"Türkiye ile normalleşmeden söz edemeyiz"

"Türkiye ile normalleşmeden söz edemeyiz"

DW Türkçe: Siz bir süredir Cumhuriyet davasını takip ediyorsunuz. İzlenimleriniz nedir davayla ilgili olarak?

Rebecca Harms: Davayı başından beri takip ediyorum. Cumhuriyet davasında gözlemci sıfatıyla İstanbul'a üçüncü gidişim bu. Şu ana kadar edindiğim izlenim, hazırlanan iddianamenin ve ifadelerin alınmasının hukuk devleti ilkeleri ile örtüşmediği yönünde. Altan kardeşlerin, Şahin Alpay'ın ve diğer isimlerin terör suçlamasıyla çok ağır cezalara çarptırılmasından sonra, Cumhuriyet davasında da durumun çok farklı olmasını beklemiyorum. Tabii ki bir yandan bunun aksini diliyorum. Adaletin yerini bulmasını istediğimiz için kalkıp Türkiye'ye gidiyoruz ve hakim karşısına çıkan arkadaşlarımıza destek olmaya çalışıyoruz.

DW Türkçe: Cumhuriyet davası için üçüncü kez İstanbul'a gitmenizin nedenini adalet arayışı olarak tanımlayabilir miyiz?

Harms: Bu davadaki birçok tanığın durumundan ve daha önce de dönemin Cumhuriyet Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ile gazetenin Ankara temsilcisi Erdem Gül'ün hakim karşısına çıktığı davadan ortaya çıkan tablo şu: Düzgün gazetecilik yargılanıyor. Bağımsız ve eleştirel gazetecilik yapmak isteyen kişiler, şimdi bunun bedelini bir yılı aşkın bir süredir hapis yatarak adil olmayan şartlarda yargılanarak ödüyor. Uluslararası kamuoyu olarak buna karşı çıkılması gerek.

DW Türkçe: Davayı takip eden gözlemci sıfatıyla nasıl bir destek oluşturabilmeyi umuyorsunuz?

Harms: Cumhuriyet davasına eşlik etmeye başladığım ilk günden itibaren, bize ufak bir noktaymış gibi görünen bir şeyin aslında ne kadar önemli olduğunu anladım. Mahkeme salonunda sanıkların ailelerini, arkadaşlarını, meslektaşlarını toplu olarak görmeleri çok mühim. Bu kısa da olsa birbirini görebilme imkanı, sanıklara güç veriyor. Ayrıca Cumhuriyet davası süresince Türkiye’ye gelişlerimde, sanık ailelerinin, meslektaşlarının ve arkadaşlarının dayanışmayı ne kadar cesurca ve ne kadar büyük bir şevkle organize ettiğini gördüm. Bu destekçiler için, olan bitenin Türkiye ile sınırlı kalmaması ve uluslararası gözlemciler sayesinde yaşananların Türkiye dışında da duyulması büyük önem taşıyor. Türkiye’de insanların temel haklarını ve demokratik kazanımlarını bazen hiçbir şansları yokmuş gibi görünen şartlarda savunmalarının duyulması çok önemli.

DW Türkçe: Bu tür davalar uzadıkça, medyanın ilgisinin azalması da o kadar olası bir hal alıyor. Sizin izlenimlerinize göre uluslararası destek aynı güçte devam ediyor mu?

Harms: Deniz Yücel'in tahliye edildiği gün beni çok ürküttü. Altan kardeşlerin de aralarında bulunduğu bir grup gazetecinin de aynı gün duruşmasının olduğunu biliyordum. Deniz Yücel’in tahliye olması gibi mutluluk verici bir haberle başlayan gün, daha sonra sanık sandalyesinde oturan gazetecilerin, aydınların inanılmaz ağır cezalara çarptırılması ile devam etti. İşte o an, Deniz Yücel'in tahliyesinden sonra da Türkiye’deki davaların duyulması için çaba sarf etmenin ne kadar önemli olduğunun bir kez daha farkına vardım. Bu duruşma için, yine uluslararası gazetecilerden, büyük meslek kuruluşlarının temsilcilerinden ve Uluslararası Pen Kulübü'nden yetkililer ile bir grup oluşturuyoruz ve sesimizi duyurabileceğiz. Beni endişelendiren, daha böyle birçok davanın olması. Gazetecilerin, öğretmenlerin, akademisyenlerin yargılandığı ama kimseciklerin duymadığı davalar bunlar. Bu konuda neler yapılabileceği üzerine kafa yormak zorundayız.

DW Türkçe: Peter Steudtner, Meşale Tolu ve tabii ki Deniz Yücel'in tahliyesinden sonra Almanya ile Türkiye arasındaki buzlar bir derece eriyor gibi görünüyor. Bu "normalleşme” sürecini siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Harms: Evet, Peter Steudtner, Meşale Tolu, Deniz Yücel ve diğer bazı isimlerin tahliye edilmesi çok önemliydi ama bu gelişmelerden, Almanya'nın Türkiye'ye yönelik yaklaşımının "normalleşmesi” gerektiği sonucunu çıkarmak yanlış olur. Türkiye'de 200'den fazla tutuklu gazeteci var. Binlerce öğretmen, profesör, doktor, avukat, darbe girişiminin aydınlatılması ve ülkenin güvenliğinin sağlanması gerekçe gösterilerek hapiste tutuluyor. Bugün Zeytin Dalı Harekatı'nı eleştirmek bile, insanların tutuklanması için yeterli sebep oluşturabiliyor. Bu, kesinlikle normalleşmeden bahsedebileceğimiz bir dönem değil. Şimdi asıl, Erdoğan ve hükümeti konusunda ciddi olarak düşünmek ve Türkiye'de bu yolla normalleşme sağlanamayacağının irdelemek gerekiyor.

DW Türkçe: İstanbul'a gitmeden önce Ahmet Şık'a açık bir mektup yazdınız…

Harms: Gülen Hareketi hakkında, bu hareketin devletteki ve kurumlardaki yapılanması hakkında araştırma yapan ve bu nedenle hapis yatan Ahmet Şık, şimdi birdenbire FETÖ terörünün destekçisi olduğu suçlamasıyla hapiste. Bunun üstüne bir de PKK terörünü desteklediği suçlaması yöneltiliyor kendisine. Türkiye'de yargının izlediği rotanın çetrefilliği ve keyfiliğini daha absürt bir şekilde gözler önüne sermek mümkün değil.

DW Türkçe: Ahmet Şık bundan neredeyse günü gününe tam yedi yıl önce ilk kez gözaltına alınmış ve daha sonra Silivri'de hapis yatmıştı. Siz o zaman da onu hapishanede ziyaret etmiştiniz. Bugünkü durumu o günden farklı kılan nedir?

Harms: O zaman ziyaret için dilekçe vermiş ve hızlı bir şekilde izin almıştım. Hatta bunun ne kadar kolay olduğuna şaşırmıştık. Sanırım o dönemde Türk hükümetinin Avrupa Parlamentosu ile Brüksel ile Avrupa Birliği ile ilişkileri iyileştirme isteği bunda önemli rol oynamıştı. Bu sefer ise Ahmet Şık ile görüşmek için iki kez başvuruda bulundum. Meslektaşım ve arkadaşım Selahattin Demirtaş ile, Nazlı Ilıcak ile görüşmek için, hapisteyken Aslı Erdoğan ile görüşmek için de ziyaret dilekçesi verdim. Hiçbirine olumlu yanıt alamadım. Bu da bana, Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki ilişkilerin gerçekten ne kadar değiştiğini gösteriyor.

Söyleşi: Aydın Üstünel

© Deutsche Welle Türkçe

Alman politikacı Rebecca Harms, Avrupa Parlamentosu'ndaki Yeşiller Grubu'nun Türkiye uzmanı ve Yeşiller'in parlamentodaki insan hakları raportörü.