27 Mayıs 1960'da apoletleri sökülerek tutuklanan eski Genelkurmay Başkanı Org. Rüştü Erdelhun'un aile dostu Süreyya Yazıcıoğlu, darbe sürecini anlattı. Darbeyi önceden öğrendiklerini söyleyen Yazıcıoğlu, "Erdelhun Paşa Genelkurmay Başkanlığı sırasında Saraçoğlu Mahallesi’nde oturuyordu. Hergün 08.45’te evden çıkıp, makam arabasıyla Genelkurmay’a geçiyordu. Hiç şaşmazdı. Kızılay’da tansiyon artınca, öğrenciler sokağa inmişti, aynı apartmanda oturduğumuz asker komşularımızdan durumu sorduk. İhtilal hazırlığını 3 gün öncesinden öğrendik. Paşa’ya ‘İstifa et’ diyemedim, yetişemedim. Telefonları dinlendiği için arayamadım. 3 gün önce sabah yola çıktım, arabasının önüne atlayıp, Japonca ‘İhtilal geliyor, istifa et Paşam’ diyecektim. Öyle bir sağanak yağmur başladı ki Paşa’nın evinin önüne gidemedim. Ona yetişemedim" diye konuştu.
Yeni Hayat'tan Mesut Çevikalp'e konuşan Süreyya Yazıcıoğlu'nun açıklamaları şöyle:
Rüştü Erdelhun, Tokyo’ya ilk 1933’te Ateşenaval (Deniz Ateşesi) vazifesiyle geldi. Üç yıl orada yaşadı, Japonya’yı öğrendi. Babamla o dönem tanıştı. Babam çok severdi Paşa’yı. Eşi Vasfiye Hanım’dan çocuğu olmamıştı. Ben o günlerde 6-7 yaşındaydım. Paşa ve eşi beni çocukları gibi severdi. Sık sık ailece bir araya geldiğimizi bilirim. Babam Tokyo’nun önde gelen Türk eşrafındandı. Erdelhun’un ikinci Tokyo vazifesi Kore Savaşı münasebetiyle 1950’de başladı. Kore’ye savaşmaya gelen 1’inci Türk Tugayı’nın İrtibat Subayı’ydı. Bu göreve atanmasında Japoncası rol oynadı. Paşa ikinci gelişinde bizim evin tam karşısında ev tuttu. Ben yine sık sık evlerine giderdim. Vasfiye Hanım dünyalar tatlısı bir hanımefendiydi. Paşa evde olduğunda devamlı kitaplarıyla meşgul olurdu.
Paşa hayatının en acılı günlerini Tokyo’da yaşadı. Eşi Vasfiye hanım attan düştü. Belindeki disk kayması sebebiyle yatalak kaldı. Paşa çok üzüldü. Yine de ‘öf’ demediler, kadere isyan etmediler. İtikatları sağlam insanlardı. Eşine bakıcı buldu, Türkiye’ye döndüklerinde Almanya’ya ameliyata gönderdi. Çare bulamadı, eşi o şekilde, yatalak olarak vefat etti.
Korgeneral Erdelhun, 1950’de patlak veren Kore Savaşı sırasında cepheden Tokyo Amerikan Hastanesi’ne getirilen yaralı mehmetçikle birebir ilgileniyordu. Hastanede Türkçe bilen iki hemşire varmış, yaralılara yetişemeyince babamdan beni hastaneye yardıma göndermesini istemiş. 22 yaşındaydım o ara. 7 kız arkadaşımla gönüllü hemşire olarak yaralılarla ilgilenmeye başladık. Yunan erlerle bizimkiler birbirlerine çok benziyordu. Onlara da yardımcı olduk. Bir gün iki yaralı yüzbaşı getirdiler; biri başından vurulmuştu, sadece ‘anne, anne’ diye inliyordu.
Yüzbaşının o acıklı hali bugün dahi gözümün önünde. Türkiye’ye götürdüler ama şehit oldu. Amerikalılar yaralılarını uçakla götürüyordu ülkelerine, bizimkiler 1 ay süren gemi seferleriyle! Çok zayiat verdi Türkiye, çok…
Eşim Aydın Bey ile gönüllü hemşireliğim sırasında tanıştık. 1’inci Türk Tugayı’nda Tabibi Yüzbaşı olarak görevliydi. Tokyo’ya hava değişimine gelirdi Türk askerleri. Görmüş, beğenmiş. Komutanlarını araya sokup beni babamdan istedi. Babam Erdulhun Paşa’ya sordu. Paşa ‘kefilim’ deyince beni Aydın Bey’e verdi. O istemese vermezdi. Tokyo ABD sefaretinde evlendik.
Paşa’ya yetişemeyince darbe tertibini söyleyemedim! Türkiye’ye geldikten sonra da Erdelhun ailesiyle irtibatımız kopmadı. O dönemde eşim Dr. Aydın Bey Ankara Numune Hastanesi’nde çalışıyordu. Bulaşıcı hastalıklar mütehassısıydı. Ben de ODTÜ’de memurdum. Ülkedeki gerilim sokağa yansımıştı. İşe gidip gelirken Kızılay’da düzenlenen ‘555K’ gösterilerine şahit oldum. Eşim Aydın Bey ‘Hanım Kızılay’a gitme, polis seni de götürür, kurtaramam ellerinden’ diye kızıyordu. Erdelhun Paşa Genelkurmay Başkanlığı sırasında Saraçoğlu Mahallesi’nde oturuyordu. Hergün 08.45’te evden çıkıp, makam arabasıyla Genelkurmay’a geçiyordu. Hiç şaşmazdı. Kızılay’da tansiyon artınca, öğrenciler sokağa inmişti, aynı apartmanda oturduğumuz asker komşularımızdan durumu sorduk. İhtilal hazırlığını 3 gün öncesinden öğrendik. Paşa’ya ‘İstifa et’ diyemedim, yetişemedim. Telefonları dinlendiği için arayamadım. 3 gün önce sabah yola çıktım, arabasının önüne atlayıp, Japonca ‘İhtilal geliyor, istifa et Paşam’ diyecektim. Öyle bir sağanak yağmur başladı ki Paşa’nın evinin önüne gidemedim. Ona yetişemedim. Bir daha ulaşma imkanı olmadı. İki gün sonra gece 02.00 gibi darbe oldu.
Darbe sabahı her yeri askerler sardı. Hışımla Paşa’nın evine koştum. Kapısı kırılmış, eşyaları yağmalanmıştı. Ev yerle bir edilmişti. Genelkurmay Başkanı’nın evinin kapısı kırılıp, eşyaları yağmalanmıştı, hem de emrindeki askerler tarafından! İki gün sonra Paşa’nın eşinin yeğeni teknik öğretmen Nusret Hanım gelip, kalan eşyalarını topladı, depoya kaldırdılar. Ameliyat için Almanya’da bulunan Vasfiye Hanım da ilk uçakla döndü. Havalimanına karşılamaya gittik. Sonrasında gözümüz-kulağımız radyoda, gazetelerde oldu. Yassıada mahkemelerini takip ettik. Orada ve Kayseri’de tutulduğu sırada ziyaretlerine gittik. Kayseri’de 4 yıl 4 ay hapis yattığı sırada yeğeni Nusret Hanım, Paşa’nın sevdiği yemekleri yapıp, cezaevine götürürdü. Bunun dışında kimse sahip çıkmadı. Çevresindeki dalkavuklar çil yavrusu gibi dağıldı. Paşa’nın çevresini şakşakcılar sarmıştı, sokağı görmüyordu. İşine odaklandığı için ihtilalin gelişini fark edemedi. Vasfiye Hanım da çok çekti, yatalaktı, yeğeni sahip çıktı. Paşa onca cefaya rağmen devlete isyan etmedi, asil, vakur halinden taviz vermedi.
27 Mayıs darbesini yöneten Orgeneral Cemal Gürsel, Erdelhun Paşa’ya “Komutan sensin ama beni dinleyeceksin!” demiş.
Darbeden kısa süre önce Cemal Gürsel (Kara Kuvvetleri Komutanı) karşısına çıkıp, Paşa’ya ‘Genelkurmay Başkanı sensin ama benim dediğimi yapacaksın’ demiş. O da üst düzey kurmayları Milli Savunma Bakanlığı’nda toplayıp, ‘Çocuklar ihtilal yapmayalım’ demiş. Ancak orada bile Paşa’ya kızıp, ‘İhtilal yapacağız’ demişler. Darbeciler Erdelhun gibi ordudaki münevver, kabiliyetli, donanımlı subayları biçti. Paşa 5-6 dil konuşuyordu. İkinci Dünya Savaşı sırasında Londra’da görev yapmıştı. Siyaseti hiç sevmezdi. İyi bir hatip, iyi bir askerdi. Devletin tek kuruşuna tamah etmedi. Ailece basit, gösterişsiz yaşadılar. İstanbul’da bir evleri vardı, tüm varlıkları o kadardı. Sadece maaşıyla yetinen, çok namuslu bir adamdı. Şimdikiler çok zengin! Erdelhun olsaydı şehit geldiği sırada o düğüne de gitmezdi. (Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın gittiği Sümeyye Erdoğan’ın düğünü)
Mahallede Emin Çölaşan’ı görüyorum arada sırada. Çölaşan’ın dayısının kızı benim arkadaşım, dayısını da tanırım. Geçenlerde yolda karşılaştık “Merhaba ODTÜ’lü hala gazetede yazabiliyor musun?” dedim. Güldü… Gazetecilerin işi çok zor bugünlerde. Gazetecileri hapse atıyorlar. Siyasetçileri, polisleri içeri attılar. Televizyonları kapattılar. Önceleri bu kadar kutuplaşma yoktu. Kürt, Türk, Alevi, Sünni ayrışması olmazdı. Bugün öyle mi! Çok bölündü, ayrıştı ülke. Sonumuzu iyi görmüyorum.
Başbakan (Ahmet Davutoğlu) görevi bıraktı, bakanlar da istifa etmeliydi. Eskiden kabine de istifa ederdi. Şimdikiler istifa etmeyi bilmiyor. Başarısız da olsalar görevde kalıyorlar. Darbeciler bile bu kadar saltanat yaşamadı! Necdet Sezer’e ‘Gölbaşı’nda 250 bin liraya ev yaptırdı’ diye türlü türlü laf ettiler, demediklerini bırakmadılar. ‘Parayı nereden buldu?’ diye! Cumhurbaşkanı iken hastalandığında kendi arabası Renualt’a binip, Numune Hastanesi’ne gidiyordu. Peki ya şimdikiler! Eski siyasetçilerde bir kumaş vardı. Duruş, nezaket vardı. Ege’de ölen kadın ve çocuk göçmenlere, Suriye’de ölen insanlara üzülmüyorlar.