Frankfurter Allgemeine Zeitung yorumunda radikal İslamcı terörizmin analizini yaparken şu görüşlere yer veriyor:
“Radikal İslamcı teröristler ‘biz ölümü severiz, karşıtlarımız ise hayatı’ derken, bir noktayı yanlış anlıyorlar: Bir Hrıstiyan illâ ki ölümden korkmak zorunda değildir. Ama o Hrıstiyan’ın ölüm propagandasına karşı getirebildiği argümanlar vardır. Bu da kavramlara nasıl hükmedildiğinden başlar ilk önce. Örneğin ‘İslam Devleti’ aslında bir devlet olmadığı gibi, teröristler de muharip sayılmazlar. Onlarla sadece mücadele edilir ve cezalandırılırlar. Batının her şeyden önce duruşunu muhafaza etmesi gerekir. Batı bu savaşın kutsallık maskesini aşağı indirmelidir. Bunu da bedenleri ve ruhları yaralanmış olarak Suriye ve Irak’tan dönenlerden başka kim en iyi şekilde yapabilir ki? Terör dehşet demektir. Yani, onun başarılı olup olmaması tek tek herkesin sorumluluğundadır.”
Alman Friedrich Ebert Vakfı yaptırdığı son bir araştırmada, Alman toplumundaki orta sınıfın aşırı sağcılığa ve ırkçılığa eğilim gösterdiğini ortaya çıkarttı. Der Tagesspiegel gazetesinin bu çerçevedeki yorumunu okuyoruz:
“Almanya’da ‘hoş geldin’ kültürü önümüzdeki yıllarda çetin bir test sürecinden geçecek. Friedrich-Ebert Vakfı’nın verilerine göre neredeyse her iki Almandan biri mülteci adaylarına önyargılı yaklaşıyor. Sarkaç ne tarafa doğru hareket edecek? Acaba yeni Alman hümanizmi varlığını koruyabilecek mi, yoksa onun pejmürde karşı kutbu olan ırkçılar yeniden sahneye mi çıkacak? Bu, siyasetin alacağı tavra bağlı. Mültecilerin kaldığı yurtlar çevresinde semt sakinlerinin duyduğu endişe ile aşırı sağcı propaganda arasında bir yasal boşluk alanı oluştu. Bu alanda samimi kuşkular ile aşırı sağcı ideolojinin birbirinden ayrılması epeyce güçleşti. Aşırı sağcıların ikiyüzlülüğüne karşı koyabilmek için siyasetin de farklı anlamlara gelecek şeyler yapmaması gerekir. Mülteci yurtları ise mutlaka devletin kontrolünde olmalıdır, özellikle de Berlin’de.”
Almanya’nın doğu eyaletlerinden Thüringen’de sosyal demokratlar ve Yeşiller Partisi ile yıkılan Doğu Almanya’daki Komünist Parti’nin devamı olarak algılanan Sol Parti koalisyon sözleşmesi üzerinde uzlaştı. Şimdi Almanya’da ilk kez Sol Parti’li bir siyasetçinin Thüringen Eyaleti Başbakanı olması gündeme gelebilir. Birçok Alman gazetesi gibi Aachener Zeitung da konuyu yorum sütunlarına taşımış:
“Berlin Duvarı’nın yıkılmasından 25 yıl sonra Almanya hâlâ siyasî görüşler açısından bölünmüş durumda. Bu durum bir süre daha böyle kalacak gibi görünüyor. Doğu eyaletlerinin üçünde Sol Parti, Sosyal Demokrat Parti’den daha güçlü konumda. Batıda ise o kadar güçlü değil. Batı Almanya’nın eski vatandaşları, 40 yıllık Doğu Almanya tarihinde benimsenen tavırlar ve eğilimlerin öyle bir anda ortadan kalkamayacağını kabul etmek zorundalar. Çok sayıda batılı Alman vatandaşı, doğudaki bir eyaletin solcu bir başbakanın yönetiminde olacak olmasını yadırgıyor. Ama hangi partiyi seçerlerse seçsinler, doğulu vatandaşı bu durum hiç ırgalamıyor.”
Almanya’da koalisyon hükümetinin Afganistan’da görev yapan Alman askerlerinin görev süresini uzatma ve asker sayısını artırma kararı Mittelbayerische Zeitung tarafından yoğun eleştiriliyor. Gazetenin yorumunda şu görüşler dikkat çekiyor:
“Afganistan’daki savunma operasyonlarıyla ulaşılan neredeyse hiçbir hedef olmadı! Bu ülkede sivil, hukuk devleti kurallarının geçerli olduğu, demokratik bir toplum inşa etmek tamamen hayal olarak kaldı. Kadın hakları, düşünce ve din özgürlüğü yok. Tek gelişen şey uyuşturucu ekimi, yakınların kayrılması ve şiddet… Şimdi takviyeli 850 Alman askerinin bu ülkede kalarak, Afgan güvenlik güçlerinin eğitimine ‘kararlı destek’ sağlama hedefinin bir yararı olmayacak. Bunun için henüz zaman olgun değil! Ülke ekonomik ve siyasî yönden istikrara kavuşmadığı sürece güvenlik güçleri de direnişçilere ya da terör milislerine karşı koyacak durumda olamayacaklardır. Sadece ülkede son üç ay içerisinde 3 bin ilâ 4 bin Afganlının suikastlarda öldürülmüş olması bile aslında bu ülkede fazla bir hedefe ulaşılmadığını gözler önüne seriyor.”