Türkiye'yi çevreleyen coğrafyadaki siyasal fay hatları aşağı yukarı aynı faktör ve aktörlerle canlılığını koruyor. ABD'nin İran'ı geriletme stratejisi Irak, Suriye ve Lübnan hattında hem toplumsal türbülanslara yön verecek hem de İran ve Amerikan unsurları arasında dolaylı ya da doğrudan çatışma riskini tırmandıracak şekilde boyutlanıyor.
Suriye krizi Kürtlerin liderliğindeki özerk yapının geleceği, Amerikalıların petrol misyonu, üç bölgede Türk askeri varlığı, İdlib'deki cihatçı bakiye ve Cenevre'deki anayasa yazım süreci etrafında gündem olmaya devam ediyor.
Türkiye ile bazı Arap devletleri arasında son üç yılda daha belirgin hale gelen vekâlet ve nüfuz savaşları bir hesaplaşma döngüsü içerisinde büyüyor. Özellikle Doğu Akdeniz'deki hidrokarbon kaynakları ve deniz sınırlarıyla ilgili kavgayla ilintilendirilen Libya bu karşılaşmada en kritik yer olarak öne çıkıyor.
2016'da Fırat Kalkanı, 2018'de Zeytin Dalı'ndan sonra 9 Ekim 2019'da Barış Pınarı Harekâtı ile Suriye'de dengeleri değiştiren Türkiye'nin önü ABD ve Rusya ile varılan ateşkes muhtıralarıyla kesilse de Türk askeri varlığı farklı alanlarda süreçleri etkilemeye devam ediyor.
Askeri müdahale, Ankara'nın kâh arzuladığı kâh arzulamadığı yönlerde gelişmelerin önünü açtı. Müdahale karşısında Rusya'nın kolaylaştırıcı rolüyle Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile Şam arasında askeri alanda bir mutabakat sağlandı.
Bu sayede hükümet güçleri 2012'de çekildikleri yerlere dönmeye başladı. Halbuki 'demokratik özerklik' kurumlarının toptan çöküşünü hedef alan Ankara, SDG ile Suriye devleti arasında bir ortaklığı tehlikeli buluyordu.
Yine Ankara, Suriye'deki hedeflerine varıncaya kadar hükümet güçlerinin sınırlara yaklaşmasını istemiyordu. Türkiye kontrol altına aldığı Tel Ebyad ve Ras'ul Ayn'dan yönelttiği baskıyla özellikle SDG'nin Suriye ordusuna eklemlenmesi ya da özerkliğe statü verilmesi gibi sonuçları önlemeye çalışıyor.
Bu konuda Rusya ve İran'ın Şam üzerindeki etkisine de bel bağlıyor. Ancak Kürtlerin ABD'den uzaklaşması ve petrol bölgelerinde konuşlanan Amerikan askeri varlığının bitirilmesini temin için Rusya, SDG'nin Suriye ordusuna katılması, Şam'la siyasi müzakerelere geçilmesi ve Kürtlerin Cenevre sürecine katılması konusunda ağırlığını koyabilir. 2020'de Kürtlerle Şam arasında diyalog ciddiyet kazanabilir.
Suriye'nin kuzeyindeki operasyonlar nedeniyle 300 bine yakın Suriyeli evlerini terk etmeye zorlandı.Beri tarafta Türkiye'nin farklı yerlerde nüfuz savaşına giriştiği Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Mısır'ın başını çektiği bloğun da Türkiye'yi Arap coğrafyasında geriletme stratejisi çerçevesinde Kürtleri daha fazla yakın plana alabilir.
Suriye muhalefetinin Riyad ayağı, İstanbul ayağına rağmen Kürtleri, Cenevre'deki anayasa yazım komitesine alma konusunda insiyatif geliştirebilir. Kahire de bu dönemde Kürtlere daha fazla platform sunabilir.
Türkiye'yi yakından ilgilendiren ikinci konu İdlib de sarsıcı gelişmelere sahne olabilir. Rusya ve Suriye ordusunun, ilk etapta İdlib'te M-5 ve M-4 otoyollarını açmaya, ardından bölgeyi kotrol eden Heyet Tahrir el Şam (HTŞ), yabancı cihadi örgütler ve Türkiye destekli grupları temizlemeye dönük operasyonları ağırlaşabilir.
17 Eylül 2018'de Soçi Mutabakatı ile bu yolların 2018 sonuna kadar açılması öngörülmüştü. M-5'i açmak için Ağustos'ta Han Şuyhun'a giren Suriye ordusu, Aralık'tan beri hedefte olan Maaret el Numan'ın ardından muhtemelen Serakıp'ı yönelecek.
Serakıp ile Halep güzergâhı temizlendikten sonra Lazkiye'ye kadar M-4'ü kesen Cisr el Şugur ve Gap Düzlükleri hedefe konulacak. Bu harekât planları çok sayıda Türk askeri gözlem noktasının kuşatma altında kalması, sınırlarda sığınmacı baskısının tırmanması ve Ankara-Moskova hattının her defasında gerilmesi anlamına geliyor.
Siyasi çözüm alanında Cenevre sürecini ise bolca tıkanma bekliyor. Gelişmeler yaptırım kıskacındaki Türk-Amerikan ortaklığı ve zoraki ortaklığın stratejik açılım kazandığı Türk-Rus ilişkilerini teste tabi tutmaya devam edecektir.
2020'de Suriye'nin devam sahnesi niteliğinde Libya öne çıkıyor. Türkiye'nin Trablus'taki Ulusal Mutabakat Hükümeti ile deniz sınırları ve güvenlik işbirliği anlaşmaları imzalaması Libya'yı Doğu Akdeniz'deki gerilimlerin odağına oturttu.
Halihazırda BAE, Mısır, Fransa ve Libya'nın desteğiyle Trablus'a doğru ilerleyen Halife Hafter liderliğindeki Libya Ulusal Ordusu'na karşı Türkiye'nin Trablus'taki güçlere arka çıkması nedeniyle Libya bir nevi vekalet savaşına sahne oluyor.
Türkiye'nin doğrudan asker göndermeyi gündemine alması Libya'daki savaşı kızıştırma potansiyeli taşıyor. Çatışma riskinin büyümesi uluslararası aktörlerin Libya gündemine dönmesini ve siyasi çözüm çabalarına ciddiyet kazandırmasını teşvik edebilir.
Türkiye'nin savaşa doğrudan müdahil olması, Arap Birliği, Afrika Birliği, Avrupa Birliği ve Rusya ile ilişkileri daha fazla çalkantılı süreçlere sokabilir. Hafter'e destek veren güçlerden Arap dünyası, Kuzey Afrika ve Avrupa'daki platformlarda Türkiye'yi zora sokacak hamleler gelebilir. Dengeleri etkileyen ama sınırlı kalan bir müdahale Suriye'de örneğindeki gibi Rusya ile Türkiye arasında 'çatışma içinde ortaklığa' da yol açabilir.
Irak'ta Başbakan Adil Abdülmehdi istifasını getiren kitlesel isyan hali ülkeyi istikameti belirsiz bir yolculuğa çıkarıyor. Yolsuzluğa bulaşmış, kifayetsiz ve kayırmacı siyaset tarzına bir meydan okuma olarak başlayan gösteriler kısa sürede şiddetle gölgelendi.
ABD, Irak'taki Hizbullah Tugaylarını 2009'dan bu yana 'terör örgütleri' listesinde tutuyor.Gösterilerin İran etkisine karşı bir söyleme yönelmesi ve buna verilen tepkiler bu ülke üzerindeki Amerikan-İran nüfuz savaşının erişebileceği boyutları gösterdi.
Parlamentoda çoğunluğu bulunan ve İran'a yakın duruşuyla bilinen Bina Koalisyonu'nun başbakan adayı, halkın beklentilerine uymadığı gerekçesiyle Cumhurbaşkanı Berhem Salih'ten döndü. Sonunda Salih uygun bir aday gelmezse istifayı tercih edeceğini bildirdi. Bu da belirsizliği derinleştirdi.
Siyasi kavganın tam orta yerinde Amerikan güçlerinin İran destekli Haşd el Şaabi unsurlarını bombalaması ve misilleme saldırıları İran'ın Orta Doğu'daki kollarını kesmeye dönük kavgada Irak'ın ön cepheye dönüşme riskini daha da artırdı.
Amerikan yönetiminin, Irak-Şam İslam Devleti'ne (IŞİD) karşı savaşta ortaya çıkan Haşd el Şaabi'nin dağıtılması yönündeki baskısı, Irak'ta Amerikan askeri varlığıyla ilgili tartışmaları kızıştırmıştı. Abdülmehdi Amerikan üslerinin kapatılmasını öngören tasarıyı mecliste engellemişti.
Yeni yılda sadece İran-Amerikan değil Irak siyasetinde de ABD karşıtı bir direncin tırmanması kaçınılmaz gözüküyor.
Irak'ın iki güç arasında bir nüfuz arenasına dönüşmesi Irak kamuoyunda ciddi bir hassasiyete yol açtı. Bu da Iraklılık ve Araplık kimliğini esas alan Irak Şiiliğini İran Şiiliğinden ayrı tutan toplumsal ve siyasal bir refleksi besliyor.
Bu trend sadece İran değil ABD'nin de Irak siyasetini kontrol ya da dizayn etme girişimlerine bir meydan okumaya dönebilir. Özünde milliyetçi bir öfke barındırıyor. Bu milliyetçi refleksin yeni hükümet oluşumunda belirleyici bir faktöre dönüşmesi halinde Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin özerk statüsünü etkileyecek baskının oluşması ihtimali doğuyor.
Bu da Kürtleri alarm durumuna getiriyor. Irak'taki yaşananlar 2003'te Amerikan işgaliyle gelen sistemin ülkeyi yönetemeyecek kadar derin bir krizde olduğunu gösteriyor.
Lübnan korku ve umut arasında
Lübnan da yeni yıla aylardır devam eden gösteriler ve yeni hükümeti kurma sancısıyla girdi. Sokağın öfkesini kaldıran nedenler ile gösterileri başka büyük kavgaların içine çeken dış faktörler bakımından Lübnan ile Irak birbirine benziyor.
Irak'ta öfkenin yöneltildiği aktörler, Haşd el Şaabi dahil İran'a yakın unsurlara karşı Amerikan-İsrail komplosunun devreye girdiği tezini işliyor.
Lübnan'da sisteme karşı bir kalkışma, kısa sürede Hizbullah, Emel Hareketi ve Hizbullah'ın müttefiki Cumhurbaşkanı Mişel Avn'ı hedef alan bir boyut kazandı.
Hizbullah da gösterileri 'direnişe karşı bir komplo' olarak görüp önce taraftarlarını gösterilerden çekilmeye daha sonra da karşı pozisyona itti. Bu durum mezhepçi gerilimleri kışkırttı.
Halbuki gösterileri tetikleyen objektif nedenler vardı ve bunlar Hizbullah tarafından da paylaşılan şeylerdi: Mezhepçi iktidar bölüşümü; hükümet ve bürokrasiyi kuşatan yolsuzluk, kayırmacılık ve dokunulmazlık; mezhebi-dini tabanlara yaslanan partilerin belli ailelerin elinde rant mekanizmasına dönüşmesi; su, elektrik, akaryakıt, alt yapı hizmetlerindeki inanılmaz ihmal ve kamunun yerine getirmediği bu hizmetleri karşılayan parti bağlantılı mafyoz çark.
Lübnan gibi iç savaştan geçmiş ve istikrarını mezhep tabanlı iktidar bölüşümüyle sigortalamış bir ülke sorunları hep yarına bırakarak yalancı bir barış içinde kaldı. Bu sorunların her hangi birine el atmak anında mezhepçi çatışmayla karşılanıyor.
Başbakan Saad Hariri'nin istifasının ardından Hassan Diyap başkanlığında yeni hükümeti yeni yıla yetiştiremeyen Lübnan sorunlarının tamamını 2020'ye devretti.
Yarın savaş çıkacakmış gibi yatağa giren, sabah hiç savaş çıkmayacakmış gibi hayata tutunan Lübnanlıların bu hayat tarzını değiştirecek radikal bir dönüşüm zor gözüküyor.
ABD'nin yaptırımları karşısında ekonomik krizin derinleştiği İran, 15 Kasım'da benzin fiyatlarındaki artışın tetiklediği gösterilerle 1979 İslam Devrimi'nden bu yana en ciddi meydan okumayla karşı karşıya kaldı.
1080 noktada yaşanan olaylar sırasında 731 banka şubesi, 140 kamu binası ve 50 güvenlik merkezi saldırıya uğradı. İçerdeki yangın İran'ın Orta Doğu'da Körfez ülkeleriyle yaşadığı gerilimler, ABD'nin İran'ın kollarını kesme stratejisiyle eş zamanlı geliştiği için içeride rejimi yıkma komplosu olarak okundu.
Ancak İran'ın son 3 yıl içinde memur ve işçilerin başını çektiği gösteri dalgaları dikkate alındığında sisteme karşı hoşnutsuzluk ve tahammülsüzlüğün taşma noktasına geldiği anlaşılıyor.
Tahran'ın Irak, Suriye, Filistin, Lübnan ve Yemen'e kadar uzanan geniş bir coğrafyadaki vekil güçlere yaptığı yardımlar "Önce İran" çağrışımıyla daha görünür bir şekilde sorgulanıyor.
Yaptırımların etkisiyle enflasyon ve işsizlikteki artışın sürmesi 2020'in de zorlu geçeceğini söylüyor. 21 Şubat'de düzenlenecek genel seçimler kritik önem arz ediyor.
Reformcuların hayalkırıklığı yaşattığı, muhafazakâr elitlere öfkenin tırmandığı ve muhaliflerin yarıştan men edildiği bir süreçte seçimlerin çare üretmesi beklenmiyor.
Ancak sistemin şimdiye kadar hep önemsediği şey bir meşruiyet göstergesi olarak katılım oranıydı. Bu kez katılımın düşük olacağına dair iddialar öne çıkıyor.
Kanlı bir sürece evrilen Arap Baharı'ndan sonra Sudan ve Cezayir şaşırtıcı bir sosyal devinimle sandıkla gitmeye niyetleri olmayan liderlerini devirdi.
Sokaklarda partileri aşan barışçıl ısrar Arap Baharı'ndan epey ders alındığını gösterdi. Kitlesel gösterilere paralel Devlet Başkanı Ömer el Beşir'i indiren askerler ile muhaliflerin uzlaşısıyla ortaya çıkan teknokratlar hükümeti, asker-sivil karışık konseyle birlikte geçiş sürecini idare edecek.
2022'nin sonunda düzenlenecek seçimlere kadar refermlar yapılacak. Gösterilerin birinci yılında insanlar yeniden sokaklara çıkarak değişim taleplerini canlı tutmaya çalıştı.
Askerlerin ve eski rejim unsurlarının ipleri ellerinden bırakmacakları ve reformların kadük kalacağına dair korku sokaktaki baskının sürekliliğini gerekli kılıyor.
Cezayir'deki sivil başkaldırı da beşinci dönem yarışma kararından geri adım atmayan Abdulaziz Buteflika'nın sonunu getirdi.
Ordunun belirleyici olduğu mevcut düzen, Geçici Devlet Başkanı Abdulkadir bin Salih ve Başbakan Nureddin Bedevi'in idaresinde ülkeyi 12 Aralık'ta seçime götürdü.
Boykot nedeniyle katılımın düşük olduğu seçimi eski Başbakan Abdulmecid Tebbun kazandı. Muhalefet hareketi 'Hirak' reform yapılmadan sandığa gidilmesine 'eski rejimin yeni yüzlerle' devamı olarak gördüğü için seçimlere karşıydı.
Seçimlerden 10 gün sonra Genelkurmay Başkanı Ahmed Kayid Salih'in ölmesi askeri vesayetin zayıflayacağı çıkarımlarına yol açsa da Hirak gösterilerin sürdürülmesinde ısrarlı.
Sudan ve Cezayir'de halkı teskin eden ama gerçek reformlara öteleyen sistem direnci temel sorun. Fakat sokaklar da şaşırtıcı derecede kararlı. Bu kararlılığın 2020'de de sürmesi muhtemel.