Ankara
TBMM Darbe Ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’nun 28 Şubat sürecini araştıran alt komisyonun 640 sayfalık kapsamlı raporunda “ Türkiye'de ordu her zaman siyasetin içinde olmuş, Kur'an kurslarından, İmam hatip liselerine, vakıflardan özel okullara, radyo-TV yayınlarından kurban derilerine, pompalı tüfeklerden türbanlı öğrencilere kadar hemen her konuda siyasete müdahale etmekten çekinmemiştir. Başbakanlar ise belki de ellerinden bir şey gelmediği için iktidarlarını askerlerle paylaşmaktan kaçamamışlardır. Böylece, kanuni açıdan sözde danışma organı olarak MGK, fiiliyatta devletin derin aklı olmuştur” dendi.
Askerin Şubat döneminde hiç olmadığı kadar medya ile iletişeme geçtiği vurgulandı. İşte rapordan bazı bölümler:
1997 yılında, yurt çapındaki tüm Kuvvetler bünyesindeki askeri birimlerde, askeri hiyerarşiye aykırı olarak yapılan bilgi toplama faaliyetlerinde, subay ve astsubayların eşleri ve hatta çocukları da birer haber toplama elemanı olarak kullanılmıştır. Bu durum, ordu içinde birlik ve beraberlik duygusunu zedelemiş; komşuluk ilişkilerini zedeleyerek, “muhbir komşu” korkusunu körüklemiştir.
-Öte yandan, BÇG içinde görevlendirilen personelin kimi zaman alt rütbelerde olması, bu kişilere kendisinden üst rütbedeki amirlerini de fişleme imkanı vermiş, bu durum ordu içindeki hiyerarşinin bozulmasına yol açmıştır. Keza, çok sayıda sicil amiri/komutan da, “irticacı personele müsamaha gösteriyor “damgası yememek için, terfi vb. endişelerle, bu uygulamalar karşısında sesini çıkaramamıştır.
-Ardından hedefteki bu kişilerin tasfiye edilmesi için gerekli altyapı oluşturulmaya çalışılmış; bunun için ilgili personelin kimi zaman geriye dönük sicil raporları -hukuka aykırı biçimde- bozulmuş, kimi zaman psikolojik taciz, kimi zaman da fiili işkence gibi yöntemler uygulanabilmiştir.
-Bu sessiz ama derin operasyon; kendisi ve/veya eşi dindar/mütedeyyin olarak görülen personelin öncelikle fişlenmesi, akabinde çeşitli yollarla kendisinin ve ailesinin sözlü veya fiili şekilde taciz edilmesi, nihayetinde bu kişilerin kendi istekleriyle istifa etmesi veya emekliye ayrılmak zorunda kalması yahut “kaderine razı” olanların “disiplinsizlik” gerekçe gösterilerek, Yüksek Askeri Şura Kararı veya Bakan Onayı gibi yöntemlerle re’sen emekliye sevk edilmek suretiyle tasfiye edilmesiyle sonuçlanmıştır.
-Hukuk dışı bu yöntemlerle tasfiye edilen personel, psikolojik yönden çöküntüye uğramanın yanı sıra, bazıları intihar etmiş, birçoğunun kendisi veya eşi hastalığa yakalanmıştır.
-Daha da önemlisi, bu kişiler, YAŞ Kararlarının temyiz edilememesi sebebiyle idarenin bu eylemine karşı çaresiz kalmış; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) gibi hak arama imkanlarını kullanamamış ve neticede özlük hakları kaybına uğrayarak maddi yönden büyük bir yıkıma uğramıştır.
-Öte yandan, bu personelin, 28 Şubat 1997 tarihli MGK Kararı gereğince, ordudan ihraç edildikten sonra başka bir işe girmeleri de, yine temel insan haklarına aykırı şekilde engellenmek istenmiştir. Böylece bu kişilerin mağduriyetlerinin ömür boyu sürmesi istenmiştir.
Nitekim, Komisyonumuza Milli Savunma Bakanlığı’ndan intikal eden, “Yüksek Askeri Şura kararlarıyla Türk Silahlı Kuvvetlerinden uzaklaştırılan personele ilişkin yazıda”, sözkonusu tasfiye sürecinin, 28 Şubat MGK toplantısının hemen öncesinde ve hemen sonrasında, 1995-1999 yılları arasında yoğunlaştığı görülmektedir.
-Sözkonusu yazıdan, 01 Ocak 1990-31 Aralık 2011 tarihleri arasında toplam 1235 personelin Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişiğinin kesildiği; bu kişilerden 1043‘ünün “irticai faaliyet” gerekçesiyle ordudan uzaklaştırıldığı; bunların 395’inin subay, 648’inin astsubay olduğu anlaşılmaktadır.
-Öte yandan, sözkonusu yazıda, dört askerin ise “yıkıcı örgütlerle bağlantılı” oldukları gerekçesiyle ilişiklerinin kesildiği bildirilmektedir.
-Başka bir ifadeyle, 1990-2011 yıları arasında, Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilen asker personelin yaklaşık %84.4’ünün mesleklerinden koparılma gerekçesi irtica olmuştur.Söz konusu yazıya göre; bu personelin Kuvvet Komutanlıkları'na göre dağılımı şöyledir:
- Kara Kuvvetleri Komutanlığı : 275 subay, 319 astsubay
-Deniz Kuvvetleri Komutanlığı : 49 subay, 105 astsubay
- Hava Kuvvetleri Komutanlığı : 33 subay, 155 astsubay
- Jandarma Genel Komutanlığı : 38 subay, 69 astsubay
-İrtica” gerekçesiyle gerçekleştirilen sözkonusu tasfiye sürecinin;
- Kara Kuvvetleri Komutanlığında 1995-1999 yılları arasında,
- Deniz Kuvvetleri Komutanlığında 1996-1999 yılları arasında,
- Hava Kuvvetleri Komutanlığında 1990-1991 yılları arasında,
- Jandarma Genel Komutanlığında 1998 yılında,
zirve noktasına ulaştığı görülmektedir.
Komisyonumuza; Türk Hava Kuvvetleri bünyesinde, 1992 yılından itibaren, irticai faaliyette bulunduğu iddia edilen asker personele yönelik olarak, “Bulut Projesi” adıyla yürütülen gizli bir operasyon ilişkin bilgi ve belgeler intikal etmiştir.
- Söz konusu belgelere göre, yüzlerce Havacı subay ve astsubayın, 1990’lı yıllarda, yasa dışı şekilde sorgulandıkları ve işkenceye maruz kaldıkları anlaşılmaktadır.
-Söz konusu belgelerde; sözkonusu Proje kapsamında, sorgulanan personele, “Refah Partisinin Milli Görüş Düşüncesini benimsiyor musun?”, “Kütahya Milli Gençlik Vakfında dini-siyasi faaliyetlerde bulunuyor musun?”, “Evinde veya diğer yerlerde yapılan aile toplantılarında aşırı dinci propaganda yapıyor musun?”, “Toplumun şeriat kuralları ile yönetilmesini benimsiyor musun?” vb. şekilde çeşitli sorular yöneltildiği; bu kişilerden birinin 28 gün oda hapsiyle cezalandırıldığı, sorgulanıp yalan makinasına bağlandığı, fiziksel ve ruhsal işkenceye maruz kaldığı ifade edilmektedir.
-Bu kişinin, ayrıca, Kasım 1997’de Eskişehir 1. Hava Kontrol Grup K.lığında görevli iken İmam Hatip Lisesinde öğrenim gören kızının da, askeri istihbarat elemanlarınca baskı altına alındığı, bu durum karşısında başlattığı hukuki mücadele üzerine, YAŞ Kararı yoluyla TSK’dan ihraç edildiği anlaşılmıştır.
-28 Şubat Alt Komisyonu’nun “Faili Meçhuller” başlıklı bölümünde, Uğur Mumcu’nun öldürülmesi konusunda, “ Bu suikast, ülke genelinde, “laik-anti laik” kutuplaşmasını daha da derinleştirmiştir” dendi.
-Taslak raporda, MGK için, “Uzun yıllar boyunca, ‘milli güvenlik’ olarak takdim edilen sihirli kavramın arkasına sığınarak, ‘gizlilik’ şemsiyesi altında, millet egemenliğin sembolü olan TBMM iradesinin ve kamuoyunun baypas edildiği bir yapı haline gelmiştir” denildi.
-MGK’nin “psikolojik harekat” uyguladığı anlatılan raporda, darbe kültürünün askeri okullarda verildiği, darbeleri meşru gören bir zihniyetin oluşturulduğu, bu nedenle okul müfredatının değişmesi gerektiği vurgulandı.
-Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 1994’te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmesinin “laik kesimlerde tepkiye yol açtığı” ifade edildi.
-Raporda, 1-4 Ağustos 1996 tarihleri arasında Yüksek Askeri Şura (YAŞ) yemeğinde dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya’nın bir kadeh içki istemesinin parti tabanında hoşnutsuzluk yarattığı belirtilerek, “Askerlerin talebi üzerine içki içilmesi, dini hassasiyetleri sebebiyle, parti tabanında ‘Hoca’ lakabıyla anılan Erbakan’ın parti tabanındaki imajını sarsmıştır” denildi.
-Raporda, irticanın PKK’den daha öncelikli tehdit olduğu ve 58 askerin bu gerekçeyle ordudan atılmasına imza atan Erbakan’ın dayatmalara sessiz kaldığı vurgusu yapıldı.
Susurluk’ta bürokratlara zırh yaratıldığı ve kimseye dokunulamadığı saptaması yapılan raporda, “Ancak, Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın bir dakika aydınlık eylemini ‘mum söndü’ye benzetmesi, başta Alevi vatandaşlarımız olmak üzere, toplumun geniş kesimlerinde infiale sebep olmuştur. İktidardaki Refahyol Hükümeti, hem Susurluk skandalını, hem de bu skandala karşı toplumda yükselen tepkiyi doğru yönetememiş, Susurluk olayıyla hiç ilgisi olmadığı halde yapılan protestolar özellikle Refah Partisi’nin aleyhine dönük kampanyaya dönüştürülmüştür” ifadelerine yer verildi.
-Raporda Cumhurbaşkanlığı bünyesinde Genelkurmay’daki BÇG gibi irticai faaliyetleri takip için Cumhurbaşkanlığı Çalışma Grubu(CÇG) yapısının oluşturulduğu bilgisi yer aldı. Raporda, su çerçevede Cumhurbaşkanı Demirel’in imzasıyla Başbakan Erbakan’a 3 Şubat’ta 1, 4 Şubat’ta 3 olmak üzere, toplam 4 mektup yazıldığı kaydedildi.
-MİT’in Demirel’e sunduğu brifinglerin, “İslamcı unsurların; gücü, kurs ve pansiyonları, derhaneleri, özel okulları, televizyon ve gazeteleri, dernekleri, vakıfları, şirketleri, İslamcı akımların detaylı bilgileri, radikal İslamcı oluşumlar, İBDA-C, Fethullah Gülen’in yurtdışı faaliyetleri” konularından oluştuğu belirtildi.
-Raporun öneriler bölümünde askerin söyaset üzerindeki ağırlığını azaltacak 4 maddeye yer verildi. Raporda bu 4 öneri, “Anayasa ve diğer mevzuattaki hükümlere açıklık kazandırılması. Yani, barışta ve savaşta, iç ve dış güvenlik bakımından, sivil otoritenin üstünlüğü, yönetim ve denetim yetki ve sorumluluğuna sahip olduğu tereddüde yer vermeyecek şekilde hükme bağlanmalıdır.
- TBMM’nin silahlı kuvvetlerin eylemleri ve savunma bütçesi üzerindeki denetimi sağlanmalıdır. Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlıklarının yürütme ile bütünleştirilmesi gerçekleştirilmelidir. Askeri yargının sınırlanması ve çift başlı yargının kaldırılması gereklidir” şeklinde sayıldı.
-Cumhuriyet gazetesi köşe yazarı Uğur Mumcu, 24 Ocak 1993 tarihinde Ankara’daki evinin önünde, aracının altına yerleştirilen genelde askeri patlayıcı malzeme yapımında kullanılan C-4 tipi bir bomba ile öldürülmüştür. Bu eylem, İBDA-C, İslami Kurtuluş Örgütü ve İslami Cihad tarafından üstlenilmiştir. Mumcu’nun Ankara’da düzenlenen cenaze töreni için Kızılay’da toplanan yaklaşık 100 bin kişi “Kahrolsun Şeriat, Türkiye İran olmayacak” şeklinde tezahüratlarda bulunmuştur. Sonuç olarak, bu suikast, ülke genelinde, “laik-anti laik” kutuplaşmasını daha da derinleştirmiştir. Öyle ki, bazı kimseler, Mumcu’nun öldürülmesini 28 Şubat sürecinin başlangıcı olarak değerlendirmektedir. Mumcu’nun öldürülmesinde, o dönemde uluslararası silah kaçakçılığı ve terör örgütü PKK elebaşısı Öcalan’ın 1980 öncesinde Suriye’ye kaçış süreci ve devletle olduğu iddia edilen ilişkilerinin araştırıyor olmasının etkili olduğu öne sürülmüştür.
Öte yandan, 17 Şubat 1993 tarihinde, Jandarma teşkilatı içinde kurulan Jitem’e karşı olduğu öne sürülen ve 1991 Körfez krizi sonrasında Kuzey Irak ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde konuşturulan Çekiç Güç faaliyetleri ve terörle mücadelede aykırı düşünce ve söylemleri olan Org. Eşref Bitlis’in şüpheli bir uçak kazası sonucu ölümü, bir başka soru işaretini doğurmuştur.