İslami hassasiyetlerle 1991 yılında kurulan, geçen ay olağanüstü genel kurul kararıyla kapatılan insan hakları örgütü MAZLUMDER'in eski genel başkanı Ömer Faruk Gergerlioğlu, 28 Şubat süreciyle bugünkü AKP iktidarını karşılaştırdı. T24 yazarı Gergerlioğlu, "28 Şubat’ın yirminci yılında büyük bir hayal kırıklığına uğramış durumdayız. Uğruna çile çektiğimiz, dışlandığımız değerler, maalesef o gün haksızlığa uğrayan insanların iktidara gelmesi ile çiğnenmeye başladı" görüşünü dile getirdi. Cem Küçük'ün Gazze'ye yönelik ambargoyu kırmak için yola çıkan ve 10 kişinin İsrail askerlerince öldürüldüğü Mavi Marmara gemisindekileri "manyak tipler" olarak nitelendirmesine de değinen Gergerlioğlu, "Buna karşı büyük bir tepki oldu. Gücü elinde bulunduranlar ilkelerinden uzakta bulundukları için hakkaniyet çerçevesinde işi düşünmediler. İçeride hocacılar var, reisçiler var, ihaleciler var. Güçten beslenen gruplar var. Bundan dolayı erime devam edecek. Mutlaka alternatif bir yapı oluşacaktır" ifadesini kullandı.
Ömer Faruk Gergerlioğlu'nun Gazete Duvar'dan Sadık Güleç'e verdiği söyleşi şöyle:
Referandumdan önce bir tahmininizi okumuştum. Orada Hayır’ı yüzde 56 civarında beklediğinizi yazmıştınız. Daha önceki seçimlerde de AK Parti’nin oy oranını doğru tahmin etmiştiniz. Bu sefer yanılmanıza ne yol açtı?
Biz İstanbul’da çalışma yaptık ve İstanbul zemininde Hayır’ın net bir şekilde önde çıkacağını görmüştük. Hakikaten İstanbul’da Hayır çıktı. Artı, gizli Hayırcılara güveniyordum. Sahada çalışırken bize görüşünü net söylemeyen, sorumuzu cevaplamayan, kaş göz işaretleri ile işaret veren ama konuşmaktan kaçınan insanlar gördük. Broşür veriyorsun, ‘konuşalım’ diyorsun ‘ben devlet memuruyum’ diyor. Bunlara baktığımızda oranın biraz daha yüksek olacağını düşündüm.
İstanbul’da daha çok hangi semtlerde çalıştınız?
Biz Üsküdar, Eyüp, Fatih ve Ataşehir’de çalıştık. Benim gittiğim semtler arasında Sultanbeyli ve Arnavutköy de var. Hak ve Adalet Platformu’nu kurduk. Biz İslami camianın önemli sesleri olarak bu platformda bir araya geldik. İslami camiada bir huzursuzluk vardı. Ben kendi köşemden, başkaları kendi köşelerinden AK Parti içindeki yozlaşmayı, çürümeyi ve demokrasiden uzaklaşmayı yazıyorduk, eleştiriyorduk ama bu tek başına, tekil faaliyetlerle olmayacaktı. Bu yüzden 28 Şubat’ın yirminci yılında, İslami camianın önemli sesleri olarak bir araya geldik.
28 Şubat’ın yirminci yılında büyük bir hayal kırıklığına uğramış durumdayız. Uğruna çile çektiğimiz, dışlandığımız değerler, maalesef o gün haksızlığa uğrayan insanların iktidara gelmesi ile çiğnenmeye başladı. Biz böyle bir şeyi istemiyorduk. Uğradığımız bir hayal kırıklığıdır dedik. Ve ardından bir platform kurarak tercihleri din üzerinden ayrıştırma yönelişine karşı, İslami camianın adalet ve hakkaniyet eksenli sesi olmaya karar vermiştik. Aynı zamanda referandum sonrasında devam edecek bir ses olacaktık. Yani sadece referandum için değil, sonrasında da Allah’ın izniyle devam edeceğiz.
Çalışma yaptığınız semtler geçmişten beri İslami kimliğin ağır bastığı yerler. Belki Ataşehir bunların dışında. Ama onun da şöyle bir özelliği var: AK Parti iktidarı döneminde iş olanakları bulan, gelişen orta veya üst orta sınıf insanların yerleştiği, İslami kimliği olan bir semt. Ama Eyüp, Fatih, Üsküdar aynı zamanda İslamcı entelektüellerin de bulunduğu, o damarın Osmanlı’dan bugüne taşındığı yerler. “Hayır” oylarının buralarda yüksek çıkmasında, sizin çalışmanızın etkilerini gözlemlediniz mi?
Mesela Fatih’te gözlemlediğim, AK Parti’yi destekleyen yüzde yirmilik bir kitle var. Hacı amcaların, teyzelerin içinde bulunduğu, A Haber izleyip, “Hayır” diyenler FETÖ’dür, din düşmanıdır, diyen bu safsatalara inanan bir kesim var. Ve bu kesim radikalleşmiş bir kesim. Gayet tepkililer. Yüzde on beş, yirmi civarında tepkili bir kesim var. Ama onun dışında AK Parti’deki gelişmelerden, yozlaşmadan, çürümeden rahatsız olan bir kesim de var. “Neredeydiniz?” deyip alnımızdan öpen insanlar da oldu. “Din istismarına karşı bu çalışmaları cesurca yapıyorsunuz” diyen insanlar oldu. O kemik kitleden, “burası Fatih, nasıl burada Hayır çalışması yapıyorsunuz!” diyenler de oldu.
Ama kemik olmayan, sorgulayan, eleştiren, o çürümeyi görenler “evet doğru bir iş yapıyorsunuz, din adına sadece birinin konuşması ve o çürüme içinden birinin konuşması doğru değil, siz bir alternatif getiriyorsunuz” diyorlardı. Bazıları “siz Saadet Partili misiniz” diye sordu. Biz de “İslami oluşumların oluşturduğu bir ses” diye cevap veriyorduk, ama önemli bir karşılığı olduğunu da gördük. Sorgulayan, düşünen, tartışan, ezbere davranmayan bir grup vardı. İstanbul’da da Hayır’ın önde çıkmasının nedenlerinden birisi bence bu oldu. Bir yanıyla ezberciliğe, din üzerinden istismara prim veren radikal bir kesim var. Böyle bir söylem gelsin de ben ona inanayım, diyen bir kesim var.
Peki, Hollanda, Almanya krizleri muhafazakâr kitle üzerinde çok etkili oldu mu? ‘Bütün dünya bize karşı’ söyleminin yansıması nasıldı?
Evet etkisi oldu. Özellikle o fanatik kitle üzerinde “bütün Avrupa bize düşman ‘Hayır’ diyenler Avrupa yanlısıdır. FETÖ, PKK yanlısıdır” diye karşılık buldu. Bu ezber çok yoğun şekilde söyleniyordu. Ama bu söylem bütün AK Parti camiasında aynı oranda tutmamıştı. Fanatikler arasında, kemik kitle arasında tamam, oldukça iyi tutmuş. Bir de, bir kısım oyun Hayır’a kaymasını engellemiş. Bir kısım oy daha Hayır’a gelebilirdi. Erdoğan bunları tuttu.
Benim de sokakta gördüğüm “Neden Evet” sorusunun karşılığı çok anayasa taslağı üzerinden tartışılmadı.
Sahada bizim gördüğümüz şuydu. Evetçi de Hayırcı da Erdoğan üzerinden gidiyordu. Sokakta vatandaşa “niye evet diyorsun, bu anayasa maddelerini okudun mu?” dediğimizde “kardeşim ben Erdoğan’a güveniyorum, memlekette istikrar var” diyordu. Okudun mu hacı amca? “Okudum” diyor. Ama bir maddesini söylediğimizde bir şey diyemiyor. Okumadığını anlıyorsun.
Hayır diyenler de öyleydi. Çoğu maddeleri okumamış ve Erdoğan’a karşı, “tek adamlık” söyleminin karşılığı Erdoğan olduğu için, Erdoğan’ı istemiyor. Erdoğan’ı isteyenler ile istemeyenler arasında bir mücadele oldu aslında referandum. Maddeler üzerinden tartışılsın diye büyük bir gayret gösterdik. Fatih’te binlerce insanla konuştum, tartıştım. Bakıyorsun, çok az bir kesim maddeleri soruyor. Soru soranlarla uzun uzun konuştuk. Erdoğan iyidir, Erdoğan kötüdür söylemi üzerinden insanlar gitti. Bu Evetçilerde de, Hayırcılarda da vardı. Erdoğan bunu konuşturmamayı başardı. Usta bir siyasetçi, alamayacağı bir seçimi almayı başardı.
Ben iki ay öncesinden şunu diyordum: Bu teklifin geçmesi, Türkiye’de “demokrasiyi istiyorum” diyenler açısından bu toplumdan onay alması, utanç verici olur. Çünkü inanılmaz antidemokratik hükümler içeriyor. Buna rağmen geçerse, bizim toplumda medya bombardımanı ile uyuşturulan insanları ikna etme kabiliyetimizin çok yüksek olmadığını görmüş olurum, diyordum.
Garip bir durum oldu aslında. Toplum ortadan ikiye ayrıldı. Bunu nasıl yorumlamak gerekiyor. İki tarafta da keskin bir karşıtlık var.
Keskin. Mesela Sultanbeyli’de Evet oyları, en yüksek oranla çıkmış, Beşiktaş’ta Hayır çıkmış. Bu aslında bu toplum için hiç iyi bir şey değil. İnsanlar sevgi ve nefret üzerinden yoğunlaşmışlar. Teklife bakıldığı yok. Ama Erdoğan karakteri üzerinden bir karar verme var. Biz çalışmamızda yoğun bir şekilde teklifin maddelerini öne çıkardık ve kimlikler üzerinden değil, değerler üzerinden karar vermelerini istedik. Dindar da olsa senin değerlerine aykırıysa bunu eleştirmelisin.
Cemaatlerin ezici bir çoğunluğu iktidardan yana tavır takındılar. Cemaatlerin kendi üyeleri, taraftarları üzerinde tartışmasız bir etkinlikleri var mıdır? Yoksa bazı kişiler içinde bulunduğu cemaatten bağımsız tavır alabiliyorlar mı? Bir de cemaatlerde size karşı, “mahalleden birileri bunu nasıl yapar” tepkisi var mıydı?
Cemaatçilik olgusu bir gerçek. İnsanlar her geçen gün düşünmemeye, akıl etmemeye itiliyorlar. Ve kimlikçiliğe itiliyorlar. Demin aktardığım söylemler olmasa insanlar biraz daha bağımsız karar verecekler. Şeyhini, hocasını, liderini dinlemeyip biraz daha rahat karar verebilecek ama hakikaten içe kapanma durumu var. Bu bir gerçek. “Bizim cemaat böyle” diyor. Bu iş bitmiştir. “Evet şu, şu hatalar var ama küffara karşı bizim yerimiz bellidir. Orada mı yer alacağız? Evet, belki ufak tefek hatalar olabilir. Hem şeyhimiz böyle dedi, hem de küffara karşı Amerika’nın, FETÖ’nün istemediği bir adama destek vermek lazım” diyen, cemaatinin isteklerinin dışına çıkamayan bir grup var maalesef.
Yoğun bir medya baskısı ve propagandası olmasa aklı selim kararlar verebilirler, seçimin kaderini değiştirebilirlerdi. Ama çok kutuplaştırıcı bir propaganda yapıldı. Yani iki tane tercih var. “Sen nasıl bunlarla olabilirsin! diyecekler bana” diyor. Sürekli böyle bir kimlikçilik üzerinden düşünme var. Cemaatler hakikaten blok bir tercih yaptı. Başka zaman olsa, bu medya bombardımanı olmasa belki bu tercihi yapmazlardı. Bir tercih yaptılar ama kafalarında bir soru işareti de var. Yani son ana kadar kararsız kalıp sonra “Evet’e döndüm” diyen bir yelpaze de var.
Bütün bu oluşumların sizin çıkışınıza nasıl tepkileri oldu?
Orada da fanatik olanlar tepki gösteriyordu. Siz nasıl olur da başörtülü ablalar, hacı ağabeyler, Hayır’a çalışırsınız, diye. Sert tepki gösterenler vardı. Ama oturup konuşmak isteyenler de vardı. Genel olarak kemik bir kitle vardı konuşmak bile istemeyen. “Biz kararımızı verdik” diyen. “Bana broşür bırakma” diyenlerde vardı.
Peki, siyasal iktidarın size tepkisi daha mı fazla oldu. Sonuçta İslami bir dil kullanan birileri aynı kitleye hitap ediyor. AK Parti de Refah partisinin içinden farklı bir dil kullanarak çıktı. Mesela, Has Parti’nin çıkışı da iktidarı bu noktada rahatsız etti. Bugün Has Parti gibi bir parti olsaydı belki daha farklı bir noktada olabilirdik. Sizin olmadığınız koşullarda, belki Hayır kampanyası yürütenleri ötekileştirmek daha kolay olurdu.
Biz bu çalışmaya başlarken mutlaka bir karşılığımızın olacağını düşünüyorduk. Belki bu referandumu yüzde 49 ile kaybettik ama oransal olarak beklediğimiz gerçekleşti. Ben AK Parti’de bir yüzde on-on beş erime bekliyordum. Şu anda referandumda yüzde on üç civarında bir uzaklaşma olduğu tespit edilmiş. Bunlar da artık bir cemaate kemik bir şekilde bağlı olmayan, sorgulayan bir kitle. Bu kitle yarın daha da artacak. 2019 da bir seçim olduğunda belki yüzde yirmi beş olacak. Bu çok önemli. AK Parti zirveye çıktı, artık aşağı iniyor. Daha yukarı çıkamaz. Bunu iktidara karşı kullanılan dil belirleyecek.
Mesela Fatih sokaklarında “yaşa Mustafa Kemal Paşa Yaşa” diye marş çalan minibüslerle dolaşmanın bir anlamı yok. Biz daha etkili bir dil kullanabilseydik, belki Hayır’ın kaderi değişebilirdi. Daha yeni başladık bu çalışmalara. Eğer 81 ilde bu çalışmayı yürütüyor olsaydık gerçekten çok daha etkili olurdu.
Peki, muhafazakâr Kürt seçmenin batıda ve doğuda tavrı nasıl oldu. Bir çözülme olacaksa buradan olur diye düşünmüştüm. Oradaki gözleminiz nasıl?
Tercihleri din üzerinden belirleme teşviki Kürt seçmen üzerinde de etkili oldu. Türk seçmen üzerinde ne kadar tutmuşsa Kürt seçmen üzerinde de tutmuş. Kürdün de dindar olanı var, olmayanı var. Türk’ün de dindar olanı var, olmayanı var. Ve dindar olanlar aynı tepkileri gösterir. Etnisite mi, din mi dediğinizde bir Kürde, din faktörü ön plana çıkar.
Sanırım AK Parti iktidarı döneminde getirilen dindar insanlar üzerindeki bazı hareket alanlarının genişlemesi, onlar üzerinde daha etkili oldu.
Evet. “Eskiden medresem böyle rahat değildi. Şimdi medresem açık” diyor. Kürt meselesi diyorsun, kalan sorunlar hallolur, diye cevap veriyor. Yani Tayyip Erdoğan’ın yürüttüğü kampanyada kullanılan ‘Hayır diyenler din dışıdır, kafirlerle aynı saftadır’ şeklindeki Hayrettin Karaman’ın söylemlerinin, mutlaka Kürt dindar seçmen üzerinde de karşılığı var. Kürtlerin de dindarları meseleyi aynı perspektifle değerlendiriyor. Din faktörü Kürt dindarların çoğunda -hepsi için demiyorum- daha ön plandadır. Din faktörü bu kadar etkili olmasaydı İstanbul’da Hayır daha yüksek çıkabilirdi. Aynı şekilde, Güneydoğu’da da geçerli bu durum. Gerçeği tespit edelim. Tamam, Güneydoğu’da baskılar vardı. HDP’yi silip süpürmüşler. HDP’liler sandık başlarında bile duramamışlar. Ama geçmişte böyle seçimleri de gördük biz. Fakat o zamanlarda da HDP silip süpürüyordu. Bunlar da vardı. Bence din ve vatan istismarı söylemi, sonuç üzerinde hem Kürt hem Türk seçmen üzerinde etkili oldu.
Peki, bundan sonrası için ne öneriyorsunuz. Süreçte ne olur bilmiyoruz ama iki yıl sonra bir başkanlık seçimi var. Şu anda yüzde kırk dokuz alan Hayır, kendine daha güven duyuyor. Bu süreçte bir sivil toplum hareketi olarak devam mı edeceksiniz. Yoksa daha siyasi bir harekete dönüşür müsünüz. Yani Has Parti gibi bir deneyime dönüşme ihtimali var mı?
Şöyle kesin bir şey diyemiyoruz. Ama şu anda sivil toplum hareketi olarak giden bir gidişat var. İşin doğrusu, toplumun bir kısmı muhafazakâr insanlar. AK Parti’ye rakip olacak bir parti olursa, muhafazakâr eksenli, muhafazakâr demokrat bir parti olacak. Görünen o ki, ilerde mutlaka bir alternatif olacak. İnsanlar şu anda biraz çekimser ve karamsar duruyorlar. Erdoğan çok güçlü, bütün medya elinde, karşısında bir şey yapmak çok zor. Fakat kırk dokuza elli bir dengesi görüldükten sonra buradan bir şey çıkacaktır. Sivil toplum açısından olsun, siyasi hareketler açısından olsun. Bir şekilde çıkacaktır. Kim çıkacaktır bilemiyorum ama ister istemez buraya doğru bir gidiş var. İnsanlar istismarı değil, gerçeği arıyorlar.
AK Parti için erimenin artacağı çok net ortada. Ben bunu uzun zamandır söylüyorum. Bana “kazandık, sizi yendik” diyorlar. Ama öyle değil. Sen şu ana kadar cepten yiyordun. Cepten yediklerin de azaldı. Artık eriyorsun. Daha da erimeye devam edeceksin. Dün gece Cem Küçük, Mavi Marmara şehitlerine “manyaklar” demiş. Buna karşı büyük bir tepki oldu. Gücü elinde bulunduranlar ilkelerinden uzakta bulundukları için hakkaniyet çerçevesinde işi düşünmediler. Güç kaybı oluşmaya başladığı zaman birbirlerine de düşmeye başladılar. Çünkü bakıyorsunuz içeride de hocacılar var, reisçiler var, ihaleciler var. Güçten beslenen gruplar var. Çünkü kriterleri hak ve adalet değil. Bundan dolayı erime devam edecek. Mutlaka alternatif bir yapı oluşacaktır.