26 Mart dünya basını

26 Mart dünya basını
İNGİLİZ BASINIİngiltere basını, Başbakan Gordon Brown'un kamu harcamalarını arttırmaktan vazgeçmesine geniş yer ayırıyor. Guardian'ın manşeti: "Piyasalar uyardı, Brown harcama konusunda geri adım attı" şeklinde. Haberde, gelecek hafta Londra'da yapılacak G20 zirvesi öncesi, Avrupa ülkelerini kamu harcamalarını arttırarak ekonomiyi canlandırmaya teşvik etmeye çalışan İngiltere Başbakanı'nın, kendi ülkesinde bu politikadan geri adım atmak zorunda kaldığı duyuruluyor. "Gordon Brown gelecek ay açıklanacak bütçede resesyonu yenme amaçlı yeni bir harcama girişimine yer verme planından geri adım attı. Brown'un bu kararında, yatırımcıların devlet tahvili ihalesine ilgisiz kalmak suretiyle kamu maliyesinin durumu ile ilgili kaygılarını ortaya koyması etkili oldu." "G20 zirvesi öncesinde dünya çapında bir ekonomiyi canlandırma paketi için destek toplamak amacıyla New York'ta bulunan Brown, sonbaharda açıklanan 20 milyar sterlinlik canlandırma paketine bir yenisini ekleme gibi bir planı olmadığını açıkladı." "Aynı saatlerde Londra'da, Hazine'nin, hükümetin banka kurtarma planlarına kaynak ayırmaya devam edip edemeyeceği ve düşen vergi gelirlerinin oluşturduğu deliğin nasıl kapanacağı konusunda kaygılar su yüzüne çıkıyordu. Böyle olunca da yatırımcılar Hazine ihalesinden uzak durdu." Gordon Brown'un ikinci bir ekonomiyi canlandırma paketi fikrinden geri adım atması Financial Times'ın da manşetinde. Gazete bu geri adımda, Maliye Bakanı ve Merkez Bankası Başkanı'nın uyarılarının da etkili olduğunu hatırlatıyor. Gordon Brown'un resesyonu aşmak için kamu harcamalarını arttırma politikasına muhalefetin İngiltere ile sınırlı olmadığının da altını çizmiş Financial Times. "Birçok Avrupalı lider, kamu harcamalarının ciddi oranda arttırılması yolunda Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere'den gelen çağrılara direniyor. Avrupa Birliği dönem başkanlığını yürüten Çek Cumhuriyeti Başbakanı Mirek Topolanek, bu siyaseti 'cehenneme giden yol' olarak niteledi." G20 protestocularının hedefi bankacılar Amerikan ve İngiliz hükümetlerinin ekonomiyi kurtarma reçetelerine tek muhalefet, Avrupa başkentlerinden gelmiyor. Gelecek haftaki G20 zirvesi sırasında protestocular da Londra sokaklarında yerlerini alacak. Financial Times'ın haberine göre öfkelerinin hedefinde de, krizin sorumlusu olarak görülen bankacılar olacak. "Royal Bank of Scotland'ın eski İcra Kurulu Başkanı Sir Fred Goodwin'in evine yönelik saldırının ardından, zirve günü personellerini korumak için önlem almaları konusunda bankalar uyarıldı. Bankacıların o gün kalabalıkta tanınmayacak şekilde, daha spor giyinmeleri tavsiye ediliyor." G20 BM'ye alternatif mi? G20 zirvesi sırasında Londra'nın büyük protesto gösterilerine sahne olması bekleniyor ama, Times gazetesine göre G20'nin dünya sahnesindeki etkinliği de giderek artmakta. Gazeteye göre bunun başlıca sebebi, Ban Ki Moon'un Genel Sekreterliği'nde Birleşmiş Milletler'in etkinliğinin giderek azalması. "Ban ki Moon'un sesi uluslararası güvenliği ilgilendiren konularda çok cılız çıkıyor. Şimdiye kadar iklim değişikliği gibi hayati bir konuda etkisiz kaldı. Ekonomik ve mali kriz konusunda ise söyleyeceği neredeyse hiçbir şey yoktu." "Bu vakumu şimdi G20 dolduruyor. Küresel yönetimin yeni organı olmaya başlıyor. Ancak G20 dünya nüfusunun sadece üçte ikisini, dünya ticaretinin de yüzde 80'ini temsil ediyor ve bir sekreteryası bile yok." İsrail Gazze'de savaş suçu işledi mi? Independent, İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün dün açıkladığı raporla, İsrail'in Gazze'de savaş suçu işlediğine yönelik yeni kanıtlar ortaya koyduğunu duyuruyor. "Human Rights Watch, İsrail'in Gazze'de kasıtlı olarak ve pervasızca beyaz fosfor bombası kullandığını ve sivilleri ayrım gözetmeksizin öldürdüğünü açıkladı. Raporda İsrail ordusunun beyaz fosforun derin yanıklar oluşturan öldürücü etkisinden haberdar olduğu ve bunların kazara ya da münferit bir şekilde değil, bilinçli olarak kullanıldığı belirtildi." "Raporda ayrıca, 700 sivilin sığındığı Gazze'deki Birleşmiş Milletler binasına yönelik beyaz fosfor bombalı saldırının, BM yetkililerinin İsrail ordusunu telefonla defalarca uyarmasına rağmen iki saat daha devam ettiğini vurgulandı." İngiltere'de yeni Irak soruşturması İngiltere gündeminde geniş yer bulan bir başka konu da, hükümetin Irak Savaşı'ndaki rolüne yönelik yeni ve kapsamlı bir soruşturma açılmasını kabul etmesi. Daily Telegraph bu gelişmeyle ilgili şu ayrıntılara yer veriyor: "Dışişleri Bakanı David Miliband, hükümetin bu soruşturmayı 31 Temmuz'dan sonra mümkün olan en kısa sürede başlatacağını açıkladı. Bu tarihte Irak'taki tüm muharip güçlerin ülkeye dönmesi planlanıyor." "Başbakanlık stratejistleri kapsamlı bir soruşturmanın, 2003'teki işgalden sonra İşçi Partisi'nden uzaklaşan seçmenlerin yeniden kazanılması için hayati önemde olduğunu düşünüyor. Seçmene bu süreçteki hataların tekrarlanmayacağı mesajı verilmek isteniyor." Peki bu soruşturma, işgal öncesi ve sonrası süreçte hangi soru işaretlerini yanıtlamaya çalışacak? İşte Times'ın verdiği birkaç örnek: "Tony Blair hükümeti, Saddam Hüseyin'in yürüttüğünden şüphelenilen kitle imha silahları programına ilişkin kanıtlar ortaya konmasa da Amerika Birleşik Devletleri'nin yanında savaşa girmeye kararlı mıydı?" "İşgalin amacı gerçekten de Saddam Hüseyin'in devrilmesi miydi?" "Blair hükümeti Saddam Hüseyin'in kitle imha silahlarına sahip olduğuna ve işgal güçlerine karşı kimyasal ve biyolojik silahlar kullanacağına ne kadar ikna olmuştu?" "Amerika ve İngiltere'nin işgal sonrasına ilişkin planı neydi? "İngiltere, Amerikalıların Irak ordusunu lağvetmesine engel olmak için hangi adımları attı?" Obama'nın iklim değişikliği açmazı Guardian'ın baş sayfasında, "Obama iklim değişikliği anlaşmasını imzalamayı geciktirebilir" başlığı altında şu satırlar yer alıyor: "Barack Obama, yıl sonunda Kopenhag'da imzalanması planlanan yeni uluslararası anlaşmaya dahil olmayı, Amerikan Kongresi'ndeki muhalefet nedeniyle ertelemek zorunda kalabilir." "Obama yönetiminden üst düzey isimler, Başkan'ın bu anlaşmaya ülke içinde destek kazanmak için en az 6 ay ek süreye ihtiyaç duyabileceği görüşünde. Böylesi bir gecikme, 2012'de süresi dolacak olan Kyoto Anlaşması'nın yerini alacak yeni ve etkili bir anlaşma oluşturma çabalarını rayından çıkarabilir." (BBC Türkçe)ALMAN BASINIİnternetteki çocuk pornografisi içerikli sitelere girişlerin engellenmesi için Federal Alman Hükümeti'nin dün açıkladığı önlemler paketi, Alman basınının en fazla ilgi gösterdiği yorum konularının başında geliyor. Nürnberger Nachrichten'de şu satırlar dikkat çekiyor: "Teknik engellemeleri aşmak mümkün. Ama bu daha fazla beklemeyi de haklı çıkarmaz. Çünkü internet kullanıcılarının tümü, bu tür barikatları kırabilecek teknik bilgi ve beceriye sahip değil. Çocuk pornografisi içeren malzemelere olan talebin bariz bir şekilde azaltılması bile çok sayıda kız ve oğlan çocuğunun imdadına yetişebilir. Planlanan yasal düzenleme, çocuklara yönelik kötü muamele ve tecavüzün Almanya'da kesinlikle müsamaha gösterilmediğini ortaya koymanın yanı sıra belki bazılarının da çocuk pornosu girdabına sürüklenmesine engel olabilir." Aynı konuda Reutlinger Generalanzeiger'in yorum sütunundaysa özetle şu satırlar yer alıyor: "Büyük koalisyonun ortaya koyduğu taslakta bol miktarda "istiyoruz" ve "olmalıdır" türünden istek ve temenni ifadeleri var; ancak somut önlemler pek mevcut değil. Bu sektörden büyük kârlar elde edenlere mâni olmanın yanı sıra asıl önemli olan mağdurların yaşadıklarına odaklanmaktır. Bu iğrenç tezgâhın içine çekilen çocuklara yardım edilmelidir. Bir seks objesi olarak istismar edilen yavrularda bedensel acılarla birlikte oluşan manevi tahribatın tamiri, belki de ömür boyu mümkün olmayacak." Çocuk pornografisiyle mücadele konusundaki son yorumumuzu Dresdner Neueste Nachrichten gazetesinden aktarıyoruz: "Hiç şüphesiz internetteki çocuk pornografisi veri otobanı artık kapatılmalıdır. Bu ne kadar çabuk olursa o kadar iyi. Ancak ne yazık ki Federal Aile Bakanı'nın planlarını hayata geçirmek o kadar da kolay değil. Öyle bir çırpıda kapatılabilecek 'çocuk pornografisi' adlı bir internet sitesi de yok. Kaldı ki çocuk pornografisi içerikli sayfalara erişimin engellenmesinin, hiç bir çocuk istismarcısını da parmaklıklar arkasına götürmeyeceği de acı ama gerçek. Eğer istismar internette izlenebiliyorsa çok vuku bulmuş demektir. Bu sayfalara erişimin engellenmesi sadece çocuk pornografisiyle mücadelenin yapı taşlarından bir tanesi olabilir." Alman basınında bugün öne çıkan bir diğer konu, Çek Cumhuriyeti'ndeki hükümet krizinin AB'deki yankıları. Aynı zamanda Haziran ayı sonuna kadar AB Konsey Dönem Başkanlığı görevini de yürüten Çek Cumhuriyeti Başbakanı Mirek Topolanek'in ülkesinin parlamentosundan güvenoyu alamaması, Birlik ülkelerinde büyük bir endişeye neden oldu. Almanya'nın ulusal gazetelerinden Süddeutsche Zeitung'dan konuyla ilgili şu yorumu yaptı: "Sanki AB'nin başında yeterince sorun yokmuş gibi şimdi bir de kendi kendine çelme takıyor! Neredeyse on yıldır uğrunda mücadele edilen AB reform süreci, Prag'daki son gelişmeler nedeniyle başarısız olma tehlikesiyle yüz yüze. AB'nin böyle bir lüksü yok. Reform süreci kurtarmak isteniyorsa Prag üzerindeki baskı da artırılmalıdır. Çeki Cumhuriyeti'ndeki 'dövüş horozları', iç politikadaki kavgalarının Avrupa Birliği genelinde vahim etkilerinin olacağını anlamak zorunda." Başkent gazetesi Berliner Zeitung'da aynı konuda yer alan yorum ise şöyle: "Ortada yaman bir çelişki var: Yeşiller Partisi'nin yanı sıra Çek Sosyal Demokratları, ülkedeki en ateşli Avrupa yanlıları. Hal böyleyken tam da bu parti, Avrupa politikalarını bariz ölçüde engelleyen hatta geriye götüren bir duruma neden oldu." (Deutsche Welle Türkçe)AMERİKAN BASINI (25 MART) Christian Science Monitor, Amerika’da 40 yıl içinde sağlık harcamalarının ekonomideki payının % 5’ten % 20’ye çıkacağını ve sağlık sisteminde bir reformun kaçınılmaz olduğunu yazıyor: “Sağlık harcamalarında verimliliğin sağlanması çok uzun bir süre alabilir. Ayrıca maliyet düşürücü önlemlerin de beraberinde getireceği çeşitli sıkıntılar var. Koruyucu sağlık hizmetlerinin zorunlu hale getirilip getirilmeyeceği de belirsiz. Yönetimin, sağlık sistemini verimli hale getirmeye vurgu yapması önemli bir gelişme. Hem sağlık hizmetinin yaygınlaştırılmasını hem de maliyetlerin iyi planlanmasını amaçlıyor. Ancak sağlık harcamalarında israfın azaltılması çabalarının, komplikasyonlara da yol açacağını unutmamak gerekir.” USA Today kaçak yabancı işçilerin yakalandıktan sonra zalimce muamele gördüğünü ileri sürüyor ve kaçakların da yasal haklara sahip olması gerektiğini savunuyor: “Geçen yıl 378 bin kişi ülkeye kaçak girdikleri iddiasıyla yakalandı. Bunların büyük bir kısmı birkaç ay içinde sınır dışı edildi. Ancak geri kalanlar aylar, hatta yıllar boyunca aileleri ve avukatlarıyla görüşemeden tutuklu kalıyor. Bu tutukluluk süresi de tamamen göçmenlik bürosu yetkililerinin insafına kalmış durumda. Bütün sistemin baştan aşağı değişmesi şart. Tutuklananlarla ilgili olarak hızlı ve tarafsız bir karar verme mekanizması kurulmalı. Ayrıca tutuklama dışında da alternatif yöntemler geliştirilmeli. Amerika’da kaçak işçilerin tutuklanması, kanunsuz bir üçüncü dünya ülkesinden farklı olmalıdır.” New York Times gazetesi, Başkan Obama’dan bir an önce Rusya’yla nükleer silahsızlanma görüşmelerine başlamasını istiyor. Gazete, START 1 antlaşmasının dokuz ay sonra sona ereceğini hatırlatıyor: “Berlin Duvarı’nın yıkılmasının üzerinden yaklaşık 20 yıl geçti. Ancak Amerika ile Rusya’nın elinde hala 20 bini aşkın nükleer silah var. Artık iki ülkenin 21. yüzyılın getirdiği tehditlere, İran gibi nükleer silah yapmaya çalışan ülkelere ve nükleer silah elde etmeye çalışan teröristlere odaklanması gerekiyor. Amerika kendi nükleer silahlanma stratejisini değiştirmedikçe ve kendi nükleer silahlarını azaltmadıkça, bu tehditlere karşı söyleyeceği sözlerin bir inandırıcılığı olmayacaktır.” Washington Times, Başkan Obama’nın Bağdat büyükelçiliği için önerdiği Christopher Hill’in bu görev için yanlış bir isim olduğunu savunuyor. Gazete, Hill’in Kuzey Kore’nin nükleer programı konusundaki görüşmelerde de başarısız olduğunu öne sürüyor: “Hill’in geçmişteki başarısızlıkları göz önüne alındığında, İran’a yönelik yeni açılım konusunda oynayacağı rolden kaygı duyuyoruz. Hill, Pyongyang’la yapılan görüşmelerde hiç gündeme getirmese de, Kuzey Kore’nin nükleer çalışmaları Ortadoğu’yu da etkiliyor. Kuzey Koreli teknisyenler, İsrail’in 2007 yılında vurduğu Suriye’deki nükleer tesiste görüntülenmişti. Şimdi Hill’in İran’ın Irak’a silah göndermesi ve Irak’taki teröristleri eğitmesi gibi konuları Tahran’la görüşmelerde gündeme getirip getirmeyeceği konusunda şüpheliyiz. Eğer İran’ın da Kuzey Kore’yle aynı nükleer kapasiteye sahip olmasını istiyorsanız, Hill bu görev için en uygun isimdir.” (Amerika'nın Sesi) (Not: Saat farkından ötürü Amerikan basınından özetler gecikmeli olarak yayımlanabilmektedir)