'28 Şubat olmasa da AKP er ya da geç kurulacaktı'

'28 Şubat olmasa da AKP er ya da geç kurulacaktı'

 

 
Ruşen Çakır
(Vatan, 3 Mart 2012)
 
“AKP 28 Şubat’ın ürünüdür” cümlesinin en büyük zaafı öznenin kim olduğunun muğlak olmasıdır. Dün de ele aldığımız gibi, bu önermeyi sıklıkla kullananların ciddi bir bölümü, 28 Şubatçıları (hatta asıl olarak onların bağlı olduğunu düşündükleri dış odakları) “özne”, AKP’yi de basit bir “nesne”, daha da ileri giderek bir “taşeron” olarak görme ve gösterme eğiliminde.
 
Tersini düşünüyorum; eğer AKP’nin bugünlere gelmesinde 28 Şubat’ın da katkıları olmuşsa (ki olmuştur), bu kesinlikle 28 Şubatçıların (ve onların iç ve dış destekçilerinin) istediğine bağlı olarak, yani onların “sayesinde” değil, onlara “rağmen” yaşanmıştır. Dolayısıyla 28 Şubatçılarla AKP’liler arasında bir tür “danışıklı dövüş” yaşandığı yolundaki komplo teorilerinin hiçbir değeri bulunmuyor.
 

Yenilikçi-gelenekçi çekişmesi

 
“AKP 28 Şubat’ın ürünüdür” önermesinin bir diğer zaafı, 28 Şubat’ın bu parti için bir tür doğum tarihi olarak kabul edilmesidir. Halbuki AKP’nin temelleri, Milli Görüş hareketi içinde çok daha önceleri atılmıştı. RP içindeki veya ona yakın bir grup İslamcı aydın tarafından geliştirilen “yenilikçi” düşünce, dönemin İstanbul İl Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde pratiğe aktarılmış, kısa zamanda çok olumlu sonuçlar elde edilince de parti içinde bir akım haline gelmişti.
 
Yenilikçilerin gelenekçilerden en büyük farkı, Milli Görüş’ün hedef kitlesini dindarlarla sınırlı tutmamaları, buna uygun olarak dini söylem kadar, hatta yer yer ondan daha çok sosyo-ekonomik söylemlere başvurmalarıydı. Özellikle solun gerilemesine paralel olarak hayli iş gören bu strateji sadece RP’yi yerel ve merkezi iktidara taşımakla kalmadı, yenilikçilerin de yakın geleceğin lider kadrosu olarak yetişmelerine imkan sağladı.
 
Yenilikçilerle gelenekçiler arasındaki ayrımın ana ekseni İslamcılık değil reel politik ile kurulan ilişkiydi. Örneğin, bazılarının sandığının aksine yenilikçiler daha katı İslamcıydı, fakat ülke ve dünya gerçeklerini gelenekçilere göre daha fazla önemsiyor, adımlarını bunlara uydurmaya çalışıyorlardı. Yenilikçilerin reel politiği gözeten bir İslamcılığı Milli Görüş hareketi içinde sürdürmeleri, hele bunu hareketin ana stratejisi haline getirmeleri mümkün değildi; ısrar etmeleri halinde kopuş da kaçınılmazdı.
 
Fakat 1994 yerel, 1995 genel seçim zaferleri iç kavgaları erteledi. Necmettin Erbakan’ın başbakanlığında gecikmeli de olsa Refahyol hükümetinin kurulması ve icraata geçmesi de yenilikçilerin argümanlarını zayıflattı. Ama 28 Şubat 1997 günkü MGK toplantısıyla işin rengi değişti.
 

Zaruri kopuş

 
Uzun süredir Milli Görüş hareketini izleyen biri olarak, Erdoğan liderliğindeki yenilikçi akımın normal şartlarda, er ya da geç kopmak zorunda kalacağını ve muhtemelen gelenekçilerden daha parlak bir geleceği olacağını düşünüyordum. Kopuşu engellemenin yegane yolu, Milli Görüş’ün, Erbakan’ın “fahri/manevi”, Erdoğan’ınsa “fiili/maddi” liderliğinin tesisiydi ki bu imkansızdan da öte görünüyordu. Ancak normal şartlarda yenilikçilerin kopması çok zor, sancılı ve hayli yıpratıcı olurdu, herhalde yıllar sonra yaşanan SP-HAS Parti ayrışmasının yarattığından kat kat güçlü bir tahribatla karşılaşırdık.
 
Ancak generaller her zaman olduğu gibi 1997’de de ülkedeki hiçbir suyun kendi doğal kanalından akmasına izin vermediler ve Milli Görüş içindeki zaruri kopuşa erken doğum yaptırdılar. “Erken” diyorum ama yenilikçilerin ayrılabilmesi için RP’nin kapatılması ve Erbakan’ın yasaklı ilan edilmesi yetmeyecek, Fazilet Partisi’nin de kapatılmasını beklemeleri gerekecekti.
 
“AKP 28 Şubat’ın ürünüdür” önermesini tartışmayı, kişisel görüşümü “öyle görünüyor ama değil” şeklinde özetleyerek burada noktalıyorum.
 
Bugün Ahmet ile Nedim’in tutuklanmalarının birinci yılı. Ahmet ve Nedim’in gazeteci arkadaşları olarak yarın saat 11’de Taksim Meydanı’nda toplanıp Galatasaray’a yürüyerek tutuklu tüm gazetecilere desteğimizi bir kez daha dile getireceğiz.