"0 gece" evlat acısını yaşadılar KOCAELİ (A.A)

-"0 gece" evlat acısını yaşadılar KOCAELİ (A.A) - 16.08.2011 - Kocaeli'de 17 Ağustos Marmara depreminde eşi, oğlu, annesi ve kardeşini kaybeden Ülkü Karahan, enkaz altında 48 saat birlikte kaldığı kızı sayesinde yeniden yaşama tutundu ancak ölen oğlu ile eşinin fotoğraflarına 12 yıldır bakamıyor. İzmit'teki Arızlı Irak Konutları'nda yaşayan Karahan, 12 yıl önce yaşanan depremde, Başiskele ilçesi Yuvacık mevkisinde oturduğu evle birlikte 5 binanın yıkıldığını söyledi. Evlerinin enkazından eşi ve oğlunun cansız bedeninin çıkarıldığını, kendisi ile birlikte 5 yaşındaki kızı Feyza ve evlerinde misafir olarak kalan erkek kardeşinin 48 saat enkaz altında kaldığını söyleyen Karahan, şöyle devam etti: ''Ezan sesleriyle zamanı tayin etmeye çalışıyordum. Kızım 5 yaşındaydı. Enkaz altında ağzı, bileğime denk gelmişti. Öleceğimi, kendimden geçeceğimi düşünüyordum. Kızıma, 'sesim çıkmazsa bileğimi ısır' dedim. Acısıyla diğer insanlara ses verip, en azından çocuğumun kurtarılabileceğini düşünüyordum. Ama o şekilde ne kadar ayık, ne kadar baygın kaldım hatırlamıyorum. Kızım ara ara ısırması sonucu elimdeki acıyla arada bir kendime geldim. Enkaz altında eşime ve çocuklarıma çok seslendim ama onlardan ses duymadım. Enkazdan sağ olarak çıkan ancak 2 bacağı sakat kalan erkek kardeşim de bizdeydi.'' Daha sonra kurtarma ekiplerinin dozerlerle üzerlerindeki molozları kaldırmaya başladığını ve bu sırada bacağına inşaat demirlerinin saplandığını dile getiren Karahan, ''Uzun uğraşlar sonucu bacağıma saplanan demirlerden kurtararak beni ve kızımı dışarı çıkartmışlar'' diye konuştu. -''2 gün üzerimdeki cesetlerle birlikte kaldım''- Kızının hastanede tedavi altına alındığını ifade eden Karahan, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Beni öldü zannettikleri için hastane bahçesinde ölülerin arasına attılar. 2 gün burada ölülerle kaldım. Üzerimde 2-3 tane ceset vardı. Ama kendimde değildim. 2 gün sonra ise cenazeler ceset torbalarına konulmaya başlandı. Bu sırada görevlilerden biri benim yaralı bacağıma dokununca hafif bir ses çıkarmışım ve görevliler hemen hastaneye götürmüş. Ondan sonra da 3 ay tedavi oldum. Kızımı bu süre zarfında göremedim. Oğlum ve eşimin öldüğünü ise 3 ay sonra söylediler.'' Doktor kontrolünde oğlunun ve eşinin depremde öldüğünün kendisine söylendiğini anlatan Karahan, yaşadığı acıları kelimelerle anlatmasının mümkün olmadığını vurguladı. -Fotoğraflara 12 yıldır bakamıyor- Yaklaşık 6 ay süren tedavisinin ardından hastaneden çıktığını dile getiren Karahan şimdi hayattaki tek varlığı olan kızıyla birlikte, eşinden kalan emekli maaşıyla yaşamını sürdürmeye çalıştığını vurguladı. Eşini ve oğlunu çok sevdiğini ve büyük bir özlem duyduğunu aktaran Ülkü Karahan, ''Şimdi ikisini de kaybettim. Yaşadıkları zaman bir an gözümün önünden kaybolsalar hemen özlerdim. İkisine de çok düşkünüm'' diye konuştu. Oğlu Feyyaz'ın ismini ölümünden sonra bir kez bile telaffuz edemediğini anlatan Karahan, ''11 yaşında vefat eden oğlum, benim kıymetlim, canım, her şeyimdi. Şimdi ismini söyleyemiyorum, yazamıyorum da... Hem oğlumun hem de eşimin fotoğrafına 1 kez bakamadım. 12 yıldır oğlumu ve eşimi çok özledim ama dayanamıyorum, fotoğraflarına bakacak cesareti kendimde bulamıyorum'' şeklinde konuştu. -''Emanetime iyi bak''- Eşini ve oğlunu bazen rüyasına gördüğünü, o gecelerin sabahında ise özlemini gidermiş mutlu bir şekilde uykudan uyandığını dile getiren Karahan, şunları kaydetti: ''En son eşimi rüyama gördüğümde evden çıktığını gördüm. Hemen arkasından koşup 'Beni bırakıp nereye gidiyorsun?' diye seslendim. Eşim bana döndü, 'Ben gitmeliyim ama sen kalmalısın. Emanetime iyi bak' dedi. O sırada ağlamaya başlamıştım ve eşime 'Sen de benim emanetime iyi bakıyor musun?' diye sorduktan sonra gözyaşlarıyla uykudan uyandım. En son gördüğüm rüya da buydu.'' -"Ölecekmiş gibi oldum" İzmit'in Arızlı Mahallesi'nde yaşayan 42 yaşındaki Meryem Kavşut, 1992 yılında eşi Sebahattin Kavşut'la evlendiğini ve bir yıl sonra da ilk çocukları Ömer'in dünyaya geldiğini söyledi. Anne olduğu gün tarifsiz bir mutluluk yaşadığını dile getiren Kavşut, hem kendisinin hem de eşinin oğullarına çok düşkün olduğunu, sokakta oyun oynarken bile kısa süreli yokluğuna dayanamayıp büyük bir özlem duyduğunu ifade etti. 17 Ağustos'ta depremi sırasında Derince'nin 60 Evler Mahallesi'ndeki 5 katlı bir binada oturduklarını dile getiren Kavşut, o gün akşam doğru havada bir basıklık hissettiklerini ve erken saatte yattıklarını anlattı. Deprem anında büyük bir korku yaşadıklarını ve o an kimsenin sağ kalmayacağını düşündüğünü belirten Kavşut, bu sırada kendinden geçtiğini ve gözlerini açtığında gökyüzündeki yıldızları gördüğünü dile getirerek, şöyle devam etti: ''O gece eşim ve ben yatak odasında, kayın validem ve Ömer'im ise başka bir odada yatıyordu. Gözlerimi açınca oturduğumuz 5 katlı binanın yan yattığını gördüm. Biz binanın 1. katında oturuyorduk. Bina, oğlum ve kayın validemin yattığı odanın üzerine doğru yıkılmıştı. Dolayısıyla bizim odanın üzeri de tamamen açıktı. Bina ana yola doğru yıkılınca oturduğumuz daire yere gömüldü. Eşim ve ben kendi çabamızla molozlar arasından çıktık. Oğlum ve kayın validem ise tamamen enkaz altındaydı. Oğlumu kısa sürede çıkarabildik. Fakat kayın validemin çıkarılması 4 gün sürdü.'' Depremde yaşadıklarını anlatırken gözyaşlarını tutamayan Kavşut, oğlunun cenazesini bulunduğu yerden çıkarmak için eşiyle birlikte büyük mücadele verdiklerini ve en sonunda oğlunun cansız bedenine ulaştıklarını belirterek, ''Yavrusunun cesedini görmek bir anne için en büyük acı olsa gerek. Ölecekmiş gibi oldum. Kendimi çok zor toparladım'' dedi. Meryem Kavşut, depremde ablasını, kayın validesini ve oğlunu kaybettiğini, depremde daha sonra enkazdan çıkarılan cesetlerin toprağa verildiğini belirtti. -Kızıma ismini ölen oğlum verdi Depremde hayatını kaybeden oğlunun 7 yaşında olduğunu söyleyen Kavşut, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Ömer'im yaşasaydı şimdi askerlik çağına gelmiş olacaktı. Oğlumun emsalleri askere gidiyor. Tabi insan ister istemez yaşasaydı o yaşta olacaktı diye üzülüyor. Ömer'im bana çok bağlı bir çocuktu. Depremden 10-15 gün önce 'anne beni terk etmeyeceksin değil mi?' şeklinde sorular soruyordu bana. Giderdi, dışarda oynardı, arada gelir zile basar 'Anne evdesin dimi sen korkma ben buradayım bir yere gitmeyeceğim seni terk etmeyeceğim' derdi. O zaman anlam veremiyordum bu sözlerine. Ne oluyor bu çocuğa neyi var diyordum. '' Oğlunun kız kardeş istediğini, eşinin ve kendisinin istemesine rağmen 7 sene boyunca çocuklarının olmadığını belirten Kavşut, ''Ömer'im depremden bir kaç gün önce yanıma geldi. ''Anne ben sana bir şey söyleyeceğim. Benim bir kız kardeşim olsun. İsmini de Büşra koyacağım'' dedi. -7 yıl çocukları olmadı- Oğlunu kaybetmenin acısını hala dinmediği ve hayatın artık kendisi için bittiğini düşündüğü bir dönemde hayatında her şeyi değiştirecek yeni şeyler yaşanmaya başladığını vurgulayan Kavşut, şöyle konuştu: ''Yavrumu kaybetmenin acısını beni hayattan koparmak üzereyken depremden 40 gün sonra kızıma hamile kaldım. Oysa depremde ölen Ömer'imden sonra ikinci bir çocuk istememize rağmen 7 yıl boyunca olmamıştı. Bu bizim için dönüm noktası oldu. Hamile olduğumu öğrendiğim zaman sevinçten mi üzüntüden mi ağladım bilemedim. 'Ben kötü bir anneyim Rabbim bu evladımı aldı bana başka bir evlat vermeyecek' diyordum. Kızıma hamile olduğumu öğrenince tövbe ettim isyan etmekten. Kızım sağlıklı bir şekilde dünyaya gelince ölen oğlumun söylediği Büşra ismini verdik. Dünya gelen kızımın ismini Ömer'im hayattayken koymuştu. Daha sonra 2004 yılında dünyaya gelen oğlumun ismini de Ömer koyduk. Hayata tutunmak için sebeplerimiz oldu. Depremde Ömer'imi kaybettim ama Rabbim o kadar büyük ki bir Ömer aldı bir Ömer verdi. Şimdi bu Ömer'imi askere göndereceğim. Hamdolsun Rabbime bir evladımı aldı ama bana iki evlat verdi.'' -Bina üzerimize çöktü Deprem acısını derinden yaşayan bir diğer acılı isim ise İshak Çuvalcı. Çuvalcı, 17 Ağustos 1999 depreminin olduğu gece eşi ve kızlarıyla oğlu Sinan Çuvalcı'yı Kayseri'deki askeri birliğine yolcu ettiklerini söyledi. Daha sonra  eşi Selime, o zaman 21 yaşında olan kızı Seyhan ve 8 yaşındaki kızı Remziye ile birlikte Kartepe ilçesi Acısu köyündeki evlerine döndüklerini anlatan Çuvalcı, bir süre oturduktan sonra 8 yaşındaki kızları Remziye'yi de yanlarına alarak, eşi ile birlikte evin salon bölümünde uyuduklarını kaydetti. Bir süre sonra büyük bir gürültüyle uyandığını ve depremin olduğunu anladığını ifade eden Çuvalcı, şöyle devam etti: ''4 katlı binanın en alt katında olduğumuz için bina bizim üzerimize çöktü. Ben salona vuran cılız bir ışığı fark ederek dışarı çıkmayı başardım. Dışarı çıktığımda herkes bağırıyordu. Kendi başıma bir şey yapamadım. Depremden 10 saat sonra bir cankurtaran geldi. Onların yardımıyla enkaz altındaki büyük kızımı sağ olarak çıkardım. Eşinin sol bacağının sıkışmıştı. Saatlerce süren çalışmaların ardından onu da çıkarabildik. Daha sonrada küçük kızımın cesedini çıkardılar. Elle çıkardıkları için parçalanmamıştı. O an yıkıldım. 'Keşke görmez olaydım, keşke ölseydim' dedim kendi kendime.'' Depremin ardından kızının ölümüne üzülmek için zaman bulamadan eşinin acısı ile ilgilenmek zorunda kaldığını anlatan Çuvalcı, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Kızımı öyle gördüğümde, yüreğim parçalandı ama eşimin enkazdan çıkma anı da beni derinden yaraladı. Eşimin sol bacağı, enkazdan çıkardıklarında büyük hasar görmüştü. Kaldırıldığı hastanede kangren olma olasılığından bacağın önce diz bölümünden daha sonra kalça bölümünden kesmek zorunda kaldılar. 6 ay boyunca eşimle uğraştım. O zaman Değirmendere Mahallesi'ne gelen Amerikalı doktorların tedavi ettiğini ve eşine protez bir bacak taktılar. Ancak o da bir iki sene sonra kırıldı. Eşim zaten onu hiç kullanmadı. Bir gün olsun dışarı çıkmadı. Kullanamıyor protez bacakları. Ben de yardımcı olmaya çalıştım ona. Büyük kızımla birlikte eşimin acısını dindirmeye çalıştık. Şimdi kol değnekleri ile yürümeye çalışıyor. Ancak eşimi o koltuk değnekleri ile her gördüğümde depremi bir kez daha hatırlıyorum. Bu nedenle acım ölünceye kadar dinmez.'' Oğlu Sinan'ın depremi Kayseri'deki askeri birliğe gittiği sırada otobüste öğrendiğini ve bir hafta sonra Kocaeli'ne geldiğini bildiren Çuvalcı, ''Oğlum, kendi evine geldiği zaman ilk başta bizi bulamadı. Tanıdıklara sorarak bizi buldu. Biz de o aşamadan sonra Uzunçiftlik Mahallesi'ndeki prefabrike binada eşim, oğlum ve kızım ile birlikte yaşantımızı sürdürmeye çalıştık'' diye konuştu. Başlarını sokacak bir ev ve geçinecek bir şeyler bulmalarının ardından yavaş yavaş normal hayata döndüklerini anlatan Çuvalcı, hayatta kalanlarla yaşantıya devam etmelerine rağmen küçük kızlarının yokluğunu her zaman hissettiğini dile getirdi. 1994 yılında da o gün 2 yaşında olan Remziye'nin 8 yaşındaki ablası Suzan'ın okul çıkışı otomobil çarpması sonucu öldüğünü hatırlatan Çuvalcı, şunları kaydetti: ''Ondan da önce annemi ve babamı kaybetmiştim. Ama kızımın ölmesi kadar acı vermemişti bana. Trafikte kazasında ölen kızımın acısını o zaman Remziye ile dindirmeye çalıştım. Remziye, beni teselli etti. Remziye ile tekrar hayata bağlandım ama o kızımı da deprem aldı. Deprem anı ağlayamamıştım, haykıramamıştım 'Kızım, kızım' diye ama bugün ağlıyorum. 'Kızımın ölümünü görmez olaydım, yerine keşke ben ölseydim' diye haykırıyorum. Bugün kızım yaşıyor olsaydı belki onu üniversiteye gönderir, belki de evlendirirdim. Belki bu kadar acı çekmezdim. Tabi ki belkiler için konuşuyoruz. Bugün 33 yaşımdaki kızım ve eşimle birlikte hayatımızı sürdürüyoruz. Ancak her 17 Ağustos'ta depremin bizi ayırdığı kızımı hatırlıyorum. 17 Ağustos'ta yine hep beraber deprem şehidimizi ziyaret edeceğiz. Onu göreceğiz.'' İshak Çuvalcı, oğlu Sinan'ı bir süre önce evlendirdiğini ve evini ayırdığını sözlerine ekledi.