Serkan Demirtaş
Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne (AB) katılım sürecinin önemli mekanizmalarından olan Reform Eylem Grubu, 3 yıllık aradan sonra ilk kez bugün toplanıyor.
Dışişleri, Adalet ve İçişleri bakanlarının katılımıyla gerçekleştirilecek toplantıda yargı, temel haklar, adalet, özgürlükler ve güvenlik alanlarında hükümetin gerçekleştireceği reformlar ele alınacak.
Ankara'nın son dönemde AB ile yakınlaşma siyaseti, uzun süredir askıya alınan katılım müzakerelerini canlandırabilecek mi?
AB ile ilişkileri yakından izleyen çevrelerde bu soruya olumlu yanıt veren çok az; bunun da 3 temel nedeni sıralanıyor.
Ankara-Washington hattında yaşanan gerilimin en önemli sonuçlarından biri, Türkiye ile Avrupa Birliği ve birliğin Almanya, Fransa gibi önde gelen ülkeleriyle arasındaki ilişkilerin yeniden ivme kazanması oldu.
Almanya ve Fransa'nın, ABD'nin açıkladığı yaptırımlara karşı Türkiye ile dayanışma mesajı vermesi ve Türkiye'nin ekonomik istikrarsızlığa düşmesinden yana olmadıklarını açıklamaları, Ankara'nın da Brüksel'e bakışında değişime neden oldu.
Ankara, bir taraftan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Eylül sonu gerçekleştireceği Almanya ziyaretine hazırlanırken, diğer yandan da Brüksel ile aşınan ilişkileri onarma arayışına girdi.
Bu sürecin belki de en önemli göstergesi, Reform Eylem Grubu'nun (REG) bugün Ankara'da toplanacak olması.
2014'e kadar Reform İzleme Grubu (RİG) adıyla görev yapan kurul, 2014 sonundan itibaren REG'e dönüşmüş ancak Ankara-Brüksel ilişkilerinin bozulması nedeniyle 11 Aralık 2015'ten bu yana hiç toplanamamıştı.
Yaklaşık 3 yıl sonra Dışişleri, İçişleri ve Adalet bakanlarının katılımıyla gerçekleştirilecek REG toplantısının gündeminde, AB'ye katılım sürecinin en önemli unsurları olan siyasi kriterler ile Yargı ve Temel Haklar ve Adalet, Özgürlük ve Güvenlik başlıkları kapsamında gerekli reformların etkin bir şekilde uygulanması yer alıyor.
Bunlarla birlikte Türkiye-Avrupa Birliği ile ilişkilerin her alanda canlandırılması da, gündemin ön sıralarında.
Türkiye'nin bu süreçte AB'den üç temel beklentisi olduğu biliniyor: Katılım müzakerelerinin yeniden başlatılması yani müzakere başlıklarının açılması; gümrük birliğinin güncellenmesi için müzakerelerin başlatılması ve Türk vatandaşlarına vizesiz seyahat hakkının tanınması.
Türkiye-AB ilişkilerini yakından takip eden çevreler ise katılım müzakerelerinin önünde 3 temel engel olduğunun altını çiziyorlar: Türkiye'nin demokratikleşme ve insan hakları açısından bozulan sicili ve artık siyasi kriterleri karşılamaktan uzaklaşması; güçler ayrılığı ilkesini ortadan kaldıran cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçilmiş olması ve başta Fransa olmak üzere birçok AB ülkesinin Türkiye ile başka türlü bir ilişki kurulmasını öngören bir politikayı benimsemiş olmaları.
Katılım müzakereleri, Türkiye-AB ilişkilerinin özünü oluşturuyor.
3 Ekim 2005'ta başlayan müzakereler kapsamında Türkiye, 35 başlıktan sadece 16 tanesini açabildi. En son başlık ise Haziran 2016'da açılmıştı. Türkiye'de yaşanan darbe girişimi sonrasında AB ve önde gelen Avrupa ülkeleriyle yaşanan derin bunalım, müzakere sürecinin önce fiili daha sonra da resmi şekilde durdurulmasına neden olmuştu.
AB Konseyi, Haziran 2018'de gerçekleştirdiği zirvede aldığı kararla Türkiye ile katılım müzakerelerinin durma noktasında olduğunu, müzakere başlığı açılmasının düşünülmediğini kayda geçirdi. Aynı kararda AB, "Konsey, Türkiye'nin AB'den daha da uzaklaştığını not eder," değerlendirmesine yer verdi.
Ekonomik ilişkiler açısından önemli görülen gümrük birliğinin modernizasyonu konusunda adım atılmayacağı da bu kararda ifade edildi.
Her ne kadar bu karar müzakerelerin tamamen dondurulması anlamına gelmese de yeni başlıkların açılabilmesi için yeni bir AB zirve kararını gerektirmesi açısından büyük önem taşıyor. Bunun için de Ankara'nın atacağı somut adımlarla yeniden AB yönelimine girdiğini AB ülkelerine ispat etmesi gerekiyor.
Hangi somut adımların atılacağı ise Nisan 2018'de yayımlanan Türkiye İlerleme Raporu'nda ayrıntılı olarak yer aldı. Türkiye'ye en karşı "en sert" olma özelliğindeki İlerleme Raporu, olağanüstü hal döneminde insan hakları ve temel özgürlükler açısından yaşanan gerilemeye dikkat çekerken, özellikle 23'üncü ve 24'üncü başlıklar açısından Türk hükümetinin hangi adımları atması gerektiğini de kaydetti:
Bağımsız, etkin, kaliteli ve hesap verebilen bir yargı sisteminin oluşturulması, temel hak ve özgürlüklere saygı duyulması ve kötü muamele ve işkence iddialarıyla ilgili ciddi insan haklarının etkin bir şekilde soruşturulması, yolsuzlukla mücadelede BM ve Avrupa Konseyi sözleşmelerinin esas alınması, yürütme ve yasamanın güçler ayrılığı ilkesine tamamen saygı göstermesinin sağlayacak şekilde yargısal sorumluluğun güçlendirilmesi, yürütmenin Hakimler ve Savcılar Kurulu'ndaki gücü ve etkisinin sınırlandırılması bunlardan sadece birkaçı.
Türkiye'nin AB'ye katılım sürecine önemli etkisi olduğu kaydedilen bir başka süreç de, 16 Nisan 2017 referandumuyla kabul edilen ve 9 Temmuz 2018'de fiili olarak uygulanmaya başlanan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi oldu.
Avrupa Konseyi'ne bağlı Venedik Komisyonu'nun Türkiye'deki sistem değişikliğine ilişkin eleştirel raporunu temel alan ve yeni sistemin denge ve denetleme açısından yeterli olmadığını, güçler ayrılığı ilkesini de tehlikeye attığını düşünen AB, Türk hükümetine uyum yasalarını yaparken bu eksiklikleri gidermesi çağrısında bulundu.
Venedik Komisyonu'nun raporunda yeni hükümet sistemi "Türkiye'nin demokratik anayasal geleneğinden geriye doğru atılmış tehlikeli bir adım" olarak değerlendirilirken, bu durumun "otoriter ve kişisel bir rejime dönüşme tehlikesi" taşıdığı kaydedildi.
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine bir eleştiri de Avrupa Parlamentosu'ndan gelmişti.
16 Nisan referandumunda onaylanan anayasa değişikliği paketinin yürürlüğe girmesi durumunda AB Konseyi'ni harekete geçmeye çağıran bir kararı geçen sene alan Avrupa Parlamentosu'nun ilerleyen dönemde Türkiye ile katılım müzakerelerinin resmen askıya alınması çağrısında bulunacağına kesin gözle bakılıyor.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Salı günüLitvanya'daki temasları sonrası gazetecilerin Türkiye'nin ABD'den uzaklaşıp Rusya'ya yaklaştığı yönündekisorulara yanıt vermişti.
Çavuşoğlu, "Rusya ile ilişkilerimiz AB ile ilişkilere ya da ABD'ye alternatif değil.Türkiye'nin dış politikası denge gözetmektedir" diye konuşmuştu.
Bu iki engel kadar önemli olduğu belirtilen bir başka unsur ise AB'nin önde gelen iki ülkesi Fransa ve Almanya'nın Avrupa projeksiyonunda, birliğe tam üye olmuş bir Türkiye'nin bulunmaması.
Türkiye'nin AB reformlarını yerine getirdiği ve müzakerelerin olumlu bir şekilde sürdüğü 2000'li yıllarda dahi, bu iki ülkeden tam üyeliği engelleyici adımlar atılmıştı.
Almanya, "ayrıcalıklı ortaklık" önerisini dile getirirken, eski Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Türkiye'nin Avrupalı olmadığı iddiasıyla müzakere başlıklarının açılmasını veto etmişti.
AB'nin gözünde Türkiye'nin demokratikleşme sürecinin sekteye uğraması ve insan hakları ve temel özgürlüklerden geriye adımların atılması da, Fransa'nın liderliğini yaptığı "tam üye olmayan Türkiye ile güvenlik, göç, ekonomi konularında işbirliğini" önceleyen anlayışın daha çok alıcı bulmasına neden oldu.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un önceki gün yaptığı Türkiye ve Rusya gibi ülkelerle "stratejik ortaklık" kurulması önerisi de, bu anlayışın bir ürünü.
Türkiye ise Macron'un önerisine yanıt verirken hem zaten AB'nin stratejik ve ayrıcalıklı bir parçası olduğunu anımsattı, hem de Türkiyeli AB'nin, yeni dönemin zorluklarıyla başa çıkmada daha önemli bir rol oynayacağının altını çizdi.
Bu açılardan bakıldığında Türkiye'nin kısa vadede AB ile katılım müzakerelerini canlandırıp yeni başlıklar açmaya başlamasının, zorlu bir süreç gerektirdiği görülüyor.