Prof. Dr. Selva DemiralpKoç Üniversitesi Öğretim Üyesi
Enflasyonu düşürmek maliyetsiz değil. 2023 yılı bir yandan enflasyonun düştüğü diğer yandan da bu faturanın ödendiği bir yıl olacak.
Gelişmiş ülkelerin sene içerisinde resesyon yaşamaları bekleniyor. Bu bedele rağmen söz konusu ülkelerin ağız birliği yapmışçasına faiz artışlarına ve enflasyonla mücadeleye devam sinyali vermeleri enflasyonun maliyetinden daha çok çekindiklerini gösteriyor.
2021 yılının son çeyreğinden itibaren seçtiği politika adımları ile dünyanın geri kalanından ciddi olarak ayrışan Türkiye, bir senenin sonunda elde ettiği sonuçlarla da dünyanın geri kalanından ayrıştı. Sene içinde yüzde 85 ile zirve yapan manşet enflasyonun 2022 yılını yüzde 70’li seviyelerde bitirmesi bekleniyor. 2023 yılında ise baz etkisi, kredilerdeki sıkılaşma, Avrupa’da beklenen yavaşlama, emtia fiyatlarındaki düşüş ile beraber enflasyonun ancak yüzde 40’lı seviyelere düşmesi mümkün görünüyor.
Enflasyondaki düşüş faiz indirimlerinin sayesinde değil kısmen teknik sebeplerden, kısmen dışarıdaki gelişmelerden, kısmen de faiz indirimlerinin yarattığı riskleri azaltmak için devreye sokulan tedbirlerden kaynaklanacak.
Küresel enflasyonist baskılara karşı dünyanın geri kalanı faiz artırırken Türkiye faizleri indirme tercihi yaptı. Faiz indirimlerinin gerekçesi sene başında “büyüme + dezenflasyon” olarak tanımlandı. Faiz indirimlerinin bir yandan düşük kur sayesinde ihracatı artıracağı, diğer taraftan ihracattaki artışın TL’yi güçlendirerek kurdan gelen enflasyonist baskıyı bertaraf edeceği öngörüldü.
Senenin ortasında enflasyon yüzde 80’li seviyelere yaklaşıp düşük faiz politikası ile enflasyonun düşürülemeyeceği net bir şekilde ortaya çıkınca ise amacın “enflasyona büyüme” olduğu, yani büyüme amacı ile enflasyona katlanıldığı söylendi.
Büyümeyi hepimiz istiyoruz. Ancak enflasyon pahasına büyüyebildik mi, enflasyon pahasına işsizlikte düşüş sağlayabildik mi sorularına cevap aramak lazım.
2022 yılı içinde enflasyon 65 puan arttı. İşsizlik ise yaklaşık 1 puan düştü. 2022 üçüncü çeyreği itibariyle büyüme yüzde 3.9 gelirken işgücünün gayrisafi katma değer içindeki payı bir önceki sene aynı çeyreğe göre yüzde 29’dan yüzde 26’ya düştü. Bu durumda oturup düşünmekte fayda var. İşsizliği bir puan düşürebilmek uğruna toplumun büyük çoğunluğunu (ve en çok da sabit gelir kesimlerini) fakirleştirmek doğru bir politika mıydı? İşsizliği düşürmenin daha maliyetsiz bir yolu yok mudur?
İşsizliği düşürmenin yolu sürdürülebilir büyüme olduğuna göre ve sürdürülebilir büyümenin yolu da fiyat istikrarından geçtiğine göre “enflasyonla büyüme” şeklinde bir modelin karşılığı maalesef yok. Kısa vadede mümkün gibi görünse de uzun vadede biriken enflasyonist baskılar dönüp dolaşıp büyümeyi ve istihdamı olumsuz etkiliyor. Çünkü enflasyon bir yandan alım gücünü düşürürken bir yandan yatırım iştahını körelterek talebi dizginliyor. Tıpkı 2022 ikinci yarısında gördüğümüz yavaşlama gibi.
Dünyanın geri kalanında tam da bu sebepten ötürü enflasyonla mücadele birincil öncelik addediliyor. Çünkü enflasyonun getirdiği maliyetin enflasyonla mücadelenin getirdiği maliyetten daha düşük olduğu biliniyor.
2023 yılının ilk yarısı “enflasyonla büyüme” politikalarının sürdürülmeye çalışıldığı, seçim arifesinde talebin desteklenip altta yatan kırılganlıkların devam ettiği bir süreç olacak. Yeni destek programlarının yarattığı kırılganlıklar ilave önlemler ve düzenlemeler ile bertaraf edilmeye çalışılacak.
Hepimizin merak ettiği soru ekonomi politikalarının seçim sonrası dönemde nasıl bir seyir izleyeceği sorusu.
Eğer seçim sonrasında hükümet değişikliği olmazsa ekonomi politikalarında ani bir değişiklik olmayacaktır. O noktada soru mevcut şartların nereye kadar sürdürülebileceği sorusu. Bu soruyu cevaplayabilmek zor. Mevcut politikaların sürdürülebilmesi kurdaki baskıları tutabilmeye dayalı ki bu zamana kadar bunu mümkün kılan dışarıdan alınan borçlar ya da borçların ötelenmesi idi. Bu sistemin uzun vadede sürdürülemeyeceğini ve risklerin de giderek artmakta olduğunu söyleyebiliyoruz. Borç alamadığımız noktada geleneksel politikalara er ya da geç dönüş kaçınılmaz olacaktır. Ancak o dönüş noktasının tarihini verebilmek çok zor. Eğer mevcut politikalar 2023 yılında sürdürülebilirse 2022’de başlayan ivme kaybının devam etmesi ve senenin yüzde 3-4 civarında bir büyüme rakamı ile sonuçlanması mümkün olabilir.
Hükümet değişikliği olursa o zaman geleneksel politikalara derhal dönülecektir. Faizlerde bir artış kaçınılmaz olmakla birlikte çok yüklü bir artış ekonomide ani bir yavaşlama riski ve bir dizi kırılganlığı beraberinde getireceği için “güçlü fakat kademeli” faiz artışları ile enflasyon beklentileri çıpanalacaktır. Bu senaryoda 2023 büyümesi yüzde 3’ün altına düşebilir. Ancak doğru para ve maliye politikaları bütünü ile ileriye yönelik büyümenin hızlı ve güçlü geleceğini, sermaye girişlerinin ve yatırım iştahının artacağını, merkez bankası rezervlerinin tekrar yerine konmaya başlayacağını söyleyebiliriz.
Ekonomik açıdan çok zor bir yılı geride bıraktık. Geleneksel politikalara geçerken bu yıldan miras kalan ve derinleşen risk ve kırılganlıkları gözetmek gerekecek. Bu durum ister istemez iyileşme sürecinde hız kaybı yaratacak. Ancak önümüzde kara bulutlar yok. Yaşadığımız sorunların altında yatan sebepler belli ve bu sebeplerin çözümleri de mevcut. Doğru politikalar bütünü ile ödenecek maliyetleri azaltmak ve hızlı bir toparlanma sürecine girmek de mümkün.
Türkiye daha önce de ekonomik krizler yaşadı, ve doğru politikalarla bu krizlerden çıkmayı becerdi. Yine becerecektir.
Yeni Yıla Mevlana’nın en sevdiğim sözlerinden biri ile girelim: “Ümitsizlik semtine gitme, ümitler var. Karanlığa doğru gitme, güneşler var”