Suriye'ye sınır ötesi harekât, darbe girişimi, AB ile vize serbestisi anlaşması, başbakan değişimi... 2016, AKP döneminde, iç politikadaki gelişmelerle paralel olarak dış politikada en önemli dönemeç ve kırılmaların yaşandığı yıl oldu.
5 yılı aşkın süren Suriye bunalımında ilk kez sınırın ötesine geçerek askeri olarak da devreye giren Türkiye, Avrupa Birliği (AB) ile göçmen anlaşmasını yapmasına karşın vize serbestisi sürecini tamamlayamadı.
15 Temmuz darbe girişimi Türk iç politikasında ve halkında yarattığı travmanın yanı sıra, özellikle ABD ve AB ile ilişkileri olumsuz etkiledi. Başbakanlık koltuğunun Ahmet Davutoğlu'ndan Binali Yıldırım'a geçmesi ise Rusya ve İsrail'le ilişkilerin normalleşmesi sürecini hızlandırırken, dış politikada daha pragmatik bir dönemin başlamasına da neden oldu.
2016 senesinin ilk altı ayının en önemli konusu Türkiye ile AB arasında 2015 sonunda müzakereleri başlatılan göçmen anlaşması oldu. Başbakanlık makamında oturan Ahmet Davutoğlu ve Almanya Şansölyesi Angela Merkel'in çabalarıyla, 18 Mart 2016 tarihinde Brüksel'de Türkiye ile AB arasında son dönemlerin en kapsamlı anlaşmasına varıldı.
Ege Denizi üzerinden yasa dışı göçmen kaçakçılığını önleyen ve Türkiye'ye Suriyeli mültecilerin gereksinimlerini karşılaması için 3 milyar euroluk fon sağlayan anlaşma, vize serbestisi ve Geri Kabul Anlaşmasının uygulanma tarihini 1 Haziran'a çekerken, Türkiye'nin tam üyelik müzakere sürecini hızlandırma taahhüdünü de içeriyordu.
Bu anlaşma, Türkiye ile AB arasında neredeyse durma noktasına gelen katılım müzakerelerine ivme veren ve bunun da ötesinde iki tarafın ilk kez böylesine stratejik bir konuda birlikte çalışabileceklerini göstermesi açısından da önemliydi.
"1'e 1" formülü olarak adlandırılan ve Yunan adalarından alınacak her bir Suriyeli için Türkiye'de bulunan bir Suriyelinin AB ülkelerine yerleştirilmesi süreci de 4 Nisan 2016 itibariyle yaşama geçti. Ancak anlaşmanın diğer önemli parçası olan vize serbestisi, Türkiye'nin yerine getirmesi gereken 72 kriterin hepsini gerçekleştirememesi nedeniyle askıda kaldı.
Buradaki en önemli sorun Türkiye'nin terörün tanımıyla ilgili AB beklentilerini yerine getirememesi oldu. Önceleri AB'ye 2016 sonuna kadar süre tanıyan Türkiye, vize serbestisiyle ilgili süreci 2017 senesine taşımayı kabullenmiş oldu.
Türkiye ile AB arasındaki müzakerelerin tam gaz ilerlediği bu günlerde iç siyaset, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Başbakan Davutoğlu arasında ciddi görüş farklılıklarının olduğu haberleri ile çalkalanıyordu.
4 Mayıs 2016 günü gerçekleşen Erdoğan-Davutoğlu görüşmesiyle ipler koptu ve Erdoğan'ın sağ kolu olarak tanımlanan Binali Yıldırım, AKP Kongresi sonrasında 24 Mayıs'ta başbakanlık koltuğuna oturarak kabinesini kurdu.
Yıldırım'ın verdiği ilk mesajlar arasında dış politikada önemli değişiklikler olacağı, 'Türkiye'nin düşmanlarının sayısını azaltıp dostlarının sayısını artıracağı' dikkat çekiyordu. Pragmatik bir siyasetçi profili çizen Yıldırım'ın hükümeti, yoğun müzakereler ve diplomatik çabaların sonucunda Haziran ayı sonunda hem Rusya ile hem de İsrail'le ilişkileri normalleştiren somut adımları attı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın imzasıyla Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'e gönderilen mektup, 24 Kasım 2015'te Rus savaş uçağının düşürülmesinden dolayı Türkiye'nin duyduğu üzüntüyü ifade ederken, ilişkilerin normalleştirilmesi istemini de dile getiriyordu.
Aynı günlerde Türkiye ile İsrail, 2010 senesinde yaşanan Mavi Marmara olayından bu yana yaşanılan gerginliği sona erdirip yeni bir dönem başlatan anlaşma metni üzerinde uzlaştıklarını açıkladılar.
Uygulanması birkaç ay alan anlaşma uyarınca İsrail, Mavi Marmara kurbanlarının ailelerine 20 milyon dolar tutarında tazminat verirken, Türk insani yardımlarının Gazze'ye ulaştırılması konusunda da taahhüt verdi. Türkiye de Mavi Marmara saldırısını gerçekleştirilen İsrailli subay ve askerler hakkında açılan davaları düşürme sözü verdi. Bu sürecin sonunda Aralık ayı içinde her iki taraf da büyükelçileri göndererek, diplomatik ilişkileri yeniden normal düzeyine çıkardı.
Başbakan Yıldırım bu dönemdeki açıklamalarında Türkiye'nin normalleşme sürecinin Irak, Mısır ve Suriye gibi ülkeleri de kapsayacağını belirterek, dış politikada yeni bir sayfa açılacağı mesajını veriyordu.
Ancak 15 Temmuz gecesi yaşananlar, bu değişim sürecini akamete uğratırken, Türkiye'nin dış ilişkilerine yeni sorunlar getirdi.
15 Temmuz gecesi başlayan 16 Temmuz sabahına kadar süren yaklaşık 12 saatlik darbe girişimi, Türkiye'nin iç siyasetinde olduğu kadar dış siyasetinde de derin etkiler bıraktı. Bunun en önemli nedeni ise özellikle AB ve Avrupa ülkelerinin, 15 Temmuz'da yaşananları derinlemesine anlayamaması, dayanışma ve desteklerinin yetersiz kalması oldu. Tam tersine, daha ilk günden Türk hükümetine uyarıda bulunan AB ülkeleri, bu durumun ülkede son dönemde görülen otoriterleşme eğilimleri için bir gerekçe olarak kullanılmaması çağrısında bulundular.
Ankara'ya ve bombalanan parlamentoya ziyaretler geciktikçe ve basın üzerinden karşılıklı suçlamalar arttıkça, taraflar arasındaki gerginlik de başka bir boyuta çıktı. Olağanüstü hal (OHAL) uygulaması çerçevesinde arka arkaya çıkarılan kararnamelerle on binlerce kişinin işlerinden edilmesi veya tutuklanması, gazeteci, akademisyenlerin gözaltına alınması, onlarca gazete ve derneğin kapatılması Türkiye-AB arasındaki gerilimi daha da üst noktaya çıkardı.
Avrupa Parlamentosu'nun Türkiye ile AB arasındaki müzakerelerin dondurulması için aldığı tavsiye kararı ise ilişkilerdeki en önemli kırılma noktalarından birini oluşturdu. Ankara ile Brüksel arasında gerginliğin en üst düzeye çıktığı bu süreçte AB Konseyi'nin, müzakereleri sadece Türkiye'nin idam cezasını yeniden getirmesi durumunda devreye alınacağı mesajını vermesi önemli oldu.
Ancak AB, Türkiye'deki insan hakları ihlallerinin çok kaygı verici bir noktaya ulaştığını belirtirken, Almanya Şansölyesi de müzakere başlığı açılmasının bu süreçte olanaklı olmadığını kaydetti.
Senenin sonuna doğru ise taraflar arasındaki gerilim, yoğun diplomatik temaslar neticesinde bir nebze azaldı.
15 Temmuz darbe girişimi, Türkiye ile ABD arasında bir süredir yaşanan "Fethullah Gülen'in iadesi" bunalımını çok daha üst bir düzeye taşıdı. Türkiye hükümeti, darbe girişiminin "FETÖ" olarak tanımladığı "Fethullahçı Terör Örgütü" tarafından yapıldığına ilişkin açık ve çok sayıda delil olduğunu belirterek, Gülen'in iadesi için resmen ABD'ye başvurdu.
Gülen'in iadesi konusunun Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceğini belirleyecek kadar önemli olduğunun altını çizen Türkiye, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ liderliğinde bir heyeti Washington'a göndererek bu konudaki ısrarını ortaya koydu.
ABD ise Gülen'in iadesinin federal yargının uhdesinde olduğunu, yönetim olarak bu konuda bir etkisinin olamayacağını, ancak hukuki açıdan işbirliği yapabileceğini iletmekle yetindi. Gülen konusu 20 Ocak'ta görevi devralacak Donald Trump yönetiminin gündeminde yer alan önemli konulardan biri olacak.
Kuşkusuz 15 Temmuz darbe girişiminin en çok yaraladığı kurum Türk Silahlı Kuvvetleri oldu.
Darbe girişimi sonrasında hükümet kararnameleriyle yeniden yapılandırılan ve daha fazla sivil denetim altına giren TSK, çok çabuk toparlandı ve 24 Ağustos'ta Fırat Kalkanı Operasyonu'nu başlattı. Operasyon, Gaziantep'te bir düğüne yapılan ve 50'den fazla kişinin yaşamını yitirdiği canlı bomba saldırısının ardından başladı.
Rusya ile yaşanan normalleşme süreci sayesinde sınır ötesi operasyonu gerçekleştiren Türkiye, Özgür Suriye Ordusu unsurlarını takviye ederek Mare-Cerablus hattı olarak bilinen yaklaşık 100 kilometrelik sınır hattını IŞİD'den temizlediğini açıkladı.
4,5 aydır süren operasyonun ikinci önemli amacı, Türkiye'nin terör örgütü olarak gördüğü PYD'nin (Demokratik Birlik Partisi) Afrin ile Kobani kantonlarını birleştirmesini engellemek. Şu anda ele geçirilmeye çalışılan el-Bab kenti de bu açıdan büyük önem taşıyor.
IŞİD'le mücadele kapsamında Musul ve Rakka operasyonlarına kimlerin katılıp katılamayacağı, özellikle PYD'nin rolü konusunda ABD ile ciddi gerilimler yaşayan Türkiye, bu süreçte Rusya ile daha da yakınlaştı. IŞİD'e karşı oluşturulan uluslararası koalisyon, Türkiye'nin el-Bab operasyonuna çok sınırlı destek verirken, Rusya'nın yılın son günlerinde TSK ile ortak operasyon düzenleyen bir görüntü vermesi çok dikkat çekti.
ABD'yi Türkiye'nin IŞİD ile mücadelesine destek vermemek ve PYD'yi silahlandırarak "teröre destek vermekle" suçlayan Ankara, Suriye konusunda daha yakın hissettiği Moskova ve Tahran'la dikkat çekici bir gelişmeye imza atti.
Halep'te yaşanan trajedinin sona ermesi için Ankara ve Moskova'nın başlattığı diplomasinin çok büyük zorluklara karşın başarıya ulaşması ve 45 bin sivil ve 3 bin silahlı muhaliflin kentten tahliye edilmesi ateşkesin bütün ülkeye yayılması umudunu doğurdu.
20 Aralık'ta Moskova'da imzalanan deklarasyon, Türkiye-İran-Rusya üçlüsünü Suriye'de barış ve siyasi çözümün sağlanması sürecinin garantörü olarak ilan ederken, 29 Aralık'ta rejim ile muhalefet arasında varılan kapsamlı uzlaşmanın da temelini attı. Buna göre, silahlar 30 Aralık gece yarısı susarken, sürecin bozulmaması durumunda Ocak ayı ortasında Kazakistan'ın başkenti Astana'da siyasi müzakereler başlayacak.
Türkiye, bu deklarasyonla, 2011 sonundan bu yana yürüttüğü "Esad gitmeli" ısrarından vazgeçtiğini de resmen ilan etmiş oldu.
Diplomasi çevrelerini en çok üzen olaylardan biri de Rusya'nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov'un 19 Aralık gecesi bir suikast sonucu yaşamını yitirmesi oldu.
Moskova Deklarasyonu'nun açıklanmasından sadece bir gün önce yaşanan bu saldırının Türk-Rus ilişkilerini baltalamak amaçlı olduğu noktasında buluşan Türkiye ve Rusya, bu olayın ikili ilişkileri etkilemesine izin vermedi. Ancak Rusya, bu saldırının ardında Gülen grubu olduğuna ilişkin Türk tezine sahip çıkmayarak ortak soruşturmanın sonuçlanmasını bekleyeceğini açıkladı.
Başta Suriye olmak üzere bütün bu konular, 2017 senesinde de Türk dış politikasını büyük oranda meşgul edecek gibi görünüyor.