28 Şubat dönemine ilişkin, dönemin Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı ve Genelkurmay İkinci Başkanı emekli Orgeneral Çevik Bir'in de aralarında bulunduğu 103 sanığın yargılandığı davada, sanıkların esas hakkındaki savunmalarının alınmasına devam edildi
Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen ve sanıklar, müştekiler ile tarafların avukatlarının katıldığı duruşmada, savunmasını yapan sanıklardan emekli Albay Sezai Kürşat Ökte, 28 Şubat döneminde Genelkurmay Başkanlığı Psikolojik Harekât Dairesi'nde plan subayı olarak görev yaptığını, dönemin özelliğinden dolayı bölücü terör örgütü ve buna sağlanan desteğe yönelik çalışmalar yürüttüklerini belirtti.
Batı Çalışma Grubu (BÇG) içinde herhangi bir faaliyette bulunmadığını, söz konusu dönemde Genelkurmay Karargâhı'nda dahi bulunmadığını, dolayısıyla karargahta yaşanan gelişmeleri, yayınlanan emirleri görme ve uygulama imkanı bulunmadığını ifade eden Ökte, adının yer aldığı BÇG mensuplarına sürekli giriş kartı verilmesine ilişkin iddianameye de giren belgenin sahte olduğunu öne sürdü. Ökte, "Ben plan subayıyım. Genelkurmay Karargahı'nda silahlı kuvvetler komuta harekat katı dahil her yere girme yetkim var. Böyle bir karta zaten ihtiyacım yok. Listenin sahte olduğu, sonradan üretildiği aşikar. Savcılık mütalaasında bu listede ismi olan 21 kişinin beraati, 16 kişinin ise cezalandırılması talep edildi. Bunun vicdani takdiri tamamen mahkemenize ait." dedi.
Ökte, BÇG çalışanlarının telefon rehberi olduğu öne sürülen listenin de sahte olduğunu iddia etti.
"TSK'da görev yaptığım sürece ulusal iradeye, anayasaya ve hukukun üstünlüğüne bağlı kaldım." diyen Ökte, beraatini istedi.
Sanıklardan Mehmet Faruk Alpaydın da suç tarihinde İstanbul'da görevli olduğunu, telefon rehberi ve giriş kartı listesinde adı bulunduğu için suçlandığını, bu belgelerin delil niteliğinde olmadığının bilirkişi raporlarıyla ortaya çıktığını iddia etti.
Alpaydın, hakkında başka delil bulunmadığını belirterek, beraat istedi.
Sanıklardan eski Jandarma Genel Komutanı emekli Orgeneral Fevzi Türkeri, 28 Şubat soruşturmasının, Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) mensubu olduğu için meslekten ihraç edilen savcı Mustafa Bilgili ve yardımcısı Kemal Çetin tarafından, Genelkurmay Adli Müşaviri olan ve darbe girişiminin ardından FETÖ üyeliğinden ihraç edilen Muharrem Köse'nin desteğiyle yürütüldüğünü iddia etti.
28 Şubat döneminde Genelkurmay Karargahı'nda tümgeneral rütbesiyle İstihbarata Karşı Koyma ve Güvenlik Daire Başkanı olarak görev yaptığını belirten Türkeri, bu dairenin en önemli görevinin milli güvenlik siyaset belgesi de dikkate alınarak, irtica, bölücü terör, radikal sağ ve sol örgütlerle ilgili iç tehdit değerlendirmesi yapıp komuta katına sunmak olduğunu anlattı.
İddianamede, bu dönemde irtica tehdidinin Genelkurmay Başkanlığı tarafından belli bir amaç doğrultusunda ortaya konulduğu ve büyütüldüğünün kasıtlı olarak vurgulandığını savunan Türkeri, bunun gerçeği yansıtmadığını öne sürdü.
Türkeri, "İrticai faaliyetlerdeki ivmeyi tespit eden, devletin istihbarat birimleri, yani MİT ve emniyettir. Bu çalışmalara Genelkurmay'ın hiçbir katkısı yoktur. Zaten Genelkurmay'ın imkan ve kabiliyetleri ile teşkilat yapısı da böyle tespit ve değerlendirme yapmasına uygun değil." dedi.
BÇG'nin yasa dışı bir yapı olmadığını savunan Türkeri, şöyle devam etti:
"Genelkurmay bünyesinde gelişmelere göre çeşitli çalışma grupları kurulabilir. BÇG de bunlardan biridir. Yasa dışı bir yapı değildir. Hiyerarşik yapı içinde, bunun dışına çıkmadan görev yapmıştır. BÇG'nin mevcut hükümeti ıskata yönelik hiçbir eylemi yoktur. Merhum Necmettin Erbakan'ın da bu yönde bir beyanı bulunmuyor. TSK'nın, Erbakan'ın istifasıyla hiçbir ilgisi yok. Erbakan tarafından Demirel'e sunulan istifa dilekçesinde, 'Koalisyon protokole uygun olarak başbakanlığın Doğru Yol Partisine geçebilmesi için başbakanlıktan istifa ediyorum.' demiştir. Erbakan, istifasının gerekçesinde bunu dile getirdi, TSK tarafından hükümete baskı ya da şiddet uygulandığını ima dahi etmedi. Mahkemeye çağrılarak Doğru Yol Partisinden istifa için askeri cenahtan baskı olup olmadığı sorulan milletvekilleri de böyle bir baskının olmadığını açıkça beyan etti. 28 Şubat döneminde mücadele edilen hükümet değil, irticadır. TSK'nın çalışmaları da devletin istihbaratla görevli kurumlarının raporları doğrultusunda gerçekleşmiştir. O dönemin MİT ve emniyet raporları incelendiğinde irticaya ayrıntılı tespitler yapıldığı görülecektir. 28 Şubat dönemindeki faaliyetler siyasi iradenin bilgi ve onayıyla yapıldı. Dolayısıyla bu faaliyetler hükümete değil, irticaya dönüktür."
28 Şubat iddianamesini hazırlayan savcının FETÖ üyeliğiyle suçlandığını belirten Türkeri, bu savcının hazırladığı iddianameye de güvenilemeyeceğini ileri sürerek, şöyle devam etti:
"Bu iddianamenin hazırlanması sırasında FETÖ'nün Genelkurmay temsilcisi olan ve 15 Temmuz'da ihraç edilen Muharrem Köse'nin sanıklar aleyhine sahte bilgi ve delille katkıda bulunduğu açıkça görülecektir. Bu iddianameyi hazırlayan savcılık makamı yanlı davranmış, adaletin amacı olan eşitliği sağlama ilkelerine aykırı hareket etmiş, FETÖ'nün etkisi ve talimatı doğrultusunda bu iddianameyi hazırlamıştır. Sanıkların lehine olacak genelgelere kasıtlı olarak iddianamede yer verilmemiştir. Genelkurmay Başkanlığının yasal karargah çalışmaları iddianameye kasıtlı olarak illegal faaliyetler olarak yansıtılmıştır. Savcılığın bu mantığına göre Genelkurmay'da hiçbir faaliyette bulunulmaması gerekir. Kapıya kilidi vurmak lazım. Nasıl ele geçtiği belli olmayan, imzasız ve tarihsiz her yazının delil kabul etmesi ve bu belgelerin iddianameye koyması dikkat çekici. İddianamedeki yorum ve değerlendirmeler FETÖ etkisi doğrultusunda yazılmıştır, doğruyu yansıtmamaktadır. Kargo ile Tamer Tatar'a gönderilen 5 numaralı CD en önemli delil olarak iddianameye konulmuştur ve iddianame buna göre tanzim edilmiştir. Bu CD'yi inceleyen bilirkişilerden bazıları FETÖ üyeliği iddiasıyla suçlanıyorlar. Böyle insanların verdiği bilirkişi raporuna itibar etmek mümkün mü? Bu CD'yi daha sonra inceleyen ODTÜ heyeti ise CD'nin birçok bakımdan güvenirliğinin olmadığı, dosya içeriğinin değiştirildiği, bu haliyle delil sayılamayacağı açıkça ortaya konulmuştur."
Esasa ilişkin mütalaayı da eleştiren Türkeri, savcılık makamının, Mustafa Bilgili'nin yanlı, FETÖ'nün örgütsel çıkarları doğrultusunda ve intikam duygusuyla hazırladığı iddianame doğrultusunda mütalaa yaptığını savundu.
Türkeri, 1999'da Genelkurmay karargahında verdiği brifingle ilgili, "Bazı kurum ve basın mensuplarına verilen brifinglerden, yargı mensuplarına verileni benim sunmamı Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı tarafından emredildi. Toplantıya kimlerin katılacağı hususunda hiçbir bilgim yok. Bu brifing bir karargah çalışması sonucu hazırlanmıştır. İçeriği Genelkurmay Başkanı tarafından onaylanmıştır." dedi.
Türkeri, brifingde "Silah kullanırız" ifadesi kullandığına dair iddiayı da yalanladı.
- "İddianameyi hazırlayan savcı kaçtı"
Sanıklardan eski Genelkurmay Psikolojik Harp Dairesi Başkanı emekli Kurmay Albay Oğuz Kalelioğlu da Kıbrıs Barış Harekatı'na katıldığını belirterek, bu döneme ilişkin bilgi verdi.
28 Şubat'tan hemen sonra emekli olduğunu anlatan Kalelioğlu, "Ben Allah'a inandığım gibi inanıyorum ve biliyorum ki asla bu suçlamayla ilgim yok. 18 ay cezaevinde kaldım. Kalp hastası oldum. Büyük üzüntüyü çektim. Bana reva görülen cezayı anlamıyorum. Kıbrıs'ta 8 bin düşmanın önünden kaçmadım. Bize kaçacak dendi. Tahliye edildikten sonra arkadaşlarımızdan teki kaçmadı. Peki iddianameyi hazırlayan savcı nerede? Kaçtı da 6 ay sonra sahte kimlikle yakalandı." dedi.
Psikolojik Harekat Dairesi'ni Yunanistan ve PKK'ya karşı kurduklarını belirten Kalelioğlu, "Yunanistan bize bu harp tekniğini tüm şiddetiyle uygularken biz buna karşı nasıl mücadele edeceğiz? Biz bunu değerlendirerek bu daireyi kurduk. Yeni kurulmuş bir daireydi. Maalesef o daireyi kapattılar. Bu çok büyük bir planın parçasıdır. Burayı çökerttiler. Türkiye'ye yönelik dış tehditleri analiz eden, çalışanları iyi eğitimli bir birimdi burası." ifadesini kullandı.
Kalelioğlu, "Savcımız FETÖ'den aldığı talimatla hayali bir psikolojik harp dairesi kurmuş. Birincisini, kanuni olanı ben kurdum, diğerini de bu savcı kurmuş. PKK ve Yunanistan dışında tek görev yapmadık. Belgelesinler, her türlü cezaya razıyım. Yönetmeliğe göre kendi toplumumuza psikolojik harp yapılmaz. ABD'de bu yapılır ama bizde kanuni değil." değerlendirmesinde bulundu.
Kalelioğlu, 7 Nisan 1997'de Çevik Bir başkanlığında yapılan toplantıya katıldığı yönündeki suçlamayı da kabul etmedi ve bu tarihte Kıbrıs'ta görevli bulunduğunu, bunun da belgeli olduğunu bildirdi.
Fadime Şahin, Ali Kalkancı ve Müslüm Gündüz olaylarının psikolojik harp unsurları olarak planlandığı iddiasını yalanlayan Kalelioğlu, "Bu iddia beni çok üzüyor. Bizim böyle bir imkanımız da yoktu." dedi.
Beyanların ardından duruşmanın bugünkü bölümü yarın devam edilmek üzere tamamlandı.