"5 savcı, 'Melih Gökçek' dosyaları üzerinde çalışıyor"

"5 savcı, 'Melih Gökçek' dosyaları üzerinde çalışıyor"

Takan'ın "Müsteşarı "Topbaş" sendromu götürdü!.." başlığıyla (20 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Gümbürtüde arada kaynayıp gitmesin!..

Ancak fırsat bulduk yazmaya... Geçtiğimiz Salı günü çok önemli bir istifa yaşandı Ankara'da. AKP bürokrasisinin çook önemli yıldızlarından, deve dişi gibi bir isim sessiz sedasız kayıverdi bürokrasi sahnesinden. Neden olduğu anlaşılamadı. Adalet Bakanı Abdulhamit Gül "kendi isteği ile istifa etti" dedi ama pek de inandırıcı olamadı. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kenan İpek görevinden alınmadan önce çok "fedakârca" çalışmıştı iktidar için. 1 Ocak 2014 tarihinde Adalet Bakanlığı Müsteşarlığına 17/25 Aralık sürecindeki duruşu yüzünden getirilmişti. HSYK operasyonları sırasında verilen her görevi tam manasıyla yapmıştı. 62. ve 63. hükümetlerin Adalet Bakanı'ydı. Her daim sarayın adeta gölge Adalet Bakanı gibi çalışıyor, milyonlarca bonus sahibi oluyordu...

Kenan İpek'in görevden alınmasının hemen ardından AKP kulislerinde çeşitli gerekçeler öne sürüldü. Kimse "metal yorgunluğu" diyemedi!.. "Abdulhamit Gül, kendisi ile geçinemediği, emirlerini takmadığı, kafasına göre iş yaptığı gerekçesiyle görevden aldı" diyenler oldu. Aslında herkes biliyordu ki, Adalet Bakanı kim olursa olsun R. Erdoğan istemedikçe kimse Kenan İpek'i görevden alamazdı. "FETÖ'cülere bilgi sızdırdığı"na kadar uçuk iddiaları dile getirenler de oldu iktidar çevrelerinde. AKP iktidarının doğası gereği "Düşenin dostu olmaz. Bir tekme de sen vur" süreci başlatıldı. Ahmet Davutoğlu ve Kadir Topbaş olaylarında yaşandığı gibi.  Nambır van, Kenan İpek'in kalemini kırmıştı bir kere... Yanında, kenarında durulamazdı. Eskisi tu kaka edildi yenisi kral ilan edildi hemencecik..

AKP iktidarının bu kadar parlak ve kozmik bir bürokratı ortada fol yok yumurta yokken aniden neden azledilmişti?... Her zaman olduğu gibi derin sorunun cevabını sarayda buldum. Bir gece yarısı hiddetine kurban gitmiş Kenan İpek. Araştırmacı kuşları, R. Erdoğan'a Kenan İpek'in, Topbaş ailesinden çok hatırı sayılır bir iş adamının Yargıtay'da takılan dosyası ile yakından ilgilendiği bilgisini ulaştırmış. Erdoğan, çok hiddetlenince talimatı hemen vermiş, "istifa etsin..."

Kenan İpek, istifası alındıktan sonra Yargıtay üyeliğine atandı. Çok manidar!.. Değil mi?..

Her gün "Kabile devleti miyiz?" diye yazacak hale geldik!..

R. Erdoğan, Polonya dönüşü, havada, kabin ekibi gazetecilerine istifada direnen belediye başkanları için, "sonuçları çok ağır olur" dedi. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, söz konusu başkanlara, direnmeleri halinde partiden ihraç edilemeyeceklerini fakat bakanlık aracılığıyla azledileceklerini söyledi. "Türkiye bir hukuk devleti değil mi" diye sorup sizleri güldürme niyetinde değilim. 20 Temmuz 2016'dan bu yana OHAL ve KHK rejimi ile girdiğimiz idari sürecin doğal sonuçları bunlar!.. Bu başkanlar, bedeli ağır olan neler yapmışlar ki?.. Eğer bir Cumhurbaşkanının istifasını alenen isteyeceği suçlar işlemişlerse, İçişleri Bakanlığı'nın azli söz konusu ise  Cumhuriyet Savcıları ne iş yapar?.. Neden sesleri çıkmaz?.. Direnmeyip, kuzu kuzu istifa ederlerse ima edilen suçlarının üstüne Siirt battaniyesi mi serilecek?.. Saray'dan fısıldanan bilgilere göre, başkanlar için Adalet ve İçişleri Bakanlıkları müştereken devreye sokulmuş. Melih Gökçek dosyaları üzerinde Ankara adliyesinden 5 savcıya çalışma görevi verilmiş... Haydi bakalım... Çıkın işin içinden eğer çıkabilirseniz?.. Yoksa, kabile devleti miyiz?..

R. Erdoğan önceki gün, akşamın ilerleyen saatlerinde programında görünmemesine rağmen Binali Yıldırım ile görüştü. Görüşmeye, Yıldırım'ın yanı sıra Erdoğan ailesinin ileri gelenleri de katıldı. Toplantıda, "metal yorgunu" belediye başkanları, il başkanlarının durumlarının yanı sıra erken seçim de ele alındı. Can sıkıcı anket verileri değerlendirildi. Nihai karar daha sonraki toplantılara bırakıldı...

***

Güncellenen Türkçülük tartışmalarına katkıda bulunmak isterim:

"Türkçü, millî çıkarları şahısların üstünde tutan, millî mukaddesata ve geçmişe saygı gösteren, görev ahlakı yüksek olan, haksızlıklarla savaşta korkusuz bir insandır.

 Türkçülük, yükselmek için değil, yükseltmek içindir. Topluluklar, fedakâr fertlerinin çokluğu nispetinde yükselir.

Türkçülük, bir fikir olduğu kadar da inançtır. İnanç olduğu için de tartışmasız, tenkitsiz kabul olunur. Onun tartışılacak ve tenkit olunacak tarafı temeli, esası değil, ayrıntılarıdır

Türkçüler, dayanışmalı yaşamaya mecburdur. Dayanışma, az kuvvetle çok iş görmenin tek ve değişmez çaresidir. Dayanışma olmayan yerde, için için bir çekişme var demektir. Türkçü, ülküdaşları ile olacak bir geçimsizliğin ülküye zarar getireceğini bilir.

Türkçü hiç şüphesiz, Türkten olur. Fakat her 'Türkçüyüm' diyen Türkçü değildir. Samimi olması ve Türkçülüğün şartlarına uyması lazımdır.

Türkçülüğün en büyük görevi Türklüğe hizmettir. Bunun da baş şartlarından biri, çevresinde bulunanlara Türklük sevgisini aşılamaktır."

Nihal ATSIZ, Orkun, 20 Ekim 1950, Sayı: 3