16 Nisan referandumunun sonuçlarını protesto ettikleri için 21 Nisan’da tutuklanan ve yaklaşık 3 aylık mahpusluğun ardından 10 Temmuz’da serbest bırakılan Emine Akbaba, Baran Bozdaş ve Doğan Barış Halidi gözaltına alındıkları protestoları, gözaltı ve tutukluluk süreçlerini anlattı. "Bu memleketin 'Hayırlı çocukları' şimdi cezaevinin 'Hayırlı çocukları oldu'" diyen Barış Halidi, "2. Gezi olabilir” diyen savcıyı haksız çıkarmamak için daha yapacak çok işleri olduğunu söyledi.
Öğrenci Kolektifleri’nden Emine Akbaba, Baran Bozdaş ve Doğan Barış Halidi 16 Nisan referandumunun sonuçlarını protesto ettikleri için 21 Nisan’da tutuklanan ve yaklaşık 3 aylık mahpusluğun ardından 10 Temmuz’da serbest bırakılan 7 kişi arasındaydı.
Sendika.Org'dan Ozan Cırık'ın sorularını yanıtlayan Emine Akbaba, Baran Bozdaş ve Doğan Barış Halidi'nin açıklamaları şöyle:
Referandum sonrası eylemlerde neler yaşandı ve sizi sokağa götüren neydi?
Barış Halidi: Referandum akşamı sokağa çıkmamız sadece o gün için değerlendirebilecek bir durum değildi. Nasıl ki Haziran İsyanı’nda insanlar sokağa sadece ağaçları korumak için çıkmadıysa, bizlerin de o gün sokağa çıkma amacı, sadece “EVET” sonucunu protesto etmek değildi.
Kendi iktidarını korumak için ülkeyi katliamlar ülkesine çeviren AKP ve Tayyip Erdoğan 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından ülkeyi OHAL ve KHK’lar ile yönetmeye başladı. Parlamenter sistemin fiili olarak yok sayıldığı, milletvekillerinin tutuklandığı, belediyelere kayyum atandığı ve halkın iradesinin yok sayıldığı bir süreçte kendi iktidarını garantiye almak için yapılacak bir anayasa değişikliğini önümüze getirdi ve şaibeli kararlarla “EVET”in çıkmasını sağladı. Bizler de irademize sahip çıkmak için en iyi bildiğimiz şeyi yaptık, sokağa çıktık.
Baran Bozdaş: OHAL ve KHK’lar ile “FETÖ” ile mücadele edildiği iddiası ile yüzlerce kişi ihraç edildi. Bu süreci fırsata çeviren Tayyip Erdoğan kendine muhalif her sesi susturmaya çalıştı. Gazeteciler, milletvekilleri, üniversiteliler tutuklandı. Dernekler, sendikalar kapatıldı. Barıştan yana olan hocalarımız ihraç edildi. Haber siteleri sansürlendi, gazeteler kapatıldı.
Emine Akbaba: Biz, üniversitelerinde eşit, parasız, bilimsel, laik bir eğitim için mücadele eden, üniversitenin iradesini tanımayarak atanan yandaş rektörlere, gerici-faşist çetelere, karakollaşan üniversitelere karşı mücadele veren 6 milyon üniversiteli olarak “Bu memleket bizim” dedik. Biz bu ülkenin yarısı olan kadınlar olarak çocuk gelinlere, tecavüzü meşrulaştıranlara, Ensar Vakfı’nda 45 çocuğa tecavüz edenleri aklayanlara, kadın düşmanlarına karşı tek adamın hayatlarımız üzerinde denetlenemez yetkisine “Hayır” dedik. Sokak sokak, kampüs kampüs, örgütlediğimiz “Hayır”larımıza sahip çıkmak için sandıklarda görev aldık. Çünkü o gün hayır demek çoğulcu demokrasiye, tek adamın hayatlarımız üzerinde denetlenemez yetkisine hayır demekti. Eşitlik, adalet ve özgürlük demekti.
B.H.: 16 Nisan sabahından itibaren seçimlerde yaşanan usulsüzlüklere tanıklık ettik. Kürt illerinde oylar sayılırken, Batı illerinde sandıkların açılmasına sadece dakikalar kala YSK bir karar açıkladı. Mühürsüz oyların kabul edileceğine dair yapılan açıklamadan sonra sandık başlarında bulunan bizler tepkilerimizi dile getirdik.
Referandum akşamı yapılan usulsüzlükler herkesin gözü önünde yapıldı. Bornova İlçe Seçim Kurulu önünde sandıklarını teslim etmek için bekleyen sandık görevlilerini içeriye almak istemediler, sadece AKP’li görevlileri almaya çalıştılar. Memleketin her yanında YSK önlerinde teslim edilmeyen yüzlerce sandık varken Anadolu Ajansı sandıkların yüzde 99’unun açıldığını duyurdu. Bizim de görevli olduğumuz Bornova YSK önünde bekleyen kitleye polisler ve AKP’liler defalarca saldırdı. Sandıklar teslim edilmeden görevliler tehditler edilmeye başlandı. Biz o zaman anladık “HAYIR”ın kazandığını.
E.A.: Bornova YSK önünde bekleyen kitleye polis ve AKP’liler saldırdı. Biz de “80 milyonun iradesini tek adama teslim etmeyenler” olarak Bornova sokakların da yürüyüş yaptık. Sokakları dolduran binlere evlerden ışık açıp kapatarak destek olanlar, tencere ve tavaları ile haykıranlar… Bu manzara bizlere “Gezi Direnişi”ni hatırlattı. Polis barikatı kurulduğunda bir an bile geri çekilmeyen kitle, daha sonra tekrar Bornova Küçük Park Meydanı’na geldi. Burada arkasına aldığı sivil faşistlere müdahale etmeyen polis, kendiliğinden dağılmak üzere olan kitleye saldırdı ve arkasında bekleyen sivil faşistlerin sokak arasında insanlara pusu kurmasını seyretti.
O gün polis saldırısı sonucunda 5 kişi gözaltına alındı. Barış ve benim hakkımda da yakalama kararı çıkarılmış.
Gözaltı ve mahkeme sürecinden bahseder misiniz?
E.A.: 16 Nisan akşamı “Bu memleket bizim” diyerek doldurduğumuz sokakları direniş alanına çevirmek, sandıktan ne çıkarsa çıksın meşru olmayan “Evet”i tanımadığımızı haykırmak için yeniden meydanlardaydık. Meydanda toplanan kitlenin etrafı bir anda yüzlerce polis tarafından çevrildi. Polis toplanmanın ilk anından beri müdahale tehditleri ile kitleyi dağıtmaya çalıştı ancak kitle dağılmadı. “Şaibeli referandum sonuçları için buradayız, ‘HAYIR’larımız bitmedi” diyerek yürümeye başladık. Polis kitlenin önünü kesti ve direkt olarak hedef göstererek gözaltı yaptı.
B.B.: Ben ikinci saldırıda gözaltına alındım. İlk saldırı sonrası kitlede herhangi bir azalma olmadı. Aksine halaylarla protesto eylemimize devam ettik. ‘Politik halay’ çektiğimizden midir artık bilemiyoruz polis tekrar saldırdı ve 7 kişiyi daha darp ederek, tehditlerle, hakaretlerle gözaltına aldı. İşin ilginç yanı Güvenlik Şube tarafından gözaltına alınmamıza rağmen, TEM Şube’ye götürüldük. Gittiğimizde de gördük ki polis tutanaklarında hiçbir kayıt yok. Daha önce belirledikleri isimler hakkında tutanak hazırlamışlardı.
B.H.: 4 günlük gözaltından sonra savcılık ifadelerinin ardından savcının avukatlarımıza söylediği “2. Gezi olabilir” sözü, kararın aslından çok önceden belli olduğunu bizlere belgeler nitelikteydi. Emine ve benim cumhurbaşkanına hakaret suçlaması ile ifadem alındı ancak bu suçlama 16 Nisan akşamına aitti. Hiçbir karar olmadan iki dosya birleştirilmişti. Aynı eylemden, aynı suçlama ile gözaltına alınan 10 kişi adli kontrol şartı ile mahkemeye sevk edilirken 9 kişi tutuklama talebi ile mahkemeye sevk edildi. Mahkemede hakim “Eylem yoğunluğu” olduğu gerekçesi ile 7 kişi hakkında tutuklama kararı verdi. Hakimin kararını açıklamadan önce kullandığı bir ifadeyi aktarmak istiyorum: “OHAL var çocuklar.” Bu cümle adaletin olmadığını, yukarıdan hazırlanan dosyalar ile insanların tutuklandığını gösteriyor.
Cezaevi süreciniz nasıldı?
B.B.: Cezaevi kabul bölümünde üniversite öğrencisi olduğumuzu duyunca “tabii ülkede terör bitmez” diye kendi aralarında konuşmaya başladı gardiyanlar. Çıplak aramaya maruz kaldık. 2 gün tecritte su verilmedi. Siyasi koğuş talebimiz olduğunda müdür “Siz kansız mısınız, siyasi koğuşta kansızlar var” dedi. 3 ay tutuklu kaldık. Bu süreç içerisinde sınavlarımıza katılmak için dilekçe yazdığımızda ise sınavlara getirip götürme parası olan 1.300 TL istediler.
E.A.: Cezaevinde ilk sizi arama noktası karşılar. Şakran yıllardır çıplak arama uygulaması ile gündeme gelen cezaevlerinden. Çıplak aramaya direnmeye başladığınızda hem sözlü hem de fiziksel şiddet başlıyor. “Cumhurbaşkanı’na Hakaret” suçlaması adli suç kapsamına giriyor. 2 günlük tecritten sonra bizleri de adli koğuşlara yerleştirdiler. Siyasi koğuş talebinde bulunduk. Cezaevi müdürü tarafından “Madem bu kadar terör koğuşuna gitmek istiyorsunuz, IŞİD’in yanına verelim” tehditleri ile karşılaştık.
Devlet özellikle yoksul mahallelerde uyguladığı politikalar gibi sizin insanların karşısına bir devrimci olarak gelmenizi istemez, adli ‘suçlu’ olarak gelmenizi ister. Düzenin çürümüşlüğünü taşıyın ister. Adli koğuşlarda yaşam bencildir, disiplin yoktur. Bu düzenin içinde senin de çürümeni ister. Ancak bu sefer hesapları tutmadı.
B.H.: Nerede olursak olalım “hayır”larımızı anlatmaya, bir hayatı örgütlemeye devam ettik. Gece boyunca süren sohbetlerde hak mücadelelerini, kıdem tazminatı gaspını, doğanın talanını tartıştık. Haberleri birlikte izledik. Her gün yeniden umutları dirilten “Af”ları konuştuk. Biz koğuşun çocukları olduk. Bu memleketin “Hayırlı çocukları” şimdi cezaevinin “Hayırlı çocukları oldu”.
E.A.: Hangi suçtan gelirlerse gelsinler bütün kadınların hayatları ortak. Küçük yaşta tecavüze uğrayan, eşinden şiddet gören, çocuk esirgeme de büyüyen kadınlar hepsi. Onlarla yeniden bir hayatı inşa etmek, koğuşun bir anda “komünisti, feministi” olmak, güvenlerini kazanmak bugün başka bir anlam taşıyor. Adli koğuşlarda güven zor kazanılır. Kazanıldıktan sonrada kızları, en iyi arkadaşı olursun kadınların. Bir gece yarısı hayatının hiç kimseye anlatmadıklarını anlatır sana. O güne kadar gazete okumayan kadınlar, benden önce alıp okumaya başlamıştı gazeteleri.
Bir de çocuklar vardır. Annesiyle beraber cezaevinde olan çocuklar. Onların sesi yankılanır tüm koğuşta. “Bomba Yapan Bay Bilgin” şarkısı ağızdan ağıza yayılır.
Dört duvarlar dayanışma ile özgürleşiyor. Gelen her mektup umut taşıyor içeriye. Bizler nerede olursak olalım, kadınlar olarak hep yan yanayız. Acılarımız, sevinçlerimiz ortak. Cezaevinde umuttan korkuyor devlet. Ekilen çiçeğin filizlenmesinden, özgürlüğü hatırlayan kuştan korkuyor.
Bundan sonrası için ne düşünüyorsunuz?
B.H.: Bugün adaletsizlik o kadar can yakıcı ki, milyonlar “Adalet” talebiyle bir araya geliyor. Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın uğruna bedenlerini ölüme yatırdıkları “ekmek”, Berkin’in ellerinde taşıdığı ekmektir. Özgürlüğün, laikliğin ve eşitliğin ülkesini kurmak için, korktukları “2. Gezi Direnişi”ni gerçekleştirmek için yapacak çok fazla işimiz var. Bedenlerimizi aylarca tutuklu tutsalar da mücadelemizi, dayanışmamızı dört duvar arasına sığdıramadılar. Sokakları, kampüsleri özerk demokratik üniversite, adalet, özgürlük talebiyle ‘hayır bitmedi, mücadeleye devam’ sloganlarımızla doldurmaya devam edeceğiz.
E.A.: Bugün bizler değil, ülkenin yüzde 50’sinin iradesi, hayır’ı yargılanmaya çalışılıyor. Ama bizler biliyoruz ki kadınların hayırları, gençliğin isyanı yargılanamaz. Kadınlar olarak KHK’lara, OHAL’e ve ihraçlara karşı dünyayı kahkahalarımızla güzelleştireceğiz. Gericiliğe, savaşa ve faşizme karşı direnişi dalga dalga büyüteceğiz. Barış’ın çocuklarına, 33 Düş Yolcusu’na, Ali İsmail’e, Berkin’e, Ahmet Atakan’a, Ankara Katliamı’nda kaybettiğimiz Berna’ya sözümüz var. Yıkacağız kanlı iktidarlarını, Eşitliğin, özgürlüğün ve barışın ülkesini hep birlikte kuracağız.