Sabah gazetesi muhabiri Ahmet Külsoy, İstanbul’da kar yağışının yoğun olduğu 9 ve 10 Ocak’ta evsiz görünümünde sokaklarda iki gece geçirdi. İBB, ikinci gün Külsoy’un yardımına yetişti onu spor salonuna yerleştirdi. Külsoy, "İlk gün 3.5 saat bekledim. Beyaz Masa'daki görevliler 'Arkadaşlarımız 5-10 dakika içinde gelecek' demiş ama gelen olmadı. Sabrımı zorladım. Rüzgâr ve tipi ayakta durmamı zorlaştırıyordu. Çaresizdim. Ayakkabım su almıştı. Her şeyden umudunu kesiyorsun. 'Bu soğukta donup öleceğim' diyorsun" dedi.
Sabah gazetesinden Ahmet Külsoy'un izlenim haberi şöyle:
Mevsim kış. Türkiye bu yılı Sibirya yüksek basıncının etkisinde dondurucu soğuklar ve karla geçiriyor. Ülkenin yüzde 80.3'ü karla kaplı. Balkanlar'dan gelen soğuk ve kar yağışlı sistemin etkilediği İstanbul ise nüfus yoğunluğu bakımından hava şartlarından en çok etkilenen şehir. İstanbul'da 7 bin kişi, son dört günde karla sıkı bir mücadele verdi. Başta İstanbul Valiliği ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nce (İBB) oluşturulan Afet Koordinasyon Merkezi (AKOM) olmak üzere yerel yönetimler ve sivil toplum, tüm olumsuzlukları ortadan kaldırmak için ekstra çaba sarf etti. En büyük mücadele ise sokaklarda yaşayan ve donma tehlikesi atlatan evsiz barksız insanlar içindi. Belediye verilerine göre 2 günde sokaklarda yaşayan 921 kişi korumaya alındı. Onlardan biri de Sabah gazetesi muhabiriydi. Muhabir, kar yağışının yoğun olduğu 9 ve 10 Ocak'ta Taksim Gezi Parkı civarında evsiz görünümünde sokakta yardım bekledi.
Muhabirimiz için ilk gün 13.30 sıralarında İBB'ye bağlı "Beyaz Masa 153" arandı ve yardım istendi. Külsoy, tipi altında ve Meteoroloji'ye göre -10 derece hissedilen sıcaklıkta 3.5 saat kaldı. Ekipler o saatlerde sokaklardan 87 kişiyi topladı. Ancak muhabire ulaşan olmadı. Tipi ve şiddetli fırtına nedeniyle zor anlar yaşayan muhabir, bekleyişine son verdi. Ertesi gün aynı yerde yeniden yardım istendi. Ekipler bu kez 20 dakika sonra geldi ve muhabiri Zeytinburnu Kapalı Spor Salonu'na götürdü.
'Evsiz gazeteci' karla imtihanını şöyle anlattı: ilk gün 3.5 saat bekledim. Beyaz Masa'daki görevliler "Arkadaşlarımız 5-10 dakika içinde gelecek" demiş ama gelen olmadı. Sabrımı zorladım. Rüzgâr ve tipi ayakta durmamı zorlaştırıyordu. Çaresizdim. Ayakkabım su almıştı. Belirli bir süre sonra hayal bile kuramıyorsun. Her şeyden umudunu kesiyorsun. 'Bu soğukta donup öleceğim' diyorsun, yani giderek robotlaşıyorsun.
Külsoy'un salon macerası ise şöyle başladı: Girişte kimliği istediler. Kayıt yaptılar. "Şapkanı çıkar" dediler. Çıkardım, fotoğraf çektiler. İçeri girdim. Salonda iki televizyon vardı. Her yer yatak olarak kullanılan sedyelerle doluydu. Az sonra tuvalet tarafından bir ses duydum. Tuvalet ve banyo iç açıcı değildi. Kirliydi, yetersizdi ve ihtiyacı karşılamıyordu. Biri "Haydi ulan, çabuk. Ev tuvaleti değil burası" diye bağırıyordu. Salonun bir köşesinde de sedye tartışması vardı. Biri diğerinin sedyesini kaptı.
Salondakiler için yemek çok önemliydi. Kahvaltıda çay, peynir, zeytin, öğle yemeğinde çorba, barbunya ve bulgur pilavı vardı. Ama hemen herkes uygulamadan çok memnundu. Şükrediyorlardı. Sürekli "Allah devletimizden razı olsun. Bu kar kış kıyamette dışarıda değiliz" diyorlardı. Hikayelerini dinledim. Mesela Nevzat, kundura ustası... "Yargıtay'da hâkim akrabam var. Ama yazma, görür ayıp olur" dedi. Yaşar, Sultangazi'de ablasının yanındaymış eniştesi istemeyince sokakta kalmış...
Salondakiler sabah ezanıyla uyandı. Ezan sesini duyan kalkıyor ve hemen dışarı bakıyordu. Hava açmış mı diye, hava düzeldiyse gitmek için. Düzelmediğini görünce, çıkıp hava alıp, üşüyünce geri dönüyorlardı.
İkinci gün tramvay durağının arkasına bir pikap geldi. 2 kişiydiler. Beni pikaba almadan önce "Alo 153" logosu gözükecek şekilde cep telefonu ile fotoğraf çektiler. Çekilen fotoğrafları dört beş yerle paylaştıklarını hissettim. Nereyle paylaştıklarını sormadım.
İçeride sıcaklık 10 dereceydi. İçerisi havasızdı. Çoğu ayakkabısını çıkarıp, başucuna koyuyordu. Horlayanlar çoktu. Belediyenin doktorları geldi. Hasta olanları muayene etti ve onlara ilaç verdi.