3.5 yılın ardından tahliye edilen Pınar Aydınlar: Nazi Toplama Kampı'ndan çıkmış gibi hissettim

3.5 yılın ardından tahliye edilen Pınar Aydınlar: Nazi Toplama Kampı'ndan çıkmış gibi hissettim

HDP’den İzmir milletvekili adayı olduğu dönemde yaptığı konuşma nedeniyle 3.5 ay hapis yatan halk müziği sanatçısı Pınar Aydınlar, cezaevinden çıkarken kendini Nazi Toplama Kampı’ndan çıkmış gibi hissettiğini söyledi. Bakırköy Cezaevi’nde sekiz metrekarelik bir hücrede 105 gün geçirdiğini söyleyerek, “Hijyen yoktu, orada böceklerin, farelerin arasında kaldım” dedi.

Çıplak aramaya direndiği için ‘kadın doğum doktoruna götürürüz’ denilerek tehdit edildiğini anlatan Aydınlar,  “Cezaevinde beton arasından çıkan ufacık bir çiçek bile gardiyanların tahammülsüzlüğüne uğrayıp kopartılıyor. Cezaevinde betonların arasından çıkan yeşilliği görünce umudumu asla yitirmedim” dedi. 

105 gün tek kişilik hücrede kalan Aydınlar, en çok ailesini ve bağlamasını eline alıp türkü söylemeyi özlediğini dile getirdi.

Aydınlar, denetimli serbestlik kararıyla 3 Eylül Pazartesi günü  tahliye edildi. Cumhueriyet'ten Sibel Bahçetepe'nin sorularını yanıtlayan Aydınalr'ın açıklaması şöyle:

-2015 yılında yaptığın bir konuşma nedeniyle tutuklandın. Neydi o konuşma?

Aslında o dönemde ülkede çözüm süreci devam etmekteydi. Ülkedeki siyaset gel-gitli bir siyasetti. Çözüm süreci varken Kürt mücadelesine yaklaşım bambaşkaydı, 7 Haziran 2015 seçimlerinin devamında ağır sonuçlar oldu. Ben de 7 Haziran’da, o dönemde Suriye’de yapılan IŞİD katliamlarından tutun da, ülkede yapılan haksızlıklara dair gözlemlerimi paylaştım. Benim söylediğim sözler zaten bu ülkenin en yukarısından, en aşağısına kadar tüm birimlerinde söylenen söylemlerdi... Sonuçta ülke o dönem farklı bir süreç yaşıyordu, yaklaşımlar farklıydı... HDP saflarında yer alan herkes bir şekilde tecrit edildi.

"Böceklerin içinde ortam"

-Cezaevine ilk girdiğinde neler hissettin?

Ben kendinden emin olarak cezaevine girdim. Çünkü hakkımda yakalama kararı vardı ve Avrupa’dan çıkıp tutuklanacağımı bilerek geldim. İlk alındığımda nezarethaneye götürüldüm, orada yapılan işlemler tabii farklı geldi.O an kendime söylediğim, teselli verdiğim cümlelerim vardı. Sürekli olarak ‘Pınar, vicdanın rahat, başın dik, alnın açık. Bu süreci bitireceksin.’ Bunu kendime hep söyledim. Her zaman ezilenlerin, yoksulların, işçilerin sanatçısıydım, siyaseten de ezilen Kürt halkının yanında durdum, bunların hiç birinden pişman değilim. Cezaevine girdiğim o anda, demir parmaklıkları geçince yani yalnız kalınca, kendime dedim ki ‘Pınar şimdi başlıyoruz ve çok güçlü bir şekilde bu süreci atlatacağız’. Çünkü insanlık onuru her şeyden çok daha değerli, bu onur mücadelem yere düşmeyecek. Ne hücrede, ne de hapiste, ne de sokakta.

-Cezaevinde çıplak aramaya maruz kaldın mı?

Çıplak arama aslına her tutukluya uygulanan bir yöntem ama siyasilerin, devrimci tutsakların kabul etmediği bir uygulama. Bunu Bakırköy’de kabul etmedim. Ardından hücreye konuldum, bir anda 8 metrekare içine girdim. Orada böceklerin, hijyen olayının olmadığı bir alanda bir anda kaldım. İlk gün yemek verilmedi. İlk geceyi çok kötü geçirdim. Gece saat 23.00’te bir ses duyduğumda ayağı kalkıp bir olay oluyor sanıyor ve hazır ol psikolojisinde bekliyordum.

-Cezaevindeyken en çok neyi özledin?

Özgürlük kadar hiçbir değerli duygu olduğunu düşünemiyorum. En çok çocuklarımı özledim...Yoldaşlarımı, dostlarımı, arkadaşlarımı çok özledim. Bir de bağlamamı alıp türküler söylemeyi, sahneye çıkıp kitleler karşısında, binlerin karşısında türkülerimi söylemeyi o kadar çok özledim ki... Cezaevlerinden, tutuklulardan, hükümlülerden gelen mektuplar bana müthiş destek oldu. Yazarlarımızdan, aydınlarımızdan kitaplar aldım. Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ mektup gönderdi. Hiçbir şekilde kendimi yalnız hissetmedim. Ziyaretime gelen CHP milletvekilleri Mahmut Tanal, Onursal Adıgüzel, Ali Şeker, eski CHP İBB Meclis üyesi Hüseyin Sağ’a ve CHP yönetimine sahiplenmeleri nedeniyle çok teşekkür ediyorum. Siyaseten çok büyük bir haksızlık yaşanıyor ve bunun önünde durulmalı. Kime adaletsizlik ve haksızlık yapıldıysa onun yanında durmak önemli.

"Çiçeğe bile tahammül yok"

-‘Tahliye olduğumda ilk şunu yaparım’ dediğin ne oldu?

Yaşama dair her şeyi özlüyorsunuz. Bir parça yeşili bile çok görülüyorlar. Beton arasından çıkan ufacık bir çiçek bile gardiyanların tahammülsüzlüğüne uğrayıp kopartılıyor. İnsan toprağı çok özlüyor ve sadece karşında ciddi bir tecrit, gri duvarlar ve betonlar, parmaklıklar var. İnsan yaşamına uygun yerler değil.  

-Cezaevindeyken seni en çok etkileyen hangi olaydı?

Soma işçilerinin ailelerinin uğradığı haksızlık, o ailelerin feryatları beni çok üzdü. Soma maden katliamı olduğunda oraya ilk gidenlerdendim. Cenazeleri de gördüm, ailelerin perişan halini de. Sonrasında Cumartesi Anneleri’nin yaşadığı saldırı anlarında da kendimi çok çaresiz hissettim. Onların yanında olamamak orada çok ağır geldi.

-Seninle ilgili konuşulan ‘bağımsız koğuşta kaldı, hücre değildi’ gibi söylemler oldu. Bunlara ilişkin neler söylemek istersin?

Bağımsız koğuş hiçbir şekilde benim ilkelerimle örtüşmez. İlkelerime, dünya görüşüme aykırı ve çok açık söyleyeyim benim bir rengim ve tarafım var. Ben tarafsız, ortada kalmış bir insan değilim. Ben 105 gün dolu dolu tek başıma hücrede kaldım. Yanımdaki hücrede gazeteci  Ece Sevim Öztürk vardı, diğer yanımda YSK İkinci Başkanı Nesibe Özer vardı. Öbür hücrede LGBT’lilerden travesti bir arkadaşımız Esra Arıkan vardı.. Cezanın 3’te birini hücrede geçirirsem denetimli serbestlikten faydalanabiliyordum... Öncesinde aylardır Avrupa’da sürgündeydim...Çocuklarımdan uzaktaydım, bir an önce o süre bitsin diye hücrede kalmayı göze aldım, farelerin büceklerin içinde, en ağır şartlarda, ben hücrede 105 günü bitirdim, sonra denetimli serbestliği alabildim. Eskişehir’de bir hafta tam bir kâbustu. Orada kalınca, o insanların hayatını görünce,  çıkarken de resmen Nazi Toplama Kampı’ndan çıkmışım gibi hissettim kendimi.

"Ranzamdaki yazı..."

-Cezaevinde ‘ranzamın üzerine yazdığım yazı beni burada hayata bağlıyor’ demiştin. Neydi o yazı?

Ranzamın başına ‘hiçbir koşul irademi teslim alamaz’ yazmıştım ve her sabah kalktığımda ya da kendimi çok güçsüz hissettiğimde yazıma bakıyordum. 30 yıl cezaevinde kalan insanlar var. Bizi güçlü kılan insan beyninin ve iradesinin her şeyden çok daha güçlü olduğuna inanmak. Benim için elbette çok zor ve travmatik durumdu. Duvara takvim yaptım her mahkûm gibi... Cumhuriyet gazetesi her gün benim gazetemdi. Birgün, Evrensel de alıyordum ama çoğu zaman yok deniliyordu. Cumhuriyet her gün gelir, demir parmaklıklara takılırdı. Oraya koyma sebebim avluya çıkan her tutuklu alıp okusun, elden ele okunuyordu. 

-Bağlamanı eline alabildin mi? Konser hazırlığın var mı?

Bakırköy Belediyesi ile çok büyük bir halk konseri hazırlığımız var. ‘Herkes için adalet’ diyeceğiz... Yakın bir zamanda, sanırım en geç ekim ayı içinde olur. Denetimli serbestlik ile haftada 4 gün imza atacağım. Yurtdışı yasağım yok, yurtdışı konserlerim başlayacak, türkü söylemeyi çok özledim.

-Dinlenmek yerine hayatın içine mi akayım diyorsun...

Hayat beklemeyi kabul etmiyor ve ben kalabalıklar içinde kendini mutlu hisseden biri olarak tek başına tecrit edilmenin ağırlığını yaşıyorum ama akan gürül gürül bir hayat var. Aynı bıraktığımız yerden, durmadan devam edeceğim. Mavi günler geldiğinde dinleneceğim şimdi dinlenme günü değil, gün haksızlıklara, zulme uğrayanların yanında durma günü...

Avluda bir yaşam

-Cezaevinde bir günün nasıl geçiyordu?

Sabah 6.30’da kalkıyordum, baş ucumda kitaplarım vardı, onları okuyordum. Sonra kalkıp kendime kahvaltı hazırlıyordum. 3 zeytin, birazcık peynir... 08.00’de sayım oluyordu, sayıma geliyorlar, bakıyorlar, hücrede misiniz? Sonra 11.00 gibi  avluya çıkma saatimdi. Bir buçuk saat kadardı, diğer siyasi arkadaşlarla avluda vakit geçiriyorduk. Avluda bir buçuk saatin bir saati durmaksızın spor yapıyordum. Yürüyüş yapıyordum. Avluda yerdeki sıva çatlaklarını ülkeye benzetiyordum, hepsi ayrı bir ülke, yürürken şu ülkedeyim, bu ülkedeyim, şu şehirdeyim, buradayım diyordum. Oradan hayaller kuruyordum. Çünkü en büyük gücün hayallerdir...

Öyküler yazdım, besteler yaptım, hiç boş durmadım. Mesela karafatmaları ve böcekleri yazdım, karafatmaların ne kadar numaracı olduğunu orada öğrendim, ölü taklidi yaptıklarını... Doğadan kopamıyorsunuz, bir süre sonra onlarla konuşuyorsunuz, ‘gördün di mi bak bunu hissediyorum ve sen buna tanık oldun’ diye... Sürekli elimde çamaşır suyu ve hücreyi dezenfekte edip temiz tutmaya çalışıyorum...Avludan geldikten sonra öğlen yemeği 12.00 ise akşam yemeği 14.30-15.00 gibi veriliyordu. Akşam 10 gibi yatıyordum.