Schwäbische Zeitung gazetesi ise Ankara’daki bombalı saldırıya ilişkin şu görüşlere yer veriyor:
“Ankara’daki kitlesel katliamın arkasında kimlerin olduğu henüz bilinmiyor. Ancak açık olan şu: Olayın arkasında kim olursa olsun bu saldırı Türklerle Kürtler arasındaki anlaşmazlığı uğursuz bir biçimde fişeklemektedir. Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan bu konuda baş sorumlu kişidir. Kürtlere karşı girişimlerde bulunmak için Suriye krizini gerekçe olarak göstermiştir ama terörist örgüt IŞİD’e karşı şimdiye kadar daha ziyade hoşgörülü davranmıştır.”
Süddeutsche Zeitung, internette yayımlanan Mike Szymanski imzalı yorumunda “Korkunç Şüphe” başlığını kullanmış. Gazete, Ankara’daki saldırının ardından halkın AKP’ye karşı güvenini yitirdiğini, bir zamanların reform partisinin büyük vaatlerinden hiçbir şey kalmadığını da belirtmiş. Yorumun devamında şu satırlar göze çarpıyor:
“Türkiye’de “karanlık güçlerin”, yani devlet temsilcileriyle suç şebekeleri arasındaki gizli ağı oluşturan ve derin devlet diye anılan çevrelerin dönemi AKP ile artık kapandı diye düşünülüyordu. Ancak 13 yıllık iktidarı süresince AKP devletin tüm kilit noktalarını ele geçirdi. Erdoğan’ın devletine neden bu kadar güvensizlik var diye soranlar varsa, onlar üst düzey hükümet yetkililerine karşı yolsuzluk davaları yürüten savcıların görev yerlerinin nasıl değiştirildiğine bakmalıdırlar. Ya da IŞİD’e tırlarla silah gönderildiği yönünde haber yapan Cumhuriyet gazetesinin şef redaktörüne karşı hükümetin tavrına baksınlar. Bu noktada gerçekten de bu devletin her şeyi yapması beklenebilir mi? Nitekim Erdoğan’ın Rize'deki teröre hayır mitingine katılan, 2014’de hapisten çıkmış mafya babası Sedat Peker, “Biz kimseyi vurmayacağız ancak meşru savunma hakkımız hâsıl olduğu zaman oluk oluk kan akacak. Recep Tayyip Erdoğan giderse Türkiye gider. Diz çökerse Türkiye diz çöker' diye konuşabiliyor.”
Lüneburg’da yayımlanan Landeszeitung gazetesi, “Almanya Başbakanı Angela Merkel’ın Türkiye’daki seçim ortamına, Ankara’daki katliamın devam eden hararetine ve korkutucu şüphelerin atmosferi zehirlemesine rağmen 18 Ekim pazar günü Türkiye’yi ziyaret etmekte ısrarlı olduğunu” belirtiyor ve yorumunda şu görüşlere yer veriyor:
“Başbakanlık Dairesi, istikrarlı bir Türkiye’nin Almanya’nın çıkarına olduğunu duyurdu. Doğru bir saptama bu, ancak üzülerek söylemek gerekirse, Berlin bu saptamayı yapmakta biraz gecikti ve üstüne üstlük bunu Türkiye’nin yardımıyla mülteci akınını durdurmayı ümit ettiği için, yani tamamen egoist gerekçelerle yaptı. Merkel şimdi uzlaşması mümkün olmayan iki kutba ayrılmış ve AB tarafından da istikrara kavuşturulamayacak bir ülkeye resmi geziye gidiyor. Eğer Avrupa daha önceleri Türkiye’nin değerini bilmiş olsaydı, belki o zaman Türk dünyası da daha az yıpranmış olurdu.”
Berlin’de yayımlanan Der Tagesspiegel ise AB ile Türkiye arasındaki ilişkileri ele aldığı yorumunda, AB’nin dış sınırlarını sadece ve sadece komşuları da kendi görevlerini yerine getirdiği takdirde kontrol edebileceğini, bunun mülteci akınının kontrolünde vazgeçilmez bir önşart olduğunu belirtiyor. Bu noktanın da Türkiye’yi başka herhangi bir devletten daha fazla ilgilendirmesi gerektiğine işaret ediyor. Yorumda şu satırları okuyoruz:
“Sadece ve sadece AB Türkiye’yi güvenli üçüncü ülke olarak tanımlarsa, o zaman bu ülkeden gelen mültecileri Almanya’ya kabul etmek zorunda olmaz. Erdoğan’ın antidemokratik tavırlarına işaret ederek bu çözüme yanaşılmazsa, o zaman her ay onbinlerce mültecinin Almanya’ya gelmesine de tahammül edilmesi gerekir. Kısacası, Avrupa’nın Türkiye ile iç savaş mültecilerinin geri kabulünü düzenleyen bir anlaşma imzalaması gerekmektedir. Bunun için de AB’nin kesenin ağzını açması, geri gönderilenlerin kamplarda ihtiyaçlarının karşılanması için finansal katkı göstermesi zorunludur.”