Devlet Bakanı Nazım Ekren, 5.5 milyar TL olarak bilinen, vergi indirimlerini içeren son kriz paketinin toplam maliyetini 2.7 milyar TL olarak açıkladı. Ekren, yakında "Finans sektörüyle reel sektör arasındaki kredi akışını iyileştirmek için yeni adımlar atılacağını" belirtti. Hükümet krize karşı aldığı önlemlere bir yenisini daha eklemek üzere çalışmaya başladı. Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Nazım Ekren, kredi akışının iyileştirilmesi için atılacak adımları, çalışmalara son şekli verilmediği için açıklamadı. Ancak Erken, banka kredileri için oluşturulan Kredi Garanti Fonu'nu yeniden düzenleyeceklerini söyledi, gerekirse bir ülke fonu kurarak bunu da zordaki şirketler için kullanabileceklerini belirtti. Bu yolla oluşacak fonun büyüklüğü ise yaklaşık 2.5 milyar TL. Bu kaynak Hazine'den karşılanacak, ancak nasıl işleyeceği konusundaki müzakereler devam ediyor. Kredi mekanizmasını çalıştıracak her türlü düzenlemenin ve iyileştirici adımın hem korunması, hem de atılması gerektiğini kaydeden Ekren, Kredi Garanti Fonu'nun Türkiye'de şu anda var olduğunu belirtti. Krize karşı 4 paket açıldığını belirten Erken, bunların toplam maliyetinin 34-35 milyar TL’yi bulduğunu, bu maliyetin diğer ülkelere kıyasla daha küçük olduğunu ama büyük paket açan ülkelerin kaynağı daha çok bankacılık sektörüne harcadıklarının unutulmaması gerektiğini, daha az maliyet ödediğimiz için, krizden çıkışta da bizim daha avantajlı konuma geleceğimizi söyledi. Dünyada finansal temizliği muhtemelen önce ABD, sonra Avrupa, sonra da Uzak Doğu'nun bitireceğini ifade eden Ekren, Türkiye'nin dünyada finansal temizlik biterken, bankaları zarar görmeden ayakta tutması gerektiğini, finansal temizlikten sonra bankaların rekabet gücüne daha fazla ihtiyaç olacağını söyledi. Ekren, kriz ortamında şirketlerin özel durumlarından dolayı yeniden yapılanmanın söz konusu olabileceğini kaydederek, bankaların bunu yaptığını, BDDK'nın da daha önce çıkarttığı Karşılıklar Yönetmeliği'nde bu konunun yer aldığını ifade etti. Ekren, kredi yapılanması ve taze kredi ihtiyacının karşılanması ya da başka özel bir fon kurularak özel sektör ve kamu sektörünün işbirliği ile yeni kredi imkanın da bulunabileceğini anlattı. Ekren, "Mutlaka bankaların dünyada finans temizliği bittikten sonra bu sağlamlıkta ayakta kalıyor olmaları lazım. Bu hem kredi mekanizmasının devam etmesi için gerekli, hem de ondan sonraki dönemde firmaların ihtiyacı olan fonları sağlamak için önemli. Bu süreci geçirirken hem bankaların, hem de özel sektör firmalarının elbette sıkıntı ve ihtiyaçları olacaktır. İşte bu sıkıntı ve ihtiyacı hem Kredi Garanti Fonu'nun mevcut olanının belki kural ve dengelerini prensipleri ile bir daha gözden geçirip daha etkin hale getirebiliriz. İhtiyaç olduğunda bankalar buna karar verecektir. Yeniden yapılanma konusuna. Bundan sonraki ilgi alanımız, gözlemlediğimiz ana konu bu olacaktır" dedi. Ekren, doğru, rasyonel bir proje üretildiğinde kaynak bulma sıkıntısının olmayacağını da kaydetti. Açıklanan dört kriz paketinin maliyeti Kriz paketleriyle ilgili olarak Erken şu bilgileri verdi: “2008'in ikinci yarısından itibaren Türkiye'de eylemlere başladık ve en son IMF ile stand by bittiğinde gözden geçirmeyi tamamlarken faiz dışı fazlanın milli gelirin yüzde 0,07'si kadar düşürülmesi üzerinde anlaştık. Faiz dışı fazlayı (FDF) yüzde 4,2'ten 3,5'e çektik. Mini paket dediğimiz ve çok dillendirmediğimiz konu bu. Faiz dışı fazlanın düşmesi bütçede kullanabilecek bir kaynağın oluşacağı anlamına geldi. Tahmini olarak o günkü değere göre bu rakam 6.7 milyar lira. FDF'den çıkan fazlalığı GAP'ta, DAP ve KOP'ta kullanalım; SSK'nın 5 puanlık indirimi ve kalan miktarı da merkezi bütçeden yerel yönetimlere aktaralım. Şu anda da dünyadaki paketlerin temel bileşeni altyapı yatırımları. Mini paket olarak ilk bunu oluşturduk. 2008'in ikinci yarısından sonra ilk paket dediğimiz şey şu. 2008'in ikinci yarısında "soft landing"ten, "hard landing"e geçiş oldu. O pakette de şunları yaptık. Karayollarına kaynak, KEY ödemeleri, ücret iyileştirmesi yaptık, kuraklıkla ilgili destek verildi, enflasyon tazminatları veriliyordu. TMO bayram öncesi ürünlere destek verdi. 2008'in ikinci yarısında ilk paket dediğimiz büyüklük 11.7 milyar TL. Onun da bütçeye oranı yüzde 5,2. Gayri safi yurtiçi hasılaya oranı da yüzde 1,2 olacak. 2. paketi ise, bunların aynısının bütçede 2009 yılında korunması yönünde kullandık. Hazine'nin borçlanma limitini de 3'den 4 milyar dolara çıkardık. Birinci ve ikinci pakette temel kurgu, altyapı yatırımları ve imkanlar çerçevesinde toplam talebi artırmak oldu. Buradaki hassas konu, GSMH içinde özel sektörün payı çok yüksek. Yıllar önce, özel sektörün payı artsın denilmişken; en ufak bir şeyde tekrar tersine dönmek yerine; kamu talebini biraz canlandırarak, özel sektöre teşvik olacak şeylere ağırlık verdi. Şubat ayında kısa dönem çalışma ödeneğini artırdık, genç ve kadın teşviğini 1 yıl uzattık. Eski teşvik yasası 1 yıl uzatıldı, Ar-Ge teşviğinde düzenleme yapıldı. Bu bizim üçüncü paketimizdi. Bunun da büyüklüğü 5.6 milyar TL. Milli gelire oranı yüzde 0,6, bütçedeki oranı yüzde 2,2. Muhtemelen seçimden sonraki ilk Bakanlar Kurulu toplantısında, yeni teşvik sisteminin bölgeleri, sektörleri ve teşvik mekanizmaları belirlenmiş olacak. Son paketse, Bakanlar Kurulu kararıyla çıkarttığımız ve Başbakanın Eskişehir'de açıkladığı paketti. Onun da büyüklüğü 2.7 milyar civarında, milli gelire oranı yüzde 0,3. Son paket için maliyeti 5.5 milyara yakın bir rakam dedik. Ama bazı düzenlemeleri ertelemiş olduk. Şu anda 2.7 milyar TL'lik maliyeti var. Son pakette 2-3 kritik düzenleme var. Tüketici kredilerinde KKDF'yi 2004 yılında yüzde 50 artırmıştık, o artan kısmı geri aldık. O da ortalama yüzde 33'lük indirim demek. Bir de 3 sektörde (otomotiv, beyaz eşya ve konut) ÖTV ve KDV'leri indirdik. Bunlarla "ekonomi yönetimi tüketimin artırılması için elindeki imkanların bir kısmını kullanıyor" mesajını verdik. Kamu, fiyatları etkilemek için vergi düzenlemelerini, talebi etkilemek için de en azından kendi çalışanlarında ücret ayarlaması yapıyor.” Dünyada toplam açıklanan paketlerin büyüklüğünün 14,2 trilyon dolar Küresel krizin finansal ilişkilerde ve işlemlerde aşırıya kaçmanın doğal bir sonucu olduğunu belirten Ekren, reel imkan ve kaynakların ötesinde parasal bir harcama yapma alışkanlığı oluşmuşsa ve bunu destekleyen bir ortam varsa ve toplum da buna tercih ve öncelik olarak bakıyorsa sorunun kaçınılmaz olduğunu söyledi. Ekren, 16 Mart itibarıyla dünyada toplam açıklanan paketlerin büyüklüğünün 14,2 trilyon dolar ve dünya milli gelirine oranının da ortalama yüzde 25 civarında olduğunu ifade etti. Konut kredileri zararlarında finansal kuruluşlarda toplam zararın 1 trilyon dolar olduğunu ifade eden Ekren, bu kuruluşlara sermaye enjeksiyonunun da ortalama 1 trilyon dolar olduğunu ve bütün ülkelerde merkez bankalarının krizden önceki bilançolarının 3 kat arttığını anlattı. Ekren, "ABD'de açıklanan ilk paketin eğer doğru tespit yapılıp, kurgusu doğru yapılmış ve doğru müdahaleler içeriyorsa Nisan ayı sonlarına doğru etkilerinin ortaya çıkması lazım. Müdahalenin ortaya çıkartacağı sonuç küçük de olsa düzelme ve canlanma yolunda ise o zaman doğru yolda olunduğu ortaya çıkacak. İlk paketlerin etkileri nisan ayında olacak" diye konuştu. Dünyada krizden en fazla etkilenen ülkelerin çektiği en büyük sıkıntının finansal temizlik olduğunu belirten Ekren, şu anda ülkelerin hala finansal temizliği bitirmediğini söyledi. Ekren, 2009 ve 2010'da bütün dünyada genişletici ve teşvik edici maliye politikasından dolayı bütçe açığının ve kamu borç stokunun artışının kaçınılmaz olduğunu da sözlerine ekledi. G-20 Zirvesi’nin ana konusu ortak eylem planının nasıl olacağı Ekren, G-20 Zirvesi'nin ana konusunun, "küresel finans krizinin nasıl tanımlanacağı ve ortak olarak nasıl bir eylem planı yapılacağı" olduğunu belirterek, ancak burada ABD, Avrupa ve yükselen piyasalar bloklarının tercih ve önceliklerinin farklı olacağını ifade etti. Burada yeni finansal modellerin de tartışılacağını, IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası kurumların yeniden yapılanmasının söz konusu olacağını belirten Ekren, ülkelerin ihtiyaçlarının eskiden olduğu gibi standart bir maliye paketi olmaktan çıkıp ekonomiyi canlandırmanın tüm alanlarını kapsayacak bir düzenleme içereceğini söyledi. Ekren, "Bunların hepsinin belirleneceği, bir formatının oluşacağı önümüzdeki vadede, 'şu kadar bir bütçe açığı, şu kadar bir mali disiplin, şöyle yapısal reformlar' denilebileceği bir platform bekliyoruz" dedi. IMF – Türkiye ilişkisinin kalitesinde bir problem yok Nazım Ekren, IMF ile ilişkiler konusunda da, "IMF ile ilişkimiz, 6 seneden beri süren bir ilişki. Şunu çok net vurgulamak lazım. Bu ilişkinin kalitesinde bir problem yok" diye konuştu. "2008'de gözden geçirme biterken aslında en ihtiyacımız olan bir alanda birlikte bir inisiyatif yarattık" diyen Ekren, "Faiz dışı fazlayı düşürmek demek, bütçenin zaten açılacağı sinyalini vermiştik ve en kritik yerlerde de kullanacağımızı söylemiştik. Dolayısıyla IMF ile ilişkilerde özel bir sorundan daha çok konjonktürün getirdiği... Ekonomiyi canlandırmak gerekiyor. Hangi alanlarda neler yapmalıyız ve bu yapılanları daha sonra reformlarla nasıl telafi ederiz. Üzerinde çalışılan bu. Sadece bizim sorunumuz değil bu, şu anda bütün dünyanın sorunu. Bu açıdan bakıldığında ilgili Devlet Bakanımız zaten süreci devam ettiriyor. Sadece genel çerçeve oluşturulacak ve ondan sonra karar verilecek. Şu anda bu aşamadayız" dedi. İşsizlik için iki konuda inisiyatif kullandık Ekren, işsizlik oranıyla ilgili en son yayınlanan verinin 13,6 olduğunu anımsatarak, bunun nedenleri konusunda birçok şey söylenebileceğini, ancak objektif olması açısından bazı nedenlerin önemli olduğuna işaret etti. Ekren, 15 ve üstü yaş nüfusunun arttığını belirterek, bu rakamın 49 milyon 575'den, 50 milyon 339'a çıktığını söyledi. İşsizliği çözmek için iki önemli konuda inisiyatif kullandıklarını ifade eden Ekren, "Büyüme olmadan, ekonomi makul bir büyüme seviyesine gelmeden istihdamı çözmenin şansı yok. Bütün paketler altyapı yatırımları, talebi artırıcı düzenlemeler, piyasa odaklı ÖTV ve KDV'ler dahil üretimin daha fazla tahrip olmamasına yönelik adımlar" dedi. Ekren, "Beyaz eşya ve elektronikteki ÖTV ve KDV düzenlemesini yaygınlaştıracak ve süreyi uzatacak mısınız?" şeklindeki soru üzerine, karar noktasında sektörler arasında bir ayrım yapmadıklarını vurguladı. Ekren, "Yani 'x sektör bizim için daha önemli, y sektör önemli değil' demiyoruz. Çünkü bunları bir bütün olarak düşünüyoruz. Özel sektör zaten Türkiye ekonomisinin ihtiyacı olan katma değeri, üretimi, istihdamı sağlıyor. Ayrım yapmaktan daha çok, genel bir ortak payda belirliyoruz. Krizin işsizlikle ilgili ortaya çıkardığı sonuç elbette var. Ama bizdeki asıl sorun, fiilen işte olup, işsiz kalanlar kadar genç nüfustan da kaynaklanıyor. Dolasıyla hem büyümeyi hem de mesleklendirme olayını çözmemiz lazım" diye konuştu. Ekren, kısa dönem çalışma ödeneği ve işsizlik fonunu kullanarak işsiz kalanlara yardım ettiklerini, sosyal koruma yardımları altında da zaten istihdam edilemeyen, istihdam piyasasına gelmeyenlere yardımı sürdürdüklerini söyledi. Mesleklendirme programı çerçevesinde 2009 yılında 250 milyon TL kaynak ayırarak, 100 bin işsize iş garantili eğitim verecek programları başlattıklarını bildiren Ekren, bunun kaynağını da, sayısını da artırabileceklerini kaydetti. Ekren, "Bir taraftan büyümenin azalmasına yönelik tedbirler alırken, diğer taraftan mesleki eğitimin at başı gitmesi lazım. Birini, diğerine tercih etmemek lazım. Ama işsiz kalan vatandaşlara mali desteğimizi devam ettirmemiz gerekir, devam ettiriyoruz" dedi. Kur ile dolardaki artışın nedenlerini ayırmak gerekir Ekonomik ve siyasi istikrar ile güven ortamı oluştuğunda bütün ekonomik göstergeler ve temel parametrelerin uygun hale gelmeye başlayacağını belirten Ekren, "Hem siyasi hem ekonomik istikrarı sağladığımızda bizim makro dengelerimiz neyi yansıtıyorsa, bütün piyasalar, mekanizmalar o seviyeye gelecektir. Kur da gelecektir, enflasyon da gelecektir ve faiz de gelecektir" diye konuştu. Bakan Ekren, başka bir soru üzerine de, kurun doğal fiyatı denildiğinde koşulların doğal olup olmadığının tartışılması gerektiğine dikkati çekerek, küresel ortam ve Türkiye ortamının şu anda doğal olmadığını kaydetti. Kur ile dolardaki artışın nedenlerini ayırmak gerektiğine işaret eden Ekren, "Türkiye'de hane halkı, net döviz borçlusu değil. Firmalar net döviz borçlusu, kamu çok küçük net döviz borçlusu, banka yönetilebilir bir döviz borçlusu. Ama hane halkının tamamında net döviz fazlası var. Hane halkı bu olayları doğru algıladığı sürece, gelişmeleri takip ettiği sürece özel bir panik olmasına gerek yok. Zaten kendileri için bir sorun yok. Türkiye ekonomisine böyle bakıldığında ciddi bir sorun gözükmüyor. Merkez Bankası zaten bir süre önce döviz satım ihalelerine başladı ve bu ihaleden sonra da adım adım döviz kuru inmeye devam ediyor" dedi.