaçları kesecekler; bu sene zeytinleri, odunları alalım. Araziyi hibe edelim devlete.” Onu da teklif ettik ama ne yazık ki ne odunu alabildik ne parayı alabildik. Hem kayınpederim hem kaynanam ağladılar.”

Tam Kıbrıs Harekatı’nın olduğu dönem askerlik yaptığını anlatan Filikos sözlerine böyle son veriyor: “Acemi birliğinde adım Yorgo diye erlerden dayak yedim. Çünkü Kıbrıs Dışişleri Bakanı’nın adı Yorgo’ydu ama subaylarımdan hiçbir şey görmedim...”