"DEĞİŞİKLİKLER İSABETLİ, REFERANDUMA SUNULMASI DOĞRU DEĞİL" ANKARA (A.A)

-"DEĞİŞİKLİKLER İSABETLİ, REFERANDUMA SUNULMASI DOĞRU DEĞİL" ANKARA (A.A) - 06.09.2010 - Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Vedat Ahsen Coşar, ''Temel hak ve özgürlükleri kapsayan hususlar referanduma konu yapılmaz, yapılmaması gerekir. Referanduma konu yapılan bir kısım anayasa değişiklikleri doğrudan temel hak ve özgürlüklerle ilgili ve de isabetli olmakla, bunların referanduma sunulmuş olması doğru değildir'' dedi. Yargıtay'da düzenlenen adli yıl açılış töreninde konuşan Coşar, 12 Eylülde gerçekleştirilecek referandumun sonucunda ister ''evet'', ister ''hayır'' çıksın 13 Eylül 2010 tarihinden itibaren anayasa üzerindeki tartışmaların devam edeceğini söyledi. Coşar, anayasa değişikliği konusunda iktidarıyla, muhalefetiyle yanlış yapıldığını ifade ederek, konuşmasını şöyle sürdürdü: ''Anayasa gibi bir üst ve temel norm konusunda Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir uzlaşma sağlayacak kadar siyasal deneyimimiz ve olgunluğumuz olmasına rağmen bunu yapmadık, yapamadık. Yapamadığımız için de işi referanduma götürmek zorunda kaldık. Doğrudan demokrasinin aracı olan, temsili kurumların yerine değil, onlara ek olarak kullanılan referandum, anayasamızın da öngördüğü bir yöntem olmakla, bu yönteme başvurulmuş olması hukuka uygundur. Ne var ki, referandum yararı olduğu kadar sakıncaları da olan bir yöntemdir. Referandumun en başta gelen sakıncası, toplumu birleştiren değil, ayrıştıran, kutuplaştıran bir süreç olmasıdır ki bu süreci yaşıyoruz. Yine temel hak ve özgürlükleri kapsayan hususlar referanduma konu yapılmaz, yapılmaması gerekir. Referanduma konu yapılan bir kısım anayasa değişiklikleri doğrudan temel hak ve özgürlüklerle ilgili ve de isabetli olmakla, bunların referanduma sunulmuş olması doğru değildir. Anayasa değişikliği gibi çok teknik, çok hukuki, çok siyasi bir konuda verilecek kararın, bu konuda çok az bilgili, çok az deneyimli olması nedeniyle medyanın etkisine ve manipülasyonlarına açık durumdaki halka sorulması yanlış bir tercihtir. Yine referandumdan çıkacak sonuç, belli bir zaman dilimindeki veya konjonktürdeki kamuoyunun tercihini yansıtacaktır. Oysa anayasalar sadece belli bir zamanı, diğer bir deyişle bugünü değil, yarını da kucaklayan ve bağlayan üst normlardır. O nedenle bu konuda referandum yapılması doğru değildir. Yine anayasalar nitelikleri itibari ile hukuki olmaktan daha çok, siyasi metinlerdir. Siyasi nitelikteki bu metinlerin ve dolayısıyla siyasi meselelerin referandum yoluyla 'evet/hayır'dan ibaret iki seçeneği olan sorulara indirgenmiş olması, anayasa değişikliği gibi ciddi ve yaşamsal bir konunun basitleştirilmesi ve tahrif edilmesi sonucunu doğurur. O nedenle anayasa değişiklikleri konusunda referandum yapılması bizce hatalı olmuştur. Nitekim anayasa değişiklikleriyle ilgili olarak Batı ülkelerinde referandum yoluna başvurulmamış, parlamentoda ve mutabakatla çözüme varılmıştır. Ülkemizdeki geçmiş uygulamalarda böyle olmuştur.'' -YARGI KARARLARI ÜZERİNE KONUŞMAK İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN GEREĞİDİR'' Coşar, yargı kararlarının eleştirilmesinin yargıya saygısızlık ve görülmekte olan bir davaya müdahale niteliğinde olmadığını öne sürerek, ''Yine bir konunun tartışılmasının sürmekte olan bir davayı etkileyeceği gerekçesiyle engellenmesi, toplumdaki kimi rahatsızlıkların hiçbir zaman konuşulmaması, tartışılmaması ya da en azından o konunun kamuoyunda tartışılmasına en fazla gereksinim duyulduğu zamanda tartışılmaması anlamına gelir ki, hukukçu olarak, vicdan sahibi insanlar olarak bunu kabul etmemiz olanaksızdır'' diye konuştu. Yargı kararları üzerine konuşmanın ve tartışmanın ifade özgürlüğünün gereği olduğuna işaret eden Coşar, yargıya karşı saygının, yargı kararlarının eleştirilmemesiyle sağlanacağını düşünmenin de ciddi bir yanılgı olduğunu söyledi. Coşar, ''yargının saygınlığını korumak adına zorla dayatılan suskunluk, yargıya saygıyı artırmaktan daha çok, yargıya yönelik kuşkuyu ve itaatsizliği besler'' görüşünü dile getirdi. Öte yandan, itham edilmiş bile olsa, suçlu olduğunun kanıtlanmasına kadar kişinin suçsuz sayılacağını öngören ''masumiyet karinesi''nin parçası ve uygulamadaki uzantısı olan ''lekelenmeme hakkı''nın temel bir insan hakkı olduğuna işaret eden Coşar, şunları kaydetti: ''Ceza soruşturmalarında sadece insan haklarına değil, ceza hukukunun öngördüğü diğer temel ve evrensel ilkelere de bağlı kalınması gerekir. Bu temel ve evrensel ilkelerin başında, hazırlık/soruşturma aşamasında yürütülen eylem ve işlemlerde hukuk devletinin öngördüğü sınırlar içinde kalınıp kalınmadığını, aşırılığa kaçılıp kaçılmadığını esas alan 'hukukilik ilkesi', 'oranlılık ilkesi' ve 'insan onurunun dokunulmazlığı ilkesi' gelir. Uyulması gereken bir diğer önemli ilke, yürütülen işlemlerin yasal ve ahlaki bir temele oturmasını, yani soruşturma makamlarının sanıklara/şüphelilere karşı insaflı, anlayışlı, savunmayı kolaylaştırıcı davranıp davranmadıklarını, iddia kanıtlarının yasal ve kabul edilebilir ahlaki ölçü ve sınırlar içinde toplanıp toplanmadığını öngören 'dürüst işlem ilkesi'dir. Yine ceza kovuşturmasının dayanağı ve savcılık makamının suç isnadının temelini oluşturan 'iddianame'nin mümkün olduğunca kısa, sanığın/şüphelinin neyle ve hangi kanıtlarla suçlandığını kolayca anlayabilmesi ve buna göre savunmasını yapabilmesi için açık, anlaşılır ve somut olması, sadece iddiaya konu olay ve olgular ile kanıtları içermesi gerekir. Başta kamuoyunda 'Ergenekon' olarak bilinen davalara esas olan iddianameler olmak üzere, örgütlü olarak işlendiği ileri sürülen suçlara konu diğer pek çok davanın dayanağı olan iddianameler, yukarıda çerçevesi çizilen iddianame tekniğine uygun olarak hazırlanmadığı gibi, bu iddianameler öncesinde yürütülen soruşturmalarda da ceza hukukunun temel ve evrensel ilkeleri olduğuna vurgu yaptığımız 'hukukilik, oranlılık ilkesi, insan onurunun dokunulmazlığı ve dürüst işlem' ilkelerine uyulduğunu söylemek pek mümkün değildir. Diğer taraftan, gerek anayasamız, gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile güvence altında olan 'adil yargılanma hakkı' gereğince, ceza soruşturmasının mümkün olan en kısa sürede tamamlanması, ceza davası açılmış ise yargılamanın 'makul bir süre' içinde sona erdirilmesi ve davanın nihai olarak karara bağlanması gerekir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin emsal nitelikteki Eckle-Almanya, Metzger-Almanya davaları kararlarında işaret edildiği üzere, ceza davalarında makul süre kişiye suç isnadıyla, yani davanın mahkeme önüne geldiği tarihten çok önceki bir tarihte başlar. Bu hususlar dikkate alındığında, kamuoyunda 'Ergenekon' olarak bilinen ve ne zaman sona ereceği belli olmayan ceza davalarında, makul süre daha şimdiden aşılmıştır. Bu çok açık biçimde adil yargılanma hakkına aykırıdır, hak ihlalidir, insan hakları ihlalidir.'' -''ÜLKEMİZDE TUTUKLAMA İNFAZA DÖNÜŞMÜŞTÜR''- Coşar, Türkiye'de son zamanlarda gerçekleştirilen tutuklamaların önlem olmaktan çıktığını, kurala ve hatta erken infaza dönüştüğünü belirtti. ''Ergenekon'' adıyla yürütülen soruşturma kapsamındaki kişilerin tutuklanma tarihleri ile görevli yargı organının önüne çıkarıldıkları tarihlerin, uzayan ve makul süreyi çoktan aşan yargılama sürecinin Birleşmiş Milletler kurallarına ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin emsal nitelikteki kararlarına uygun olmadığını kaydetti. Coşar, ''Adı geçen soruşturma 'Ergenekon' ve kovuşturmalara konu suç niteliğindeki fiilleri işleyenler, demokrasiye musallat olan darbeciler, yasa dışı örgüt üyeleri, başkaca suçların failleri elbette yargılansınlar ve hak ettikleri cezaları alsınlar. Bu, yurttaş olarak, hukukçu olarak, demokrasiye bağlı insanlar olarak bizim de istediğimiz bir şeydir. Ama her şey hukuka, kanuna uygun olmalıdır, suç işleyen, suç işlediği hususunda ciddi kanıtlar bulunan, adına sanık ve şüpheli dediğimiz kişilerin de hakları olduğu hususu dikkate alınmalıdır'' diye konuştu.