ABD’nin İran’a yönelik ambargosunu deldiği iddiasıyla ABD’de tutuklu bulunan ve yargılama öncesinde itirafçı olarak ABD hükümetiyle iş birliği yaptığı iddia edilen Türkiye ve İran vatandaşı iş adamı Reza Zarrab davası dün (27 Kasım 2017) başladı. Aralarında eski Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla ve eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın da bulunduğu toplam 9 sanık yargılanıyor..
Sanıklar, ABD'nin İran'a nükleer programı nedeniyle uyguladığı yaptırımları delmekle suçlanıyor. Yargıç önüne çıkan sanıklar Zarrab ve Atilla, daha önceki oturumlarda suçlamaları reddetti. Diğer sanıkların yargılaması ise gıyaplarında yapılıyor.
Davanın başlamasına az bir süre kalmasına karşın, Zarrab'ın durumuyla ilgili belirsizlik sürüyor.
Zarrab ile ilgili olarak bildiklerini anlatma karşılığında iddia makamı adına tanıklık etmeyi kabul ederek serbest bırakılma, savcılıkla anlaşma yaparak daha düşük bir ceza ile suçunu kabul etme ve Türkiye ile ABD arasında varılan bir anlaşmayla iade edilmesi gibi ihtimaller konuşuluyor.
Zarrab'ın durumunun ancak davanın başlamasıyla netleşeceği belirtiliyor.
Davada 20 Kasım Pazartesi günü jüri üyelerinin seçimine başlanması bekleniyordu. Ancak jüri üyelerinin seçimi 27 Kasım Pazartesi gününe ertelenmişti.
Yargılamanın sonunda sanıkların suçlu olup olmadığına jüriye seçilen 12 kişi karar verecek.
Karar alınabilmesi için ise oybirliği şartı aranıyor. Sanıkların suçlu bulunması halinde hangi cezaya çarptırılacaklarına dair kararı ise davanın hakimi veriyor. Zarrab davasının hakimi Richard Berman, savcısı ise New York Güney Bölgesi Savcı Vekili Joon Kim yapıyor.
Yapılan son ön hazırlık duruşmasında, Berman ve Kim, Türkiye'den gelen eleştirilere yanıt verdi. Yargıç Berman, üçüncü tarafların tercümanlar da dahil olmak üzere mahkeme süreciyle bağlantılı kişileri etkilemeye çalıştıklarını ve bunun tekrarlanması halinde ilgili makamlara haber vereceğini söylemiş; savcı Kim de Türkiye'den gelen suçlamaları "saçmalık" olarak nitelendirmişti.
Türkiye, bu davayı "kendisine dönük açık bir kumpas" olarak nitelendiriyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 17-25 Aralık 2013'te yapılan yolsuzluk soruşturmalarını "tarihin en büyük tuzaklarından biri" olarak tanımladı ve aynısının şimdi ABD'de tekrarlandığını söyledi. Ayrıca, davanın savcıları hakkında da soruşturma başlatıldı.
Hukuki boyutlarından çok siyasi yönleriyle ön plana çıkan ve kamuoyunda "Zarrab davası" olarak bilinen soruşturmaya dair bugüne kadar mahkemeye sunulmuş ve üzerinde gizlilik olmayan belgeleri inceledik ve önemli konu başlıklarını derledik:
1) Zarrab nerede ve savcılıkla anlaştı mı? 2) Sanıklar neyle suçlanıyor? 3) Savcılık kanıt olarak ne sunuyor? 4) Davanın siyasi boyutları neler? 5) Davaya konu işlemlerin maddi boyutu ne kadar?
Son dönemde gündemi en çok meşgul eden konular arasında Zarrab'ın durumuyla ilgili spekülasyonlar yer alıyor. Zarrab, Mart 2016'da ailesiyle birlikte Disney World'e yaptığı seyahat sırasında Miami'de tutuklandı ve New York'a getirildi.
Geçen hafta içerisinde ABD Cezaevleri Bürosu'nun internetteki kayıtlarında Zarrab'ın 8 Kasım'da serbest bırakıldığı bilgisi yer aldı. Daha önce de kayıtlarda benzer bir değişiklik olmuş ancak sonra bunun "teknik bir hatadan" kaynaklandığı açıklanmıştı.
Savcılık ise bu konuda ser verip, sır vermiyor. Haber sitesi The Daily Beast'e konuşan New York Güney Bölgesi Savcılığı Sözcüsü Nick Biase, "Sadece Zarrab'ın federal gözaltında olduğunu söyleyebilirim" dedi.
Burada sözcünün federal tutuklu değil, federal gözaltı ifadesi kullanması dikkat çekti. Zira uzmanlara göre, bu durum, bazı koşullar altında iddia makamı adına tanıklık yapmayı kabul eden sanıklarda görülebiliyor.
Bir başka deyişle, Zarrab, savcılıkla işbirliğine giderek, soruşturmayla ilgili bildiklerini anlatma ve varsa elindeki belgeleri teslim etmek karşılığında tanıklık yapmayı kabul etmiş ve cezaevinde değil, güvenli bir yerde tutuluyor olabilir.
Bununla ilgili resmi bir açıklama ya da teyit edilmiş herhangi bir bilgi bulunmuyor.
Türkiye de Zarrab'ın durumuyla ilgili ABD'ye iki kez yazılı sözlü nota verdi. Türkiye'nin notalarına ABD'nin sözlü verdiği yanıtta Zarrab'ın sağlık durumunun iyi olduğu belirtildi.
NBC News da konuyla ilgili bilgi sahibi iki kaynağa dayandırdığı haberindeZarrab'ın hapisten çıkarıldığını ve savcılıkla işbirliği yaptığını bildirdi.
Dahası, savcılıkla anlaşma yapıldığı iddialarını ve söylentilerini güçlendiren bir diğer gelişme de jürili duruşmalar öncesinde yapılan ön hazırlık celselerine Zarrab'ın katılmaması oldu.
Hakan Atilla'nın avukatları mahkemeye sundukları belgelerde, Zarrab'ın "esasen" Eylül ayından bu yana dava sürecine dahil olmadığını ve mahkemeye çıkma ihtimalinin de düşük olduğunu söyledi.
Zarrab ayrıca, dava sırasında iddia makamının sunacağı kanıtların uygunluğuna yönelik karara da itirazda bulunmadı ve öngörülen tarihe kadar jüri üyesi seçiminde sorulacak soruları sunmadı.
Atilla'nın savunma ekibinde yer alan avukat Victor Rocco, Zarrab'ın ön duruşmalara gelmediğini ve "gizlendiğini" söyledi. Rocco ayrıca Perşembe günü yapılan son hazırlık celsesinde hakime Zarrab'ın dava sürecine katılıp katılmayacağını sordu.
Yargıç Berman da bu soruya avukat ve savcılardan farklı olarak her soruya yanıt vermek zorunluluğunun bulunmamasının hakim olmanın en iyi yanı olduğunu söyleyerek yanıt verdi.
Atilla'nın savunma ekibinde bulunan bir başka avukat Cathy Fleming de son hazırlık duruşmasında mahkemenin koruma kararı altında olan "iddia makamının bir tanığıyla" ilgili aşırı hassasiyetin savunmanın işini zorlaştırdığını söyledi.
Fleming, "Bu tanığın adını müvekkilimizle paylaşmamıza izin verilmiyor. Bu da çapraz sorgu yapabilmek için yeterli araştırmayı yapmamızı engelliyor" dedi.
Yargıç Berman, 14 Kasım itibariyle savunma ekibine iddia makamının elinde bulunan bazı belgelerin sansürlenmiş versiyonuna erişim hakkı verdi. Burada, "Şahıs-1" olarak bahsi geçen bir tanık ya da sanıkla ilgili çıkartılan koruma kararı kapsamında belgelere erişim kısıtlı tutuldu.
Mahkeme, Atilla'nın savunma ekibinin, iddia makamının elinde bulunan ve kamuoyuna açıklanmamış olan kanıtları ABD dışındaki kişilere göstermesini ya da dağıtmasını da yasakladı.
Son olarak, jürili duruşmanın ertelenmesine dair mahkeme kararında Zarrab da dahil diğer tüm sanıkların isimleri çıkartılarak, sadece davanın adının "Amerika Birleşik Devletleri, Mehmet Hakan Atilla'ya karşı" olarak yazılması dikkat çekti.
Dava ile ilgili şu ana kadar dört iddianame hazırlandı. Eylül ayı başında hazırlanan son iddianamede, eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Halkbank eski CEO'su Süleyman Aslan, Halkbank eski yönetici Levent Balkan ve Zarrab'ın şirketlerinde çalışan Abdullah Happani'nin eklenmesiyle birlikte sanık sayısı da dokuza yükseldi.
Ancak, Zarrab'ın savcılıkla anlaşarak daha az bir ceza karşılığı suçunu kabul etmesi ya da tanık olması halinde, yeni bir iddianamenin de hazırlanması bekleniyor. Bu durumda, yargılama yeni hazırlanacak iddianameye göre yapılacak.
Sanıklara iddianamede altı suçlama yöneltiliyor:
* ABD ve özellikle de ABD Hazine Bakanlığı'nı dolandırmak için kumpas kurma, * Uluslararası Acil Ekonomik Güç Yasası'nı (International Emergency Economic Powers Act) delmek için kumpas kurma, * Bankacılık sisteminde sahtekarlık yapma, * Bankacılık sisteminde sahtekarlık yapmak için kumpas kurma, * Kara para aklama * Kara para aklamak için kumpas kurma
Zarrab hakkında 90 yıla kadar hapis ve 50 milyon dolar para cezası; Atilla hakkında da 50 yıla kadar hapis ve 2 milyon dolar para cezası isteniyor.
İddianamede ayrıca sanıkların yaptırımları delmek için kurdukları sisteme "İran ve Türkiye'de üst düzey hükümet yetkililerinin de katıldığı ve bu sistemi koruduğu" da öne sürülüyor.
Ayrıca, Zarrab, Atilla ve iş ortaklarının yaptırımları delmek için iki farklı yöntemi hayata geçirdikleri ve işlemesini sağladıkları belirtilirken, Çağlayan ve Aslan için ise bu yöntemlerin işlevselliğini sağlamak için "milyonlarca dolarlık nakit ve mücevher değerinde rüşvet aldıkları" iddia ediliyor.
İddianameye göre, yaptırımları aşmak için uygulanan yöntemler "petrol karşılığı altın" ve "hayali transit ticaret" olarak sıralanıyor.
İddianamede, ilk sistem olan "petrol karşılığı altın" yönteminin en az 2010 yılından itibaren uygulandığı bilgisi yer alıyor ve burada verilen bilgiye göre sistem şöyle işliyor:
Türkiye, yaptırımlar nedeniyle, satın aldığı petrol ve doğalgaz karşılığında yapması gereken ödemeyi doğrudan İran'a gönderemiyor. Bunun sonucunda da İran, Türkiye'de Halkbank'ta bir hesap açıyor. Türkiye, ödemeyi buradaki hesaba yatırıyor.
Daha sonra bu hesaptaki paralar, Zarrab'ın şirketlerine aktarılıyor ve bu şirketler üzerinden altın satın alınıyor. Daha sonra bu altınlar Türkiye'den Dubai'ye ihraç ediliyor ve burada yeniden nakde çevrilip, çantalarla İran'a taşınıyor.
İddianamede bu yöntemdeki suç unsurları yaptırımların etrafından dolaşılarak, başka ülkeler üzerinden delinmiş olması ve Aslan ile Atilla başta olmak üzere, Halkbank yöneticilerinin ABD Hazine Bakanlığı yetkilileriyle yaptıkları temaslarda altın alım işleminin İran devleti değil, şahıs ve şirketler tarafından gerçekleştirildiğini söyleyerek "yalan beyanda" bulunmaları.
Sanıklar ayrıca, Türkiye'den ihraç edilen altının Dubai'ye değil, İran'a gönderilmiş gibi göstererek, "evrakta sahtecilik" yapmakla da suçlanıyor.
İkinci yöntemin ise 2012 yılında İran'ın kıymetli metal ithalatına yönelik yaptırımların sıkılaştırılmasıyla birlikte yürürlüğe sokulduğu belirtiliyor. ABD tarafından getirilen yeni düzenlemeler, İran'ın bir başka ülkeye sattığı enerji ürünleri karşılığında alacağı ödemeleri yine o ülkede ve sadece gıda veya tıbbi malzeme alımında kullanmasını öngörüyor.
Savcılığın ortaya attığı iddialara göre, Zarrab ve diğer sanıklar, bu kez altın ihracatı yerine, Türkiye ve Dubai üzerinden İran'a buğday ticareti yapmaya başlıyor. İddianamede, buğday ticaretinin yapılmadığı ancak kağıt üstünde yapılmış gibi gösterilerek, İran'ın hesaplarından alınan paranın yine Zarrab'a ve iş ortaklarına ait şirketler üzerinden dolaştırılarak tekrar İran'a gönderildiği öne sürülüyor.
Savcılığın iddianamesinde sanıklar arasında yapıldığı iddia edilen bazı telefon konuşmaları ile e-posta yazışmaları yer alıyor.
Savcılık, bir nevi ortaya atacağı iddiaları, suçlamalarını dayandıracağı hukuki düzenlemeleri ve bu iddiaları kanıtlamak için sunacağı kanıtlarla ilgili bazı detayların yer aldığı belgeyi 30 Ekim'de mahkemeye sundu.
Burada, "Dava sırasında sunulacak deliller, yapılan komploların desteklenmesi amacıyla kendi aralarında ve başkalarıyla yaptıkları sayısız iletişim kayıtlarını içermektedir" ifadesi yer alıyor.
Sunulacak kanıtların içinde yer alanlar şöyle sıralanıyor:
* Sanıkların hesaplarının aranmasıyla elde edilen e-posta yazışmaları * Zarrab ve Atilla'nın telefonlarından elde edilen elektronik iletişim kayıtları * Türk güvenlik güçlerinin sanıkların telefonlarını dinlemesiyle elde edilen görüşme kayıtları ve görüşmelerin tapeleri * Sanıkların telefonlarından ve Türk güvenlik güçlerinin Zarrab'ın işyeri ile Halkbank'ta yapılan aramalarda elde edilen belgelerin fotoğrafları
Savcılığın sunduğu notta ayrıca, "Telefon konuşmalarının kayıtları ve tapelerinin yanı sıra Zarrab'ın işyeri ile Halkbank'ta yapılan belge ile dijital görsellerin gerçekliği, bunların nasıl elde edildiği konusunda bilgi sahibi olan bir ya da daha fazla tanık tarafından teyit edilecektir" deniliyor.
Ancak bu tanık ya da tanıkların kim olduğuna dair herhangi bir detay verilmiyor.
Aynı notun başka bir kısmında 17 Aralık 2013 tarihinde Türkiye'de düzenlenen yolsuzluk iddialarıyla bağlantılı bir operasyonda, Zarrab, Aslan ve Happani'nin gözaltına alındığı belirtilerek, "Bu soruşturma, Türk hükümeti içerisinde önemli miktarda ve üst düzeyde yolsuzluk yapıldığını ortaya çıkarmasından dolayı, bu soruşturmada yer alan emniyet görevlileri ile savcılara karşı çok hızlı ve sert bir şekilde harekete geçildi" deniliyor.
Notta, Zarrab'ın tutuklanmasının ardından Şubat 2014'te serbest bırakıldığı ve hakkındaki suçlamaların da Eylül 2014'te düşürüldüğü vurgulanıyor. Bu durumun Zarrab ve Halkbank'a "sahte gıda ticaretlerini devam ettirmelerine" olanak tanıdığı ifade ediliyor.
17 Aralık 2013'te yolsuzluk iddialarıyla ilgili düzenlenen operasyon kapsamında hazırlanan polis fezlekelerindeki telefon görüşmelerinin önemli bir kısmının ABD'deki iddianamede de yer aldığı görülüyor.
Bununla birlikte iddianamede sanıkların kendi aralarında ya da başkalarıyla yaptıkları ancak Türkiye'de hazırlanan polis fezlekelerinde bulunmayan başka görüşmeler de yer alıyor.
Zarrab'ın Türkiye'de bazı siyasilerle bağlantıda olması ve eski bir bakana yönelik de suçlamaların yapılması bu davaya siyasi boyutlar da kazandırıyor.
Yapılan ön duruşmalarda Zarrab, saygın bir iş adamı olduğunu anlatmak adına Türkiye'deki üst düzey bağlantılarından ve yardım faaliyetlerinden söz ederken, savcılık ise Zarrab'ı bu bağlantılarını kullanarak yasadışı faaliyetlerini yürüttüğünü ve soruşturmalardan kurtulduğunu öne sürüyor.
Ancak davanın siyasi boyut kazanmasında esas olarak Zarrab'ın Nisan ayında New York eski Belediye Başkanı ve ABD Başkanı Donald Trump'ın yakın çalışma arkadaşlarından Rudolph Giuliani ile eski Başkan George W. Bush döneminin Adalet Bakanı Michael Mukasey'i de savunma ekibine dahil etmesi önemli rol oynadı.
Politik bağlantıları kuvvetli bu iki ismin savunma ekibine dahil olup olamayacağına dair yapılan duruşmalarda ise bazı önemli detaylar ortaya çıktı.
Giuliani, mahkemeye sunulan yeminli yazılı ifadesinde, Zarrab adına yapacakları çalışmaların ve oynayacakları rolün özünün tanımlanmasına dair soruya şu yanıtı verdi:
"Verdiğimiz hizmetler, tamamen olmasa da esas olarak, ABD ile Türkiye arasında ABD'nin ulusal güvenlik çıkarlarını destekleyecek ve Sayın Zarrab'ın yararına olacak bir çeşit anlaşmanın parçası olarak çözümlenip çözümlenemeyeceğinin belirlenmesine dair çalışmalara odaklanmaktadır… Bu hizmetler, hem ABD hem Türk devletinin üst düzey yetkilileriyle toplantı ya da görüşme yapmayı da kapsamakta ve ileride de kapsayacağı tahmin edilmektedir."
Giuliani, ayrıca, bu kapsamda görüşülen Türk yetkililer arasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın da olduğunu açıkladı.
Mukasey de yeminli ifadesinde, "ABD'li ve Türk devlet yetkilileri, ABD'nin güvenliğini artıracak ve bu davaya konu meseleleri çözüme kavuşturacak bir anlaşmanın kovalanması olasılığına açık fikirle yaklaşmayı sürdürmektedir" dedi.
New York Times gazetesi o dönem yayımladığı bir haberde, Giuliani ve Mukasey'in Zarrab'la ilgili yargı sürecini görüşmek üzere Türkiye'ye gitmesi ve Erdoğan'la görüşmesini "sıra dışı bir durum" olarak nitelendirmişti.
NBC News da geçtiğimiz günlerde yayınladığı bir haberinde, Erdoğan'ın ABD eski Başkan Yardımcısı Joe Biden ile 2016'da yaptığı bir görüşmede, davanın düşürülmesini ve o dönemin New York Güney Bölgesi Savcısı Preet Bharara'nın da görevden alınmasını istediğini, ancak bu taleplerin reddedildiğini bildirdi.
Aynı haberde birden fazla kaynağa dayandırılarak Erdoğan'ın Trump yönetiminden de davanın düşürülmesini defalarca talep ettiği belirtildi.
Son olarak yine aynı NBC News haberinde, Türkiye'nin Trump'ın eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Flynn'e Zarrab davasının düşürülmesi ve 15 Temmuz 2016'daki darbe girişimini planlamakla suçladığı Fethullah Gülen'in kaçırılarak İmralı Adası'na getirilmesi için 15 milyon dolar önerdiği de iddia edildi.
İddia makamının mahkemeye sunduğu belgelerde yapıldığı iddia edilen bu işlemlerin toplam maddi boyutuna dair herhangi bir rakam yer almıyor.
Yalnızca sanıkların "milyarlarca dolarlık" işlemler gerçekleştirdiği belirtiliyor. Ayrıca, Çağlayan ve Aslan'ın "milyonlarca dolar değerinde nakit ve mücevheri rüşvet olarak aldıkları" iddiasına da yer veriliyor.
Savcılık, Aralık 2012 ile Ekim 2013 dönemleri arasında altın ticaretiyle bağlantılı olarak ABD'deki finans kuruluşlarının bu ülkede bulunan muhabir hesapları üzerinden gerçekleştirdiği işlem miktarının en az 900 milyon dolar olduğunu öne sürüyor.
Mahkemeye sunulan belgelerde ayrıca Dubai'ye ihraç edilen altınların nakde çevrilip buradan İran'a taşınmasıyla ilgili iddialar sıralanırken, örnek olarak yalnızca 2011 yılının sonunda Zarrab ve iş ortaklarının ABD'nin yaptırım uyguladığı İranlı finans kuruluşlarından Bank Mellat hesaplarına tek defada 1 milyar dolar ve 400 milyon euro taşındığı belirtiliyor.
Columbia Üniversitesi'nden David L. Phillips de geçen hafta içinde New York Review of Books'a yazdığı makalede, Federal Soruşturma Bürosu'ndan (FBI) bir ajanın kendisine soruşturma kapsamında Zarrab'ın her hafta bir ton altın ihraç ettiği ve karşılığında da yüzde 15 komisyon aldığı iddiasının da incelendiğini söylediğini ifade etti.
İran yaptırımları konusunda çok sayıda araştırmaya imza atan Washington merkezli düşünce kuruluşu The Foundation for Defense of Democracies'in (FDD) CEO'su Mark Dubowitz de, Mart 2012 ile Temmuz 2013 dönemleri arasında Türkiye'nin İran'a yaklaşık 13 milyar dolarlık altın ihraç ettiğini ve yıllık olarak bu sayının 20 milyar dolara ulaşabileceğini söylüyor.
Yapılan işlemlerin maddi boyutuyla ilgili bir diğer gösterge de resmi rakamlar.
Reuters'ın Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu'nun (EPDK) verilerine dayanarak 2014 yılında yaptığı hesaplamaya göre, Türkiye'nin 2012 yılında İran'dan satın aldığı petrol ve doğalgazın değeri 10 milyar doları aşıyor.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre ise 2011 yılında 1 ton olan İran'a altın ihracatı da 2012 yılında yaklaşık 126 tona yükseliyor ve bunun değeri de yaklaşık 6,5 milyar dolar olarak hesaplanıyor. Ayrıca, aynı yıl içerisinde Türkiye'nin BAE'ye yaptığı altın ihracatı da 85 ton ve 4,6 milyar dolar.
Savcılığın iddiasına göre, kıymetli metal ticareti üzerindeki yaptırımların sıkılaştırılmasının ardından bu kez de paralar İran'a "hayali transit buğday ticareti" ile gönderilmeye başlandı.
Zarrab, Nisan 2014'te AHaber'e verdiği mülakatta, buğday ve ilaç satışına başlamalarından sonraki ilk dört ayda yaklaşık 1,6 milyar dolarlık ticaret gerçekleştirdiklerini söylemişti.