AKP'nin 13 kadın kurucusu arasında yer alan ve 2011 seçimlerine kadar Merkez Karar ve Yönetim Kurulu üyeliği yapan Ayşe Böhürler, “2007 yılında Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde yazdığım bir yazı nedeniyle (sebebi konusunda tahmin başkalarına ait) Çankaya Köşkü'nde yapılan hiçbir resepsiyona çağrılmadım” dedi.
Yeni Şafak yazarı Böhürler, “Hayrünnisa Hanım ne olursa olsun Çankaya'nın ilk başörtülüsüdür. Hata yapmadan, hakkını vererek temsil görevini yapmıştır. Makamını ve temsil ettiği kimliği layıkıyla taşımıştır. Duygusal bir anında, kırgınlığını yanlış kelimelerle ifade etti diye bu sözleri hak etmiyor” görüşünü dile getirdi.
Ayşe Böhürler’in Yeni Şafak gazetesinin bugünkü (30 Ağustos 2014) nüshasında yayımlanan “Veda ve vefa” başlıklı yazısı şöyle:
'Herkes yerine bir yerleşsin de huzur gelsin' der eskiler. Memlekete sakin ve yavaş değişimli bir huzur iklimi temenni ediyorum.
Bu kavrama biraz takmış durumdayım. 'Hangi ve neyin yenisi ' sorularının iyi cevaplanması gerektiğine inanıyorum. 'Yeni' kavramı Nizam-ı Cedid'den bu yana her değişim arzusunda kullanılmış. Nizam-ı Cedid, Osmanlı hükümetinin köhnemiş kurumlarını öncelikle de dış politika ve diplomasiyi Avrupa ülkelerini dikkate alarak düzenlemek amacıyla ortaya çıkmış. Tarihçiler bu hareketin teorik temellerinin Ebubekir Ratib Efendi gibi sefirlerin yazdıklarına dayandığını, Yeniçağ Avrupa'sındaki diplomasi kurallarının değişmesine bağlı olarak ortaya çıktığını söyler. Bugün için de benzer dinamiklerin etkisi büyük amma velâkin merkez ve referanslar daha iyi ortaya konulmalı. Bu yenilikçilik ruhu, tarih okumaları fazla olan birisi olarak beni hep ürkütür. Ayrıca ömrümüzün büyük bölümünü 'Sizin inancınız da dünya görüşünüz de eskidi, geride kaldı' diyenlerle ve çağdaşlaşmak adına bize dayatılanlarla mücadeleyle geçirdik. Şimdi restorasyonu yaparken bu psikolojiye dikkat etmek gerekir. Muhafazakârım çünkü!
Tanzimatçı devlet adamları için esas olan hürriyet değil ahalinin can ve kazanç güvenliği olmuş. Halkın siyasete katılması esas unsur olarak görülmemiş. Osmanlı devlet geleneğinde ise hükümet etmek liyakat-bilgi gerektirdiğinden ahaliye itibar olunmamış. Sadrazam Rüştü Paşa'nın 'Meşrutiyet idaresinde halkın kabiliyeti yoktur. Ahalinin hürriyetinde türlü mazarrat vardır' sözleri bunu çok iyi anlatır. Bu düşünce yapısının izleri ise bugünkü devlet yapısı içinde hala devam ediyor. Patrimonial bir idareden halkçı bir rejime geçmeye çalışan modern ve yeni Türkiye'nin ilk nüvelerini kuran büyüklerimizin hayalindekiler hala gerçekleşemedi.
Birinci dönem TBMM, devletin merkezi otorite ve denetimini en aza indirgemeyi hedeflemiş, Anayasa ve kanunlar bu anlayışa uygun hazırlanmıştı. Yerel yönetimlere ilişkin 'Komün İdareleri Kanunu Layihası' da bunlardan birisiydi. Madem ilk Cumhuriyeti önemsiyoruz, 1920'ler Anadolu'sundaki ilk yerel demokrasi girişimine de 'İdare-i Kurave Nevahi Kanunu Layihası'na bir bakalım derim. O dönem Anayasa'sının diğer temel ilkeleri gibi kadük kalan bu kanun o dönemin felsefesini anlamak açısından feyiz verebilir.
2001 yılında bir zaman gezgini gelecekten haber vererek bize Ak Parti içinden iki cumhurbaşkanı çıkacağını, 2014'te böylesine bir devir teslim törenini, iki başörtülü eşin devletin en zirvesinde vereceği fotoğrafı anlatsa, gerçekleşeceğine pek ihtimal vermezdim. Dün törenleri izlerken Türkiye'nin hayallerin ötesinde değiştiğini düşündüm. Görevini teslim eden 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e savunduğumuz davayı ve makamını layıkıyla temsili noktasında teşekkürü borç biliyorum. Türkiye'nin ilk seçilmiş Cumhurbaşkanı olan Sayın Erdoğan'a ise yeni görevinde muvaffakiyetler diliyorum. Rabbim izzet ile görevini yapmayı nasip etsin. Ak Parti kurucusu olarak bu töreni Bilkent'teki kuruluş töreni kadar duygulanarak izledim.
Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan'ın TBMM'deki yemin töreni resimleri içinde dikkatimi çekti. Eskiden böyle törenlere başörtülü eşler katılmazdı. Şimdi ise herkes eşleri ile katılıyor. Ancak Genelkurmay Başkanı ve komutanları gösteren karede eşler yok. Keşke onlar da katılsaydı ve başı açıklık ya da örtülülük gibi bir meselenin devlet temsilinde önemli olmadığının altı çizilseydi.
2007 yılında Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde yazdığım bir yazı nedeniyle (sebebi konusunda tahmin başkalarına ait) Çankaya Köşkü'nde yapılan hiçbir resepsiyona çağrılmadım (Alman Cumhurbaşkanı onuruna verilen yemek hariç). Hiçbir yurt dışı gezisine (üstelik de ecnebi ülkelerle pek ilgili bir gazeteci olarak) davet edilmedim, Yani kayıtlarda hiç adım yok. Bunu asla şikâyet olarak yazmıyorum. Her konum ve ev sahibi kiminle görüşüp görüşmeyeceğini belirleme hakkına sahiptir. Nezaket buna da saygı duymayı gerektirir.
Geçen haftanın konusuydu ancak yazmadan edemeyeceğim. Çankaya Köşkünde Hayrünnisa Hanım'ın talihsiz bulduğum açıklamasına ilişkin yorumları çok kıyıcı buldum. Üstelik bu yorumların, bu resepsiyonların, yurt dışı gezilerinin gediklisi olmak bir tarafa, özel hukuku, dostça ilişkileri olan kişiler tarafından, iktidar tablosunun netleştiği bir zamanda yapılmasını çok daha kıyıcı buldum. Siyaset gelir geçer ama dostluk da bakidir. Gazeteci olsanız bile!
Hayrünnisa Hanım ne olursa olsun Çankaya'nın ilk başörtülüsüdür. Hata yapmadan, hakkını vererek temsil görevini yapmıştır. Makamını ve temsil ettiği kimliği layıkıyla taşımıştır. Duygusal bir anında, kırgınlığını yanlış kelimelerle ifade etti diye bu sözleri hak etmiyor.
Not: Tesettür ve lider eşleri üzerine yazdığım bölümü yer darlığı nedeni ile çıkardım, haftaya inşaallah.