Akın Atalay (Pınar Selek’in Avukatı)
Geçen yıl Kasım ayının sonuna doğru Pınar Selek hakkındaki dava sürecini anlatan bir yazı yazmıştım. T24’de yayımlanan o yazının içerisinde, bir yerde şöyle demişim:
“Artık, bu inanılmaz olaylara alışmış ya da kanıksamış olmamıza karşın, itiraf edelim ki, her yeni olayda şaşkınlık ve hayret duygularımızı yine de koruyoruz.”
Yazı, mahkemece verilecek kararın o günden artık belli olduğu, açıklanması için sadece usuli gereklerin ve prosedürün tamamlanmasının beklendiği bir dönemde yazılmıştı. O yazı yayımlandıktan sonra iki duruşma oturumu daha yapıldı. Sonuncusu 24 Ocak günü yapılan duruşmada, mahkeme önceden belli kararını da açıkladı: Pınar Selek’in ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum edilmesine…
Karar açısından sürpriz sayılabilecek tek değişiklik, sağlık sebepleriyle, esas kararın belirlendiği önceki iki oturuma katılamayan heyet başkanının, son oturumda hazır bulunması ve mahkumiyet kararına muhalif kalması oldu. Pınar Selek hakkındaki ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası, mahkemeye Yargıtay’ın bozma kararından sonra atanmış iki yeni üye hakimin oyuyla verilmiş oldu. Önceki yazıda değinildiği gibi gerek Pınar’la, gerek diğer sanıklarla, gerek davada dinlenen tanıklarla hiç yüz yüze gelmemiş, onları dinlememiş, davadaki delillerle doğrudan doğruya temas etmemiş, delillerin tartışılması huzurunda olmamış iki yeni yargıç, davayı başından beri yürüten mahkeme başkanından farklı olarak, davanın konusu olan maddi olayı dosyadaki belgeler üzerinden çözmüşler ve vicdani kanaatlerine göre karar vermişlerdi.
Bakın, şimdi hiç yorumsuz olarak kanundaki düzenlemeyi buraya aynen koyuyorum:
CMK madde 217 : “Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir.”
Soru şu: Acaba kararın altında imzası olan iki yeni üye hakim, huzurlarında tartışılmış hiçbir delil olmadığına göre, kararlarını neye dayandıracaklar? Huzurlarında tartışılmayan delillere tabi…
Pınar Selek’in avukatları, mahkemenin direnme kararından vazgeçen hakimleri hakkında, açıkça hukuka aykırı karar verdikleri ve tarafsızlıklarını yitirdikleri için davadan çekilmelerini, eğer çekilmiyorlar ise bu hakimleri reddettiklerini söylediler. Kanunun hakim(ler)in reddine ilişkin prosedürü ve hükümlerinin uygulanmasını istediler. Bundan sonrasını anlatabilmek biraz zor… Anlayabilmek için de biraz teknik hukuk bilgisi gerekli. Olsun, mesele mühim, yine de mümkün olduğunca basitleştirerek anlatmaya çalışalım. Bizim kanunumuzda, eğer hakim(ler)in reddi istenilmişse, iki farklı usul öngörülmüştür. Mahkeme, kendisinin yapacağı değerlendirmeye göre iki usulden birine göre işlem yapabilir. Üçüncü bir yol ve yöntem yok. Birinci usulde, eğer mahkeme red isteğini, sırf davayı uzatmak amacıyla yapılmış bir istek olarak değerlendirirse, istek hakkında doğrudan kendisi karar verir. Bu karara karşı, tarafların itiraz hakkı vardır. İkinci usulde ise, red isteğine gerekçe olarak gösterilen hususlar hakkında, reddedilen hakim(ler) kendi görüşlerini yazarak, istek hakkında karar vermek üzere konuyu, numara olarak kendisinden sonra gelen mahkemeye gönderir, red isteği hakkında o mahkeme karar verir. O mahkemenin vereceği karara karşı da tarafların yine itiraz hakkı vardır. Peki, Pınar Selek’in yargılamasını yürüten ve avukatlar tarafından haklarında red talebinde bulunulan hakimler ne yaptı, hangi usule göre işlem yaptı? Sanırım tahmin ettiniz. Ne birinci usulü, ne de ikinci usulü uyguladı; şimdiye kadar özel yetkili mahkemelerde bile yapılmayanı yaparak, karma üçüncü bir yol icat etti, onu uyguladı.
Nasıl mı? Red isteği konusunda hem kendisi karar verdi, hem de verdiği kararı bir de siz inceleyin diyerek bir sonraki numaralı mahkemeye gönderdi. Bir sonraki numaralı mahkeme baktı, hem karar verilmiş, hem de dosya karar verilmek üzere kendisine gönderilmiş, öyleyse avukatlar itiraz etmiş olsa gerek ki, bize itiraz üzerine karar verilmek için gönderilmiştir diyerek itirazın reddine karar verdi. Bir sonraki oturuma gittiklerinde, yaşanan bu gelişmeleri öğrenen avukatlar, reddini istedikleri hakimlerle karşılaşınca dediler ki, biz bu durumu anlayamadık. Bizim bir itirazımız olmadı ki, siz bizim yani savunmanın yerine de geçerek bizim adımıza itirazda mı bulundunuz? Hem karar verip, hem de savunmayı da siz mi yapmaya başladınız? Kanunun öngördüğü hakkı kullanmamız durumunda; boş yere vakit geçecek, nasıl olsa itiraz ederler diye düşünüp, bizim adımıza itiraz mı ettiniz? Bu kadarı da olmaz, kanunun bize tanıdığı itiraz hakkımızı kullanmak istiyoruz, neden itiraz ettiğimizi kendimiz anlatır, yazarız dediler. Kararlarını açıklamaya gelmiş hakimler, kanunun tanıdığı itiraz hakkını kullanmak ve yedi gün içinde itirazda bulunmak üzere avukatlara süre vermek zorunda kaldı. Bu sürede itiraz dilekçesi mahkemeye sunuldu. Bu defa itiraz hakkında karar verilmek üzere, dava dosyası iki sonraki numaralı mahkemeye gönderildi. Bu mahkeme ne mi yaptı? Tercüme ederek söyleyelim. Red prosedürü ve usulü yanlış uygulanmıştır, benden önceki mahkemenin verdiği karar, zaten itiraz üzerine verilmiş bir karardır ve bu karara karşı da itiraz hakkı yoktur dedi. Sonuçta, bizim değil de mahkemenin bizim adımıza yaptığı itiraz başvurusu sonucu kesin karar verilmiş oldu. Kanunu yazan ceza hukuku profesörlerinin dikkatine sunulur…
24 Ocak günü yapılan son oturumda, avukatların tüm talepleri reddedildikten sonra, denildi ki buyurun şimdi esas hakkındaki savunmanızı yapın.
Durum şu: Mahkeme diyor ki, biz, Pınar Selek’in ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum edilmesi gerektiği yönündeki Yargıtay’ın görüşüne katılıp, bozmaya uyma kararı verdik. Şimdi buna göre mahkumiyet kararını açıklayacağız. Ama biz kararı açıklamadan önce, siz yine de savunma yapın ki, işlem ve prosedürü tamamlayalım, olsun bitsin… Avukatlar olarak şunu söyledik, madem karar verildi, sonuç da değişmeyecek, o zaman ne diye savunma yapalım ki? Çocuk mu kandırıyoruz, savunma yapıldı görüntüsünü niye ihtiyaç olsun? Bu durumda, davanın esası hakkında savunma yapmak, acayip komik gelmiyor mu size de? Üyelerden birisi sözlü olarak cevap verdi: İyi de biz hep böyle yapıyoruz, sadece bu davada değil ki…
Bunlar yaşandıktan sonra, mahkeme duruşmaya bir saat ara verdi. Döndüklerinde, tam 46 sayfalık bir kararı avukatlara verdiler. Bir saat içinde 46 sayfalık kararı yazmışlardı. Şükür ki, bir saat içinde 46 sayfa karar yazabilecek kadar doğaüstü yeteneğe sahip hakimlerimiz var… Yargılamaların uzun sürmesinden şikayet edenlere duyurulur…